"Rüya bitti, her şey aynı kaldı. Yalnızca ben 30 yaşıma geldim ve çok sayıda insan saçını uzattı. Hepsi bu "Aslında John Lennon, kuşağına biraz haksızlık ediyor bu meşhur deyişinde. Onların "Çiçek Enerjisi" ile kıvılcımladıkları muhalefet sayesinde Vietnem savaşı daha erken bitti, zenci düşmanlığı geriletildi, saklı taşra faşizmi ortaya çıkarıldı, Fransa'da birkaç gün de olsa sokaklar ele geçirildi, alçak kariyeristler, taş kafa rektörler diz çöktürüldü, yeni ve eski kıtada eşcinsellere daha hoşgörülü davranılmaya başlandı.
Bir gitar çığlığıyla Woodstock çayırında milyonlarca insan bir araya geldi. Seks önündeki geleneksel bütün sınırlamalar milletin gözü önünde kırıldı. Aile, ulusal kimlik ve din tabu olmaktan çıktı. Hindistan'a,Tibet'e otostop'la bisikletle, hatta atla, deveyle katar katar "kontra-misyonerler"gitti. Sovyetler'in Çekoslovakya ve Macaristan işgalleri samimiyetle ve anında lanetlendi. Binlerce genç askere gitmektense hapse girmeyi seçti. Cassius Clay de bu sıra askere gitmeyek unvanını feda etmişti. Amerikalı hippiler savaş karşıtı gösterilerde tarihlerinde ilk kez kendi bayraklarını yaktılar. Bu nostalji sosyolujisi içinde Türkiye'nin Türkiye'nin yeri ne oldu acaba? kendi çapınca bu sürece uyanan 68 Treni'ni kuyruğundan da olsa yakalayanlar oldu tabii. O dönemin matbuatını biraz karıştıracak olursanız, her köşe başında hippilerin garabetliklerine dair haberlere rastlarsınız. Yerli hippilerin rüyası 12 Mart 1971 darbesine toslayıncaya kadar devam etti. Cunta gelir gelmez ilk iş olarak saçını uzatan gençleri eşek traşından geçirdi.
Hindistan'a doğru yola çıkan dünyanın bütün hippilerinin ilk durağı doğunun eşiği olan İstanbul, İstanbul'da ise Sultanahmet civarıydı. Orada biraz oyalanırlardı. Sirkeci'ye kadar tüm oteller onlarla doluydu. Uyku tulumu denen nesneyle de onlar sayesinde tanıştık. Peşlerine uçurtma kuyruğu gibi takılan çocuklar takılan bu saçlı sakallı garip insanlara halkımız hippiden ziyade "bitli" adını yakıştırmıştı. İstanbullu hippiler de vardı. Lumpenler, meraklılar, aylaklar, evinden köyünden kaçıp gelmiş serseri mayınlar, hayırsız evlatlar, asi çocuklar, tek tük şairler, biraz İngilizce çakan üniversiteliler, evden kaçmış kızlar, motosiklet fetişistleri, abazanlar ve torbacılardan mürekkep yerli malı bir hippi komünü de filizlenmeye başlamıştı. Bu komünlerden over dose kurbanları çıktı, intiharlar oldu, ileride mutsuz evliliklere dönüşecek küçük aşklar yaşandı. Carlos Catenada'nın Salinger'in, Aldous Huxley'in, Ken Kassey'in, Kurt Vonnegul'un, Jack Kerouc'ın, Allen Ginsberg'in, William Burrough'un malum kitapları elden ele dolaştı. Oysa yolcuları arasında Jimi Hendrix'in, Janis Joplin'in,Jim Morrison'ın bulunduğu 68 treni Türkiy'de sadece ihtiyaç molası vermişti. Sonra bu treni doğuya fırlatılmış bir boomerang gibi kendine doğru yolculuğuna devam etti. Ancak bu sıra kimi yerli hippiler bu trene kaçak olarak bindiler. "Deliliğin içinden, tıpkı balta girmemiş bir ormandan geçer gibi silahsız ve arkadaşsız geçen" bu gençlerin bir kısmı dünyanın çeşitli kültürleri içinde sindirildi. Bazıları büyük kentleri terk edip pastoral bir yaşamı seçti, kimileri elçi, genel müdür, müsteşar filan oldu. Kimileri ise son hippiler olarak aramızda yaşamaya devam ediyorlar.
