Loş ışıklı gecelerin naif yoldaşı İsveç'in her daim romantik şövalyesi Jens Lekman'ın özlediğimiz sesinden yeni şarkı The End Of The World İs Bigger Than Love huzurlarınızda. Hatırlanacağı üzre kendisi bir 14 Şubat tarihinde İstanbul semalarında yalnız ama mutlu görkemli kaybedenlerin sesi olarak gönül yaylarımızı titreterek bizlere unutulmayan bir gece yaşatmıştı.
Son söz sende Pavese "Kendimi yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşısında oturdum"
Jens Lekman - The End Of The World Is Bigger Than Love
Anlamlı cümleler kurmayı beceremiyorum artık. Kurduğum cümlelerin çok ruhsuz ve anlamsız kaldığını düşünüyorum hayatın yanında. Yanında olmak, kimin ve neyin yanında olmak. Bazen hayatın bana bir beden büyük geldiğini düşünüyorum. Olay becermekle alakalı. Herkesin birbirini becerdiği bu hayatta ben yaşamayı beceremiyorum. Ne talihsizlik ama. Sadece birazcık daha ışık istiyorum. Muhteşem üçlü bu gecede burada Ian Curtis, Pavese ve Ben. Üçü de biryerlerde takılıp kalmışlar. Dekorumuzda hazır :Gece. Herkes kozlarını ortaya koyuyor. Ben koyu karanlık bir gece çıkarıyorum cebimden, Pavese loş bir otel odası çıkarıyor. Ian'da en şiddetlisinden bir epilepsi nöbeti. Hepsinin herkesin şahsında özel bir anlamı olmalı, fazla kurcalamamak gerek. Sonra etrafta şu cümle yankılanıyor "Özgür olmadığım için mi mutsuzum, mutsuz olduğum için mi özgür değilim" bilemiyoruz. Kısa saçlı, çocuksu tanrıça Jean Seberg (Namı Diğer Patricia) yukarıdan bize eşlik ediyor. Sonra başka bir dış ses "Hepiniz iğrençsiniz" Michael tüm mutsuzluğunu bize kusuyor. Bu günü yaşıyorum, yarını beklemiyorum, geçmişi biriktiriyorum, geleceği düşünmüyorum. Sen gidiyorsun ben kalıyorum. Herşey gidiyor ben yine kalıyorum. Neden hep ben kalıyorum. Susuyorum, susuyorum. Aynada gözlerine bakıyorum. En korkulan düşünceler, en sonunda gerçekleşirmiş gizlice. Susuyorum sessizce. Böylesi daha iyi şimdilik...
Moda yolu üzerinden denize doğru uzunca yürümüş, Aile Çay Bahçesinde iki büyük bir küçük çay içmişim, Pala göçeli üç, ben vazgeçeli bir tam gün olmuştu ve deniz düz, mevsim yaz, şansım azdı. Gecenin sonunu getirdiğimiz Kadıköy'ün tekaüt barlarından birinde iç sıkıntısı veren şeyleri konuşmaktan içimiz sıkılmıştı."Şu hızlı yürüyenlerin iffetinden şüphe duymamak toyluk olur" demişim. Bin dokuz yüz seksen dört bağ bozumundan The Gun Club'ın Las Vegas Hikayesi, henüz yoğurt müptelası olmadığımız yıllarda, cesaretimiz Cihangir sırtlarında dolanmaya bile yeterken bizi mermi manyağı yapmıştı. Aşktan ağzımız çok sonra yandı. İlk 10.000 kopyası beraberinde bir eğlence torbasıyla satılan, Leeds bölgesi bağımsız pop hareketi öncülerinden Girls At Our Best! uzunçaları Pleasure, dönemin seciyesi kaymış kayıtlarına oranla daha bir ayakta dururken torbadan dileyene bilmece, dileyene çıkartma, kartpostal ya da şablon çıkıyor, biz duyuyorduk."Hayatımda hiç böyle hissetmemiştim" dedi. Külliyen yalandı.
