Acı haber tez yayılır derler. O hiç duymak istemediğimiz üzücü haber maaesef gerçek oldu. Arabeskin dev ismi Müslüm Baba’yı sonsuzluğa uğurladık.
Bu ülkede "Ooff Of" ünleminin içine dolduran en nadir isimlerden biriydi Müslüm Gürses. Bir kere “Arabesk yavşaklığından utanıyorum” diyenler
kadar sahte değildi. Öyle ki bir insan düşünün bir tarafta arabeskin en
koyu şarkılarına tercüman olsun, diğer tarafta David Bowie, Bob Dylan
şarkıları ustalıkla söylesin. 7 Mayıs 1953 yılında Şanlıurfa’da
çiftçilik yapan yoksul bir ailenin erkek çoğu olarak dünyaya gelen
Müslüm Akbaş, ufak yaşlardan itibaren saz çalmaya ve türkü söylemeye
başladı. Daha sonraki yıllarda Adana’daki çay bahçelerinde şarkılar
söylemeye başladı. 1967 yılında Adana aile çay bahçesinde yapılan şarkı
yarışmasında birinci oldu. İlk 45’liğini İstanbul’da 1968’de yayınladı.
Sonrası bildiğimiz görkemli bir müzikal hayat. Yarım asra yakın 48
yıllık sanatçılık yaşamına sığan 100 civarında albüm.
Rahmetli Barış Manço, bir televizyon programında şöyle bir tespit yapmıştı: “Darbeler
birçok şey gibi müziğin akışını da değiştirdi. 1960’tan sonra Türk
sanat müziğinde, 1971’den sonra arabesk müzikte, 1980’den sonra pop
müzikte, 28 Şubat’tan sonra ise türkülerde yoğunlaşma ve artış oldu.”
Bu çok yerinde olan tespite paralel olarak arabesk, özellikle 70’li
yıllardan itibaren sosyal bir fenomen olarak hayatımıza girdi. İçinde
barındırdığı bol acı ile minibüslerden meyhanelere, gecekondulardan,
burjuvazinin lüks evlerine kadar geniş kesime uzandı. Bu müziğin devler
liginde elbet ağırlıklı olarak erkek egemenliği yaşandı. Orhan Gencebay,
İbrahim Tatlıses, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Hakkı Bulut gibi isimler
her dönem popüler oldular. Arabesk bir anlamda yoksul Anadolu
delikanlılarının sıfırdan zirveye çıkmaları için bir araçtı.
Bu arabesk yıllarının kimine göre en Baba ismi Müslüm Gürses’ti. Çünkü
Müslüm Baba, arabeskin çekirdeğini oluşturan yoksul ve ezilenlerin sesi
oluyordu. Sınıfsal farklılığı dile getiren şarkıları ile bu halk
kesimini can evinden vurdu. Arabeskin en koyusunu yapan bu adam
toplumsal literatürümüze “damardan” diye bir kavramı sokmuştu.
Öyle ki ilk başlarda entelektüel kesimin işi şakaya vurarak
başlattıkları Müslüm Gürses hayranlığı, bir süre sonra realiteye
dönüşmüştü. Bir zamanlar onun müziğine burun kıvıranlar, şimdi onun
konserlerine girmek için yer kapma savaşına girdiler. Anlayacağınız
Müslüm Baba, bir dönem “arabeskin devletleştirilmesi” politikasına
alet olmadan, kendine özgü tarzıyla yoksul kesimden şehirli rock’çı
gençliğe kadar dinleyici kitlesini genişletti. Her şey rağmen “Yakarsa dünyayı garipler yakar” diyerek en alttakileri unutmadan...
Müslüm Gürses bu noktaya sadece sanatı ile gelmedi. Tevazu dolu bir kişiliği, kendine özgü espritüelliği ve şahsına münhasır ses rengi ile bu halkın gönlünde sağlam bir yer edindi. Bu ülkenin hep kıyısından döndüğü “bir dönüşümün” en güzel örneğini gösterdi bizlere. Müslüm Gürses ağır ama küflenmemiş, kederli ama coşkusunu yitirmemiş, rafine zevklerin özel adamıydı. Bir küçük Türkiye’ydi aslında.
İster en ağır metalci ol, ister caz sevdalısı ya da ağzında piposu
çakma entelektüel. Mutlaka herkesin Müslüm Gürses ile kesişmiş bir zaman
dilimi olmuştur. Çünkü isyan, aşk, hüzün gibi kavramlar ne kadar
gerçekse Müslüm Gürses o kadar gerçekti. Ta yüreğimizin en derin
yerinden derin bir "Ooof Ooof" çekip seni
sonsuzluğa uğurluyoruz. Ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Boş
odalardaki senin sesinin eşlik ettiği yalnızlıklar bile.
Nur içinde yat Müslüm Baba.
0 yorum:
Yorum Gönder