Konuk yazarımız Tuğçe Şeker yazdı..
Ufacık
yuvarlak bir masanın yanında, ben sağa o sola doğru sandalyesini çevirmiş
oturuyorduk. Ayaklarımı, oturduğumuz yeri bayır aşağı uzanan çimlerin olduğu
kısımdan ayıran demir çitin üstüne dayamış, sandalyemi arkaya doğru
esnetiyordum.
"Düşeceksin"
dedi, boşta olan sandalyeye uzattığı ayaklarından birini diğerinin üstüne atarken.
Sağlamcıydı o. Kendini geriye doğru atmayacak kadar düz otururdu.
"En
az geriye esnemem kadar zevkli olurdu o düşüş" dedim. "Hiç olmazsa
gülerdik."
"Gülerdin
ama canın da acırdı. Canın acıdıktan sonra gülmenin bir anlamı yok" dedi
küçümser bakışlarıyla.
"Asıl
o zaman anlamı var. Ağlayacağım bir şey yüzünden acımasındansa, güleceğim bir
şeye istinaden canımın acımasını tercih ederim"
Derin bir
nefes aldı. "Garipsin biliyor musun? Seni ilk tanıdığım günü hatırlıyorum
da..." Gülümsedi. Başını hafifçe öne eğip sanki göğsüne dökülmüş
kırıntıları temizler gibi üzerini silkeledi.
"New
Orleans'taydım. Caz sesi yükselen mekanların önünden geçiyordum. Nereye
gideceğimi, ne yapacağımı bilmeden öylece dolaşmıştım o akşam. Seni gördüm
sonra. Üzerinde kısa deri bir ceket vardı. Yere çömelmiş ve tek dizini
kaldırıma dayamış, saksafon çalan bir adamın yanındaki kedinin fotoğrafını
çekiyordun. Saçların sol omzundan aşağı doğru uzanıyordu." Gözleri dalmış,
sanki yine New Orleans'ta o sokakta bana uzaktan bakıyor gibiydi. "Biliyor
musun?" dedi. "O fotoğraf hala odamın duvarında asılı."
Masanın
üzerindeki sigara paketine uzandı. Başka bir marka almıştı. İlk kez onu farklı
bir marka içerken görüyordum. Bakışlarımın olduğu yöne çevirdi yüzünü "3
ayrı dükkana baktım yol üstünde. İçtiğim sigara yoktu. Sanırım bugün hayat bana
istediğim ve alıştığım hiç bir şeyi vermeyecek" dedi.
Sandalyemi
bir kez daha geriye doğru esnettim. "Hayat istediğin şeyleri değil,
gerçekten hak ettiğine inandığın şeyleri verir sana."
"Seni
hak ettiğime inanmıştım."
"Sen
sadece beni elde ettiğine inandın. Bazen insanlar 'Tanrım bunu hak edecek ne
yaptım?' diye isyan ederler. Ama hiç bir zaman içlerinde bulundukları o durumu
hazırlayan koşulları, Tanrı'nın değil kendi seçimlerinin yarattığını bilmezler.
Sen yaptığın her şeyi benim iyiliğim için yaptığına inandın. Oysaki kendi
çıkarların yönünde hareket ettiğini kendin de en az benim kadar iyi biliyordun.
Benim için çabalamanı istemedim ben. Sadece aynı şey üzerinde birlikte
çabalamayı istedim"
Sigarasından
çektiği son nefesi sanki kendi son nefesiymişçesine bıraktı. Gözleri yukarıya
doğru yükselen dumanla birlikte tepemizdeki ağacın dallarına takıldı. Yavaşça
yerimden kalkıp fotoğraf makinemi boynuma astım. Herhangi bir şey söylemeye
niyetim yoktu ama demir çitin üzerinden atlayan kediyi görünce, "La vie en
rose" dedim... Boğulurken, bir anda suyun üstüne çıkmış gibi gözlerini bana
çevirdi. Suratında, gözlerini hastanede açan birinin karmaşası vardı sanki.
"New
Orleans'ta beni gördüğün gece... Fotoğrafını çektiğim kedinin yanındaki
saksafon çalan adam... La vie en rose'u çalıyordu" dedim.
Sadece
gülümsedi. Düşmüşüm gibi...
1 yorum:
Samimi bir paylaşım, teşekkürler. Ayrıca saksafonun yanında bulunan kedili fotoğraf gerçekten çok hoş, sağolun. Saksafon Kursu İzmir
Yorum Gönder