Kariyerine yapmış olduğu müthiş DJ'lik performansları ile başlayan günümüzün en parlak prodüktörlerinden biri olarak yoluna devam eden Amerikalı İngiliz Mark Ronson 2007 yılında çıkarmış olduğu Version isimli cover albümü ile dikkatleri üzerine toplamıştı. Albüm için özenle seçmiş olduğu parçalara kendi özgü yorumunu ekleyerek birçok sanatçıyı bu albümde kullanmıştı. Albümde en dikkat çeken çalışmalardan birisi de bir Smiths klasiği olan Stop Me If You Think You've Heard This Before parçasına Daniel Merriweather sesi eşliğinde getirilen özgün yorum. Rolling Stones dergisinin tabiriyle Morrisey ile Diana Ross'un romantik bir akşam yemeğinde buluşması.
Yeni gözdemiz Brooklyn'li The Drums grubunun Let's Go Surfing parçasına The Raveonettes tarafından yapılan mutasyon sonucu ortaya çıkan kirli bir sound eşliğinde retro garace-rock eseri.
The Drums - Let's Go Surfing(The Raveonettes Remix)
Son dönemlerde Avusturalya'dan çıkan isimlerden The Presets'le birlikte en çok dikkat çeken gruplardan biri Cut Copy. Electro ve syht-pop ekseninde 80'ler ruhunu en güzel yansıtan soundlardan birine sahip olan grubumuz özellikle son albümleri In Ghost Colours ve burada yer alan Lights & Music parçası ile eğlenceli günler geçirmeme vesile olmuşlardı. Gnarly Barkley ve Animal Collective gibi isimlerle çalışmış Ben Allen prodüktörlüğünde hazırlanan yeni albüm 2011 başı gibi yayınlanıyor. Yeni single Where I'm Going modifiye edilmiş bir Beach Boys parçası gibi daha fazla pop tınlayarak Polyphonic Spree 'den Hot Chip'e tek yön gidiş bileti sanki.
Birleşik Devletlerden bir Tindersticks çıkar mı diyenlere sağ gösterip okkalı bir sol vuran bir grup The National. Yaklaşık 10 yıldır kendi çizdikleri yolda Matt Berninger'ın güçlü bariton sesi eşliğinde içinden hüzün ve şehirler geçen şarkılar yazmaya devam ediyorlar. Boxer albümü ile zirveye çıkan yabancılaşmış şehirli insanın mutsuzluk çığlığı bu albümde herşeyden ve hayatın dayanılmaz ağırlığından kaçma hikayelerine dönüşmüş. Yeni albüm High Violet beklentileri fazlasıyla karşılıyor, öyleki albümde sadece iyi şarkılar ve çok iyi şarkılar olmak üzere net bir ayrım yapılabiliyor. Ve bu çok iyi şarkılar katagosinde Conversation 16 bayrak yarışını benim için açık ara önde götürüyor. Zengin gitarlar, dingin davul vuruşları, akışkan yaylılar ve gürül gürül akan bir vokal eşliğinde hayata dair keskin hikayeler. Her ne kadar çıkış zamanlaması yanlış olsa da ölü doğmuş bir mevsimin medyumluğuna soyunuyor High Violet hazinesi. Gerisi ayrıntı sadece tıpkı Paul Celan dizelerinde olduğu gibi haşhaş ve bellek gibi seviyoruz birbirimizi.
Geçmiş yıllarda bizi heyecanlandıran isimlerden biri olan new-rave züppeleri Friendly Fires grubunun Paris şarkısı Belçikalı retro-disco üstadları Aeroplane'nin elinde başka alemlere kaymıştı. Şimdi bu parçaya Flight Facilities'in Crave You şarkısı ile yapılan mesh-up'ı tabiri yerindeyse tadından yenmiyor.
Takip edilesi müzik bloglarından We All Want Someone To Shout For şimdiye kadar yayınlanan albümleri değerlendirerek 50 parçalık en iyiler listesi oluşturmuş. Dinlemek, yorum yapmak ve keşke bu da oysaydı demek sizin takdiriniz artık. Sıralama şu şekilde.
