İnsanlık tarihi toplumların içindeki nefreti kustuğu yüzlerce kanlı savaşa şahitlik etti. Dünya üzerindeki hiçbir varlık kendi soyunu kurutmak için insanlar kadar hevesli olmadı. Milyonlarca insan savaşlarda telef oldu. Hala savaş çığlıkları atan, ölmeyi ve öldürmeyi kutsayan adına insan diyen varlık, dünyayı yaşanmaz bir yer etmek uğruna gözünü kırpmadan onursuz mücadelesine devam ediyor.
Yukarıdaki kare 2. Dünya savaşı sırasında Ağustos 1937'de çekildi. Japonya 2. Dünya savaşı sırasında Çin'i istila etmeye başladı. Japonlar Çinlilerin geride bıraktığı savunma hatlarını bombalayacaklarını ilan etmişlerdi. Ancak, Japon uçakları beklendiği
gibi Çin savunma hatlarını vurmak yerine nakledilmeyi bekleyen 1800 adet
kadın ve çocuğun bulunduğu Shanghai
South Railway tren istasyonunu vurur. Japon askerleri tren
istasyonundaki insanları asker zannetmişler ve 1500 masum insan
öldürülmüştür. Tarihte 'Kanlı Cumartesi' olarak anılan bu olay sonrası fotoğrafçı H.S. Wong, "Şangaylı Bebek" adı verilen yukarıdaki fotoğrafı çekti. Bu olayın üzerine Japonlar fotoğrafçı Wong’u
öldürecek kişiye ödül vereceklerini ilan etmişlerdi.
Londra'da yaşayan fotoğraf ve performans sanatçısı Bertil Nilsson 'Naturally' ismini verdiği çalışmasıyla çocukluğunun geçtiği İsveç'in bakir doğasına dönüş yapmış. Proje sonunda ise ortaya sanatsal ve görsel gücü yüksek çalışmalar çıkmış. İnsan, çıplaklık, sadelik, doğa, renkler ve dünyanın o garip döngüsü...
Alexis Lamoureux ve Lotte Van Riel genç bir çift. İkili dünya denen şu gezegende yeri yurdu olmayan türden bir hayat yaşıyorlardı. Ev kredisi çekip bir ömür bunu ödemek yerine bir gün açık attırmada, Fransa'nın Loire Vadisi'nde 1 Euro'ya bir mağara satın aldılar. Fakat çöplüğe benzeyen bu yeri, bir eve çevirmek için yapacak çok şey vardı.
Önce 25.000 Euro'luk kredi için bankaların kapısını aşındırdılar. Düzenli bir işleri olmayan bu çifte elbette hiçbir banka kredi vermedi. (Yaşasın Kapitalizm. Usta yönetmen Costa-Gavras'ın 2012 yapımı Le capital / Kapital (Sermaye) filminin sonunda ne diyordu baş kahraman, hırslı banka yöneticisi "Biz fakirlerden alıp, zenginlere veren Robin Hood'larız.) İkili son çareyi Alexis’in
babasının restoranında çalışmakta buldu. Tam üç yıl burada çalışan sevgililer para biriktirdiler. 12 ayda ise mağarayı yaşanır bir hale getirdiler. Bu süreç onların 4 yılına ve 35.000 Euro'larına mal oldu. Ortaya çıkan sonuç ise gerçekten hepsine değmiş dedirten cinsten. Üstelik gözü açık sevgililer işi ticarete vurmaktan çekinmemiş. İsteyen rezervasyon yaptırarak belli bir ücret karşılığı bu mağarada kalma imkanına sahip olabiliyor.
yine akşam oldu Attilâ İlhan
üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı
belki Paris'te maria missakian
avuçlarında bir çarmıh acısı
gizlice bir sefalet gecesi
çocuğunu boğarmış gibi boğup paris'i
sana kaçmayı tasarlar her akşam...
Attila İlhan 1948 yılında Paris’e gider. Paris’te Ermeni asıllı Fransız olan Maria Missakian ile tanışır. Birlikte şehrin altını üstüne getirirler. Sanat, edebiyat, aşk... Attila İlhan Türkiye’ye dönmeye karar verir. Missakian’ı da getirmek istese de pasaportu olmadığı için getiremez. Sürekli mektuplaşırlar. Sürekli onu getirmek için uğraşsa da başaramaz. Giderek mektuplar azalmaya başlar. Daha sonra Maria’nın bir müzisyenle evlenip çocukları olduğunu ve zamanla mutsuzluktan alkolik olduğunu öğrenir. Yağmur Kaçağı şiir kitabının içindeki Maria Missakian sayfasını imzalayıp ona gönderir. Bu aslında şairin son vedasıdır.
En iyi garage rock şarkıları serisinin ilk kısmında 60-70’li
dönemlere ait en iyi 10 şarkıya göz atmıştık. Bugün 2000'li yıllar sonrasında bu tarzda yayımlanmış en güzel 10 şarkıya dalıyoruz. İyi yolculuklar...