Perihan Yücel 1968'de İzmir'deki evinden kaçıp İstanbul'a geldiği zaman henüz 16 yaşındaydı. Hippilerin karargahı haline gelen Sultanahmet'te ucuz bir otele yerleşmişti. Artık o da hippiler giyi giyiniyor, onlarla beraber dolaşıyordu. Böylece oluşmuş alemlerin kraliçesi Perihan'dı. Çok güzel dans ettiği için ve sakıncasız gülebildiği için onu başına park çiçeklerinden örme bir taç takarak Hippiler Kraliçesi ilan etmişlerdi. Kraliçenin yanına bir de Kral gerekiyordu, ama bu kim olmalıdı? O sıralar 12 yaşında Timothy adında bir İngiliz çocuk, üzerinde çok miktarda esrarla yakalanmıştı. Bütün dünyanın gözü bu olaydan ötürü İstanbul'a çevrilmişti. Timothy çocuk olduğuna bakılmaksızın hapse tıkılmıştı. Çocuğun annesi bu durumu protesto için Sultanahmet adliyesinin önüne çadır kurmuştu. İşte bu sıra Sıtkı Yener semt esnafından ve hippilerden para toplayarak bu kadına ve çocuğa yardım kampanyası düzenledi. Öyleyse Hippiler Kralı da Yener olmalıydı. Tacını meyhanede giydirdiler. O gece Kral ve Kraliçe yıkılıncaya kadar dans edip işçi içmişti. Yerebatan sarnıcının hemen üstünde, berbat bir otelin 4-5 metre karelik merdiven altında bulunan Yener'in meyhanesi hippilerin üssüydü. Duvarları, tavana varıncaya kadar pop-art resimlerle süslenmişti. İlan tahtasında her dilden, her milletten macera severler için ilginç notlar asılıydı; satılık gitarlar, çadırlar, uyku dulumları, armonikalar, kameralar. Birde defteri vardı meyhanenin: "trip"resimleri, şiirler, desenler.
Günün birinde Perihan Sirkeci'de bir otel odasında ölü bulundu. O sıralar sevgilisi Horst Greger adında bir Almandı. Ölümünden sorumlu tutulup bir süre gözaltında kaldı. Perihan'ın cenazesini Yener kaldırdı. Mezarı başında İncil, Tevrat, Kuran ve Halil Cibran'dan şiirler okundu. Gazeteler İzmir'de kunduracı olan babasını buldular; adam güya iyi oldu, öldü de namusum kurtuldu demişmiş. Ama annesi kızına sahip çıktı ve onun Yedikule'deki mezarını yaptırdı ve taşına "Hippiler Kraliçesi Perihan" yazdırdı. Günün birinde hippiler geldikleri gibi çekip gittiler. 1980'lerin başında tüm dünyadaki bu gençlik hareketi artık sona ermişti. Artık Yener'in müşterileri bir dilim elma ile bir şise içen sokak berduşlarıydı. Yener de onlar gibi iyice berduşlamıştı. Derken ortadan kayboldu, meyhane de kapandı.
Bir gitar çığlığıyla Woodstock çayırında milyonlarca insan bir araya geldi. Seks önündeki geleneksel bütün sınırlamalar milletin gözü önünde kırıldı. Aile, ulusal kimlik ve din tabu olmaktan çıktı. Hindistan'a,Tibet'e otostop'la bisikletle, hatta atla, deveyle katar katar "kontra-misyonerler"gitti. Sovyetler'in Çekoslovakya ve Macaristan işgalleri samimiyetle ve anında lanetlendi. Binlerce genç askere gitmektense hapse girmeyi seçti. Cassius Clay de bu sıra askere gitmeyek unvanını feda etmişti. Amerikalı hippiler savaş karşıtı gösterilerde tarihlerinde ilk kez kendi bayraklarını yaktılar. Bu nostalji sosyolujisi içinde Türkiye'nin Türkiye'nin yeri ne oldu acaba? kendi çapınca bu sürece uyanan 68 Treni'ni kuyruğundan da olsa yakalayanlar oldu tabii. O dönemin matbuatını biraz karıştıracak olursanız, her köşe başında hippilerin garabetliklerine dair haberlere rastlarsınız. Yerli hippilerin rüyası 12 Mart 1971 darbesine toslayıncaya kadar devam etti. Cunta gelir gelmez ilk iş olarak saçını uzatan gençleri eşek traşından geçirdi.