1. The Morning Benders - Excuses 2. The National - Coversation 16 3. Gorillaz - On Melancholy Hill 4. Someone Still Loves You Boris Yeltsin - Sink/Let It Sway 5. Villagers - Becoming A Jackal 6. The Ting - The Green Room 7. Chief - Night & Day 8. Two Door Cinema Club - What You Know 9. Beach House - 10 Mile Stereo 10. The National - Lemonworld 11. LCD Soundsystem - I Can Change 12. Vampire Weekend - Diplomat's Son 13. All The Damn Kids - Echoes 14. Yeasayer - O.N.E. 15. Stornoway - Zorbing 16. Young Empires - Rain Of Gold 17. Owen Pallett - Lewis Takes Off His Shirt 18. Delta Spirit - Buswick Blues 19. Delorean - Grow 20. Hot Chip - I Feel Better 21. Arcade Fire - We Used To Wait 22. Ariel Pink's Haunted Graffiti - Round And Round 23. Free Energy - Bang Pop 24. Battles - The Line 25. Spoon - Out Go The Lights 26. Wavves - Green Eyes 27. Kanye West - Power 28. The Coral - 1000 Years 29. Broken Bells - The High Road 30. MGMT - Siberian Breaks 31. Arctic Monkeys - Joining The Dots 32. Blake Mills - Hey Lover 33. Big Boi - Shine Blockas 34. Caribou - Odessa 35. Glass Vaults - Forget Me Not 36. Distractions - All Night 37. The Radio Dept. - Heaven's On Fire 38. Grouplove - Colours 39. The Soft Pack - Mexico 40. Tanlines - Real Life 41. Aloe Blacc - I Need Dollar 42. Tokyo Police Club - Breakneck Speed 43. Of Montreal - Coquet Coquette 44. Gautlet Hair - I Was Thinking... 45. Jonsi - Go Do 46. Suffer Blood - Take It Easy 47. Sleigh Bells - Crown On The Ground 48. Cults - Go Outside 49. Pantha Du Prince - Stick To My Side 50. Wild Nothing - Summer Holiday
Best Coast Bethany Cosentino isimli hanım kızımızın Wavves projesi ile kendi çapında birşeyler yapmaya çalışan yavuklusu Nathan Williams isimli delikanlının ortak vakit geçirmek için hayata geçirdikleri bir proje. Akıllara peki nedir bu projenin bizlere vadettiği gibi güzel bir soru gelebilir. Hemen cevaplayalım, lo-fi sularında gezinen 60'lı yıllar garace-rock bandlarını hatırlatan bugün dinlenen ama yarına ne kalır sorusunu beyinlerden eksik etmeyen atıştırmalık şarkılar. Yeni albüm Crazy For You'nun Mexican Summer etiketiyle Temmuz sonu gibi yayınlanacağını hatırlatalım.
There's more information on the wrapper of a candy bar than there is on the Internet about Cults. The band's got an un-Googleable name and no MySpace page in sight. They do, however, have a sparse Bandcamp page, where their first 7" is listed for release on December 23, 2012. We have discovered that they are a boy/girl duo, that they live in New York, and that they are both film students. And we know that they have a killer song on that 7" called "Go Outside". The song's opening suggests that Cults have a slightly sinister sense of humor. Where the title suggests fresh air and a proactive trip into the sunshine, we first hear a quote from the ultimate cult leader, Jonestown figurehead Jim Jones "To me, death is not a fearful thing. It's living that's treacherous." What follows, though, is pure butter: "Go Outside" has the innocent and balmy feel that brings to mind Swedish indie pop, with a tinkling glockenspiel cutting through humidity, an appealingly lazy bassline, and joyous sing-along vocals. But for all its simplicity, there's some deep feeling coarsing through "Go Outside", and Cults transcend the song's Free Desing-inspired 1960s pop origins. "You really want to hole up/ You really want to stay inside and sleep the light away," the song chides, surrounding the voices in enveloping reverb, before following with, "I know what's good/ Exactly 'cause I have been there before." And then it takes you there.
80'li yıllarda müzik eleştirmenlerinin gözde gruplarından The Go-Betweens ve onların 1988 tarihli 16 Lovers Lane isimli albümlerinden yayınlanan çok sevdiğim Was There Anything I Could Do? parçası. Avustralya'da Robert Foster öncülüğünde kurulan The Go-Betweens dönemin özellikle Television, Talking Heads, Patti Smith gibi isimlerin başını çektiği New York No Wave akımının etkisinde kalmıştır. Kuruluş ve grup üyelerinin şekillenme sürecinin ardından bir single kaydı için İngiltere'ye yapılan yolculuk ve burada dönemin en saygın plak şirketlerinden Rough Trade Records'un sahibi Geoff Travis ile tanışma hikayenin peri masalı kıvamındaki devamı. Gelelim hikayenin diğer tarafına, hayat üzerine yazdıkları kederli, melankolik karanlık sözlere ve İngiliz Müzik Basınının gazına rağmen hiç bir zaman listelerde istedikleri başarıya ulaşamayan The Go-Betweens üyeleri 90'lı yılları solo çalışmalar ile geçirerek, 2000'li yılların ortalarında tekrar bir araya gelerek albüm çalışmaları yapmışlardır.