The Strokes - Last Nite
The White Stripes - Fell In Love With A Girl
The Black Keys - Gold On The Ceiling
Thee Oh Sees - The Dream
Franz Ferdinand - You're The Reason I'm Leaving
Allah-Las - Tell Me (What’s On Your Mind)
The Von Bondies - C'mon C'mon
Arctic Monkeys - I Bet That You Look Good On The Dancefloor
Günün müzik haberi Foals cephesinden geliyor. Yeni albümleriyle aynı ismi taşıyan ilk single’ları “What Went Down”u geçtiğimiz aylarda dinleyicilerin beğenisine sunan Foals, 28 Ağustos'da çıkacak albümlerinden “Mountain At My Gates” ismini taşıyan yeni bir şarkı
daha paylaştı. Özetle batı cephesinde değişen çok şey olacak...
Biz kadınız, bilmeden seviyoruz bu kedileri
Seviyoruz, bir sevilme içgüdüsüyle
Bu bizim yüzümüzde ufacık çizgiler oluyor – acaba?
Evet, çok değil konuşurken düzeltiyoruz
Orayı burayı topluyoruz, yeriyse çocuklarımızı öpüyoruz
Ama biliyorsunuz ki gene de
Hepimiz, işte hepimiz
Bitmenin, tükenmenin yorgunluğu içinde...
Günün garip haberi İskoçya'dan geliyor. İskoçyalı müzik grubu Rewind'ın 19 yaşındaki solisti James McElvar,
EasyJet adlı havayolunun ekstra bagaj için kendisinden 45 sterlin talep
etmesi üzerine sıradışı bir yönteme başvurdu ve fazla kıyafetlerini üzerine giyerek uçağa bindi. Parayı vermemek için bir ton kıyafeti ( Altı tişört,
beş kazak, üç pantolon, iki eşofman, iki ceket giyen ve iki şapka) üzerine giyinerek uçağa binen McElvar, uçuş esnasında fazla sıcaktan bayıldı.
Özgürlük yanılsaması yanılsamanın karlılığı devam ettiği kadar sürecektir. Yanılsama’nın sürdürülmesi çok pahalı olmaya başladığı noktada, bu manzarayı hemen yok etmeye çalışacak, perdeyi kapayacak, masa ve sandalyeleri kaldıracaklardır ve siz tiyatronun arkasındaki tuğla duvara toslayacaksınız...
Yaşayan en büyük rock ozanlarından Nick Cave büyük bir acı yaşıyor. Sanatçının 15 yaşındaki oğlu Arthur Cave’in ölü bedeni 14 Temmuz’da Sussex polisi tarafından bulundu. Arthur Cave’in Brighton’da kayalıklardan düşerek öldüğü tahmin ediliyor.
''Karamazov Kardeşler", "Budala", ''Suç ve Ceza'' gibi edebiyat tarihinin en önemli
eserleri ve bu eserlerin yazarı Fyodor Dostoyevski. Bu eserler özünde siyasi ve ruhsal açıdan insana odaklanır. Yazar dünya üzerindeki en güçlü, aynı zamanda en zayıf varlık olan insanı anlatırken felsefi meseleleri baz alarak okuyucusunu bir çok soru işareti ile baş başa
bırakır.
Sanatçı Çağdaş Erçelik bu verimli
alanı es geçmemiş, Dostoyevski karakterlerine ait ruhsal dünyanın
çeşitliliğini yansıtmaya gayret etmiş. Ahşap, metal, kağıt, polyester,
gibi çeşitli materryellerden oluşturduğu heykellerin yanısıra karakalem
ve yağlıboya resimlerin de yeraldığı "Dostoyevski" isimli bir çalışmaya imza atmış. İşte o çalışmadan bazı eserler.
Ankara doğumlu fotoğraf sanatçısı Ebru Yıldız, 2000'li yılların başında gittiği New York'ta müzik fotoğrafçılığı yapmaya başlıyor. Yıllar içinde Rolling Stone, Pitchfork gibi önemli mecralar için fotoğraf çekiyor. Bu müzikal yolculuk sonunda onu İstanbul'a sürüklüyor. Bu kapsamda sanatçı, fotoğraflar eşliğinde eskisiyle (Başta Erkin Koray ve Selda Bağcan olmak üzere) yenisiyle Türkiye'nin müzik sahnesini Pitchfork'a anlattı. İşte o yazı ve fotoğraflar için sizi şöyle alalım.
2500 yıllık geçmişiyle dünyanın en eski yaşayan kentlerinden bir kabul edilen Yemen'in başkenti Sana, petrol zengini, görgüsüz Suudi'lerin savaş uçaklarıyla yerle bir ediliyor. UNESCO Dünya Mirası listesindeki Sana’nın o gizemli evleri tarih sayfasından siliniyor. Peki bütün dünya ne yapıyor? Sadece uyuyor. Çünkü işin ucunda petrol var. Ortaya çıkan savaş tablosu gerçekten çok korkunç. BM raporlarına göre 100 günde 1500’ü sivil 3000 kişi öldü, 14 bin kişi yaralandı, 1 milyon kişi yerinden oldu. Peki bu savaşta amaç ne? Suudi Arabistan'ın başına geçen Selman’ın sözde Doktrini. Özetle; İran'a göz dağı vererek Şii'lerin önünü kesmek. Bunun için yönetimi ele alan Husileri yok edip, kendi kuklalarını iktidara döndürmek. Ama bir gün o petrol bitecek, o suudiler açlığından birbirini yiyecek. Umarım o gün çok yakın olur.