Hindistan'a doğru yola çıkan dünyanın bütün hippilerinin ilk durağı doğunun eşiği olan İstanbul, İstanbul'da ise Sultanahmet civarıydı. Orada biraz oyalanırlardı. Sirkeci'ye kadar tüm oteller onlarla doluydu. Uyku tulumu denen nesneyle de onlar sayesinde tanıştık. Peşlerine uçurtma kuyruğu gibi takılan çocuklar takılan bu saçlı sakallı garip insanlara halkımız hippiden ziyade "bitli" adını yakıştırmıştı. İstanbullu hippiler de vardı. Lumpenler, meraklılar, aylaklar, evinden köyünden kaçıp gelmiş serseri mayınlar, hayırsız evlatlar, asi çocuklar, tek tük şairler, biraz İngilizce çakan üniversiteliler, evden kaçmış kızlar, motosiklet fetişistleri, abazanlar ve torbacılardan mürekkep yerli malı bir hippi komünü de filizlenmeye başlamıştı. Bu komünlerden over dose kurbanları çıktı, intiharlar oldu, ileride mutsuz evliliklere dönüşecek küçük aşklar yaşandı. Carlos Catenada'nın Salinger'in, Aldous Huxley'in, Ken Kassey'in, Kurt Vonnegul'un, Jack Kerouc'ın, Allen Ginsberg'in, William Burrough'un malum kitapları elden ele dolaştı. Oysa yolcuları arasında Jimi Hendrix'in, Janis Joplin'in,Jim Morrison'ın bulunduğu 68 treni Türkiy'de sadece ihtiyaç molası vermişti. Sonra bu treni doğuya fırlatılmış bir boomerang gibi kendine doğru yolculuğuna devam etti. Ancak bu sıra kimi yerli hippiler bu trene kaçak olarak bindiler. "Deliliğin içinden, tıpkı balta girmemiş bir ormandan geçer gibi silahsız ve arkadaşsız geçen" bu gençlerin bir kısmı dünyanın çeşitli kültürleri içinde sindirildi. Bazıları büyük kentleri terk edip pastoral bir yaşamı seçti, kimileri elçi, genel müdür, müsteşar filan oldu. Kimileri ise son hippiler olarak aramızda yaşamaya devam ediyorlar.
Perihan Yücel 1968'de İzmir'deki evinden kaçıp İstanbul'a geldiği zaman henüz 16 yaşındaydı. Hippilerin karargahı haline gelen Sultanahmet'te ucuz bir otele yerleşmişti. Artık o da hippiler giyi giyiniyor, onlarla beraber dolaşıyordu. Böylece oluşmuş alemlerin kraliçesi Perihan'dı. Çok güzel dans ettiği için ve sakıncasız gülebildiği için onu başına park çiçeklerinden örme bir taç takarak Hippiler Kraliçesi ilan etmişlerdi. Kraliçenin yanına bir de Kral gerekiyordu, ama bu kim olmalıdı? O sıralar 12 yaşında Timothy adında bir İngiliz çocuk, üzerinde çok miktarda esrarla yakalanmıştı. Bütün dünyanın gözü bu olaydan ötürü İstanbul'a çevrilmişti. Timothy çocuk olduğuna bakılmaksızın hapse tıkılmıştı. Çocuğun annesi bu durumu protesto için Sultanahmet adliyesinin önüne çadır kurmuştu. İşte bu sıra Sıtkı Yener semt esnafından ve hippilerden para toplayarak bu kadına ve çocuğa yardım kampanyası düzenledi. Öyleyse Hippiler Kralı da Yener olmalıydı. Tacını meyhanede giydirdiler. O gece Kral ve Kraliçe yıkılıncaya kadar dans edip işçi içmişti. Yerebatan sarnıcının hemen üstünde, berbat bir otelin 4-5 metre karelik merdiven altında bulunan Yener'in meyhanesi hippilerin üssüydü. Duvarları, tavana varıncaya kadar pop-art resimlerle süslenmişti. İlan tahtasında her dilden, her milletten macera severler için ilginç notlar asılıydı; satılık gitarlar, çadırlar, uyku dulumları, armonikalar, kameralar. Birde defteri vardı meyhanenin: "trip"resimleri, şiirler, desenler.
Günün birinde Perihan Sirkeci'de bir otel odasında ölü bulundu. O sıralar sevgilisi Horst Greger adında bir Almandı. Ölümünden sorumlu tutulup bir süre gözaltında kaldı. Perihan'ın cenazesini Yener kaldırdı. Mezarı başında İncil, Tevrat, Kuran ve Halil Cibran'dan şiirler okundu. Gazeteler İzmir'de kunduracı olan babasını buldular; adam güya iyi oldu, öldü de namusum kurtuldu demişmiş. Ama annesi kızına sahip çıktı ve onun Yedikule'deki mezarını yaptırdı ve taşına "Hippiler Kraliçesi Perihan" yazdırdı. Günün birinde hippiler geldikleri gibi çekip gittiler. 1980'lerin başında tüm dünyadaki bu gençlik hareketi artık sona ermişti. Artık Yener'in müşterileri bir dilim elma ile bir şise içen sokak berduşlarıydı. Yener de onlar gibi iyice berduşlamıştı. Derken ortadan kayboldu, meyhane de kapandı.
"Uzun, İnce Yolcular" Ümit Bayazoğlu YKY yayınları
Jefferson Airplane - Somebody To Love
2 yorum:
vay ya!cok ılgınc oldum su an cok guzel bı hıkaye bu!
Bu çok iyi ya
Yorum Gönder