Manchester sound döneminin ilk yüz metresini koşan, kendi isimlerini taşıyan beton gibi debut albümleri ile bir çağı kapatıp başka bir çağı açarak tek albümde tüm meseleyi bitirmiş Stone Roses grubunun Made Of Stone parçasına dönemin en sağlam acid-house gruplarından biri olan 808 State'nin müthiş remix'i. Son bir not tüm zamanların en iyi remixleri sıralaması yapılsa benim için bu remix her zaman için en başlarda yer alacaktır.
Babası Yunan, annesi Galli olan Marina Diamandis projesi olan Marina And The Diamonds 2009 yılında çıkardığı The Crown Jewels EP'si ve burada yer alan I Am Not A Robot ve Seventeen gibi parçalarla ismini duyurmuştu. Debut albüm The Family Jewels'dan yayınlanan yeni single Oh No parçası ile tıpkı grup ismi gibi modifiye edilmiş 80'li yıllar pop müziğine eğlenceli bir yolculuk.
İngiltere’de 1976 yazı kıyamet alametlerin belirdiği günlerdi. İşsizlik almış başını gidiyor, yaşam standartları erozyona uğramış, çalışan sınıflar sermayeye kurban edilmişti. Britanya hükümeti daha fazla dayanamayarak, IMF’in kapısını çalmak zorunda kalmıştı. Bütün bunlar iki 7’nin yan yana geldiği 1977 yılının daha doğrusu punk’ın doğuşunun başlangıcı olmuştu. Greil Marcus’un Ruj Lekesi adlı kitabında belirttiği gibi pop müziğin o güne kadar hiç sahip olmadığı tonlamalarla, pop müziğinin o güne kadar hiç iletmemiş olduğu talepler dile getiriliyordu. Punklar için 77 yılı Britanya’nın bugünüyle ve yarınıyla yüzleşeceği yılı olacaktı. Artık tarihin bir nesnesi olarak yaşamak yerine öznesi olarak yaşamak talep ediliyor, toplumun gerek manevi, gerekse kamusal değerleri reddediliyordu. 1960’lardaki başkaldırıların aksine, 1976 ‘da patlayan punk fırtınasının arkasında asla elle tutulur bir felsefe olmadı. Punk’ın mesajı insanlığa faydası olmayan her şey burjuvazi mastürbasyonudur mantığı içerisinde Anarchy in the UK 'de özetlenen kafaları çekin ve her şeyi darmadağın edin söyleminden öteye geçemedi. Punk hala gençlerin başkaldırısının klasik sembolü olarak görülüyor, ama tamamen nihilist bir hareket olması ve sanatsal olarak çok sınırlı kalması onu; herhangi bir etikten ziyade bir tarz (bir moda ürünü) haline getirdi. Ayrıca hakiki bir sanat eğitimi alan yetenekli insanlarla, kendilerini öne çıkarmaktan başka derdi olmayan teşhirciler arasındaki sınırı kaldırması diğer olumsuz bir etki olarak gösterilebilir. Bu sınırdan alnının akıyla çıkan bir grup olan Buzzcocks; 4/6/1976 tarihindeki sadece 42 kişinin katıldığı efsanevi Sex Pistols konserini (Bu konser Tony Wilson vasıtasıyla Madchester döneminin başlamasında büyük bir katalizör görevi görmüştür) organize ederek kendi plaklarını basmak için şirket kurarak isimlerini duyurdular. Buzzcocks o dönem için Sex Pistol’dan The Clash’dan, The Damned’dan çok uzak bir noktaya duran melodik ve kaliteli bir pop-punk yapıyordu. Yıl 2008 ve Correcto heyecan verici bir proje olarak Buzzcocks halefi olarak indie camiasında yerini aldı. Domino Record’un yeni bombası olarak yansıtılan Glasgow çıkışlı Correcto’nun en tanıdık siması Franz Ferdinand davulcusu Paul Thamson. Diğer elemanlar ise Bass gitarda The Royal We grubundan tanıdığımız Patrick Doyle, Vokalde Danny Sounders ve gitarda Richard Wright. Kendileri aynı ismi taşıyan debut albümleri 2008 yılında yayınlanan Correcto fazla zeka gerektirmeyen şarkı sözleri, sarsıcı ritimler, melankolik karmaşık gitarlar eşliğinde yaptıkları müzik Kinks, Ramones, Modern Lovers, PIL, The Fall en önemlisi Buzzcocks gibi isimlerle kıyaslanıyor .