Biz napıyoz la bu hayatta? Birileri demiş sınırları çizmiş burda
yaşıyacan demiş. Birileri demiş ki bu maaşı alıcan demiş bu okula
gidicen demiş bunlara karşı çıkmıcan demiş. Bunların hepsi ben
söylemeden önce ben yapmadan önce birileri tarafından söylenmiş. Ben istemedim ki bunların hiçbirini....
Her ne kadar sayısız okumaya tabi tutulmak istenmişse de Truffaut'nun derdi kabaca bir aşk hikayesini anlatmak. Yönetmenin geldiği yerde "menage-a-trois" tabir edilen bizde ise "aşk üçgeni" denip geçilen, muhatabı iki değil, üç olan... Ve giderek bu modelin imkansızlığını dile getirmek; üç insanın her biri, diğerini ölesiye sevse de mutlu son ne mümkün ! Ve insan talihi? Bütün bir yazgının küçük bir tesadüf karşısındaki edilgenliği, ya bilinen en zeki yaşam formu olan insanın göz göre gelen hazin sonu, kendi sonunu geri çeviremeyişi, yetmezmiş gibi yangına körükle gidişi... Bu da olsa olsa takip eden bir tema, yönetmenin tüm filmlerinde belli ölçüde hakim olan. Modernite eleştirisinden, toplumun gerçeklerini dışlayan bohem hayatın sorgulanması ve buradan en küçük toplum olan aile kurumuna geçişte ortaya çıkan sancılara, tek eşlilik-çok eşlilik sorunsalından, kıyıcı kıskançlık olgusuna, varoluşu sanat-aşk üzerinden tanımlama karşıtlığından, bir sanat nesnesi olarak "kadın"a, esarete dönüşen özgürlük hırsından, toplumların ve insanların kaderindeki ortaklığa, savaşa kadar dallanıp budaklanan yollar ve izledikçe açılan katlardan bahsedebiliriz. Jules ve Jim'i zenginleştiren, demode olmasını imkansızlaştıran üç unsurdan biri bu işte: metnin giriftliği, meselenin zaman aşırılığı, güncelliği.
Diğer ikisine gelince... Biri pekala kusursuz bir karakter çalışması ve dipdiri, yaşayan karakter. O günden bu güne yaşlanmayan, çok sevip, bağrımıza bastığımız. Diğeri Truffaut'nun çocuksu enerjisine ayna tutan yönetmenlik tekniği. Sessiz film dönemine ait bürlesk estetiği, sinemanın görüntüleme ve kurgulama olanaklarının neredeyse tamamını işe koşarak yenileyişi, Yeni Dalga'nın ruhunu, yaratıcılığını eşsiz bir işçilik marifetiyle "yüksek sanat" diyebileceğimiz bir şeye tahvil edişi. Adeta mutluluğun resmini yapışı. Güzelliğin, sanata özgü güzellik duygusunun, yaşamın içinde de orada öylece durduğunun ve yok edilemeyeceğinin altını çizişi. Onu görmek bize kalmış; tıpkı Jim gibi, tıpkı Jules gibi... "Cem Altınsaray"
Kavuşmalarımız kör topal, ayrılıklarımız koşar adım....
Balıkların suyun içinde yaşadıkları gibi biz de hayatın içinde yaşamaya
çalışıyoruz. Doğuyor, büyüyor ve ölüyoruz. Büyümek dedikleri, bir
boşlukta üşümeye benziyor. Gecenin gündüze döndüğü yerde ağaçlar daha taze, yollar daha uzun...
İşte kendini yollara vurmuş bir gezgin Christoph Rehage. 2007 yılında Çin'den yola çıkarak Almanya'ya kadar yürümeye karar verdi. Bir yıl süren yolculuğu Kazakistan'da son buldu. Toplamda 4500 km yol yaptı ve bu süreçte suratında yaşanana değişimi kaydetti.
Çoğumuz ikinci el insanlar haline geldik. Okuyoruz, üniversiteye gidiyoruz, büyük oranda bilgi biriktiriyoruz. Bu bilgiler başka insanların düşündüklerinden ve söylediklerinden oluşuyor. Topladığımız bilgileri başkalarının söyledikleriyle kıyaslıyoruz. Orijinal hiçbir şey yok. Yalnızca tekrar ediyoruz, tekrar ediyoruz, tekrar ediyoruz. Ve biri bize, “düşünce nedir, düşünmek nedir?” diye sorduğunda yanıt veremiyoruz.