Çeşitli kolaj görüntülerden oluşan güzel bir videoya sahip ilk single Joni ahenkli keskin gitarlar eşliğinde temiz bir art pop-punk kaydı olarak sağlam duruyor. Günlük iş hayatının sıkıcılığı ve insanı uyuşturan etkisi üzerine kurgulanmış Do it Better bir tarafından The Only Ones klasiği olan Another Girl, Another Planet'i diğer taraftan Buzzcocks’un gerçek üstücülük üzerine kurgulanmış dünyevi şaheseri Ever Fallen In Love'u hatırlatıyor. Bu ortalama 2 dakikalık hızlı şarkılar arasına serpiştirilmiş Save Your Sorrow, New Capitals, When You Get Away from Me gibi daha durağan şarkılarla soluklanıyoruz albümde .Correcto’nun Franz Ferdinand’ın ilk dönemde yapmış olduğu etkiye yaratıp yaratmayacağının bekleyip göreceğiz. Adorno’nun yanlış hayat,doğru yaşanmaz tezinden hareketle yanlış müzik istesen de doğru yapılamaz diyerek bu çocukların doğru işler yaptığını belirtelim. Eskimeyen albümler külliyatına yeni bir sayfa eklemenin heyecanı ile kurgulanmış dünyadaki, gerçeküstü yaşamıma geri dönüyorum.
David Macklovitch ve Patrick Gemayel isimli iki fantastik delikanlıdan oluşan Chromeo ile aşk kıvılcımlarımız Needy Girl parçası ile başlamıştı. Sonra yukarıda üper ötesi kapağını gördüğünüz Fancy Footwork isimli ikinci albümleri bu aşkı doruk noktasına taşıdı. Yeni albüm yıl sonuna doğru çıkmaya hazırlanırken ilk single Night by Night'dan sonra yeni single Don't Turn The Lights On huzurlarınızda. Electro, Disko ve funk eğlenceli ses oyunlarıyla popüler müzik dünyasına cool ve umursamaz bakışları devam ediyor. Son bir not geçen pazar Chromeo İstanbul'da sahnede, ben ise evde ütü başında gömlek ütülüyordum. Son ütücüden sizlere selam olsun Chromeo ikilisi.
Neon Indian 2009 yılında çıkarmış olduğu ilk albümü Psychic Chasms ile bol bol beyin cimnastiği yaptırarak hayalgücü oyunlarına zorlamıştı bizleri. Uzun cümlelerle pek kolay tarifi olmayan müzikleri lo-fi, 80'li yıllardan kalma atari müziği, yumuşak disko ritimlerinin karmaşık ilişkisinden doğan gayrimeşru bir çocuk gibi. Neon Indian'ın başlardaki esrarlı kimliği daha sonra gün yüzüne çıkmış, Ghosthhustler ve VEGA projelerinden tanıdığımız Alan Palomo'nun 3.bağımsız girişiminin bizzat Neon Indian olduğunu öğrenmiş olduk. 21 yaşındaki bu çocuk gerçekten yetenekli ve zeka geliştiren müzik nedir olgusu üzerine hayatını adamış gibi görünüyor.
Son günlerde blog piyasasında değeri hızla yükselen gruplardan birisi de Kisses. Princeton grubunun esas oğlanı Jesse Kivil ve Zinzi Edmundson'dan oluşan iki kişilik bir proje. İlk anda göze çarpan noktalar, vokalin İsveç'in her daim romantiği Jens Lekman'a olan müthiş ses benzerliği ve bu naif fakat kışkırtıcı pop melodileri içine işlenmiş synth ve yumuşak disko-pop ritimleri. The Sounds Of Arrows, The Embassy gibi gruplar onların yaptığı müziği tanımlamak için birer referans olarak kullanılabileceği gibi kısaca en basit tarif şöyle olurdu, Jens Lekman vokalli bir Cut Copy düşünün. Yıl sonunu bulması muhtemel yeni albüm şimdiden randevu defterimize kaydedildi.