"İnsanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. Olmak istedikleri ama olamadıkları 'kişi'yi anlatırlar."
Yusuf Atılgan
Günlerden yeni bir pazartesi aylardan Ekim. Arafta olmak misali bir yanımız sonhabar, bir yanımız kış. Bugün 5 şarkılık listemizin konusu birbirinden değerli müzisyenlerin hayatlarının bir döneminde yaşamış olduğu ilginç anılar ve bazı şarkıların öyküleri eşliğinde o müzik insanlarından seçmiş olduğum şarkılar.
Hüzünlü bir kadının söylediği gibi: "Huzurlu olmayı öğreniyorum, kendi yanıma uzanmışım sessizce."
Hepinize Mutlu Pazartesiler...
Hepinize Mutlu Pazartesiler...
Cem Karaca ve Apaşlar - Oy Bana Bana
Yıl 2003. 6-7 Eylül tarihlerinde Coca- Cola (Captain Fantastic filminde geçen doğru ifadesiyle zehirli su) Türkiye'de ''Rock'n Coke''
adı altında bir festival gerçekleştireceğini duyurur. Bir anlamda Amerikan emperyalizminin en önemli simgelerinden biri olan bu markanın bir festival
gerçekleştireceğinin duyulması üzerine, Türkiye'deki barış yanlısı
gençler bir ''karşı festival'' fikri ile "Rock Şişede Durmaz" sloganı ile Barışa Rock'ı düzenlemeye karar verirler. Bazı kesimlerin itirazına rağmen festivalde yer alması düşünülen isimlerden biri de Cem Karaca'dır. Festival günü Cem Karaca evde huzursuz. Eşine "gelmezler bu adamlar" diyerek bir taraftanda biraz demleniyor. Aksilik bu ya o gün Cem Karaca'yı almaya giden araba yolda arızalanıyor. Ama bir şekilde Cem Karaca'yı alıyorlar ve sahneye çıkıyor. Konser sırasında bir ara sahneden düşüyor. O esnada konseri izleyen yaklaşık 10.000 kişi de büyük bir sessizlik. Hemen görevliler müdahale ediyor ve Cem Karaca tekrar sahneye çıkıyor. Seyirciler hep bir ağzından "Cem Baba sen bizim her şeyimizsin" sloganının atmaya başlıyor. Usta sanatçı bir bakıyor ki başından hiç çıkarmadığı şapkası yok. O kargaşa esnasında muhtemelen şapka bir yerlerde düşüyor. Cem Karaca seyicilere dönerek "Şapka nerde ya, muhtemelen Uzan grubundan birisi almıştır." diyor. Hikayenin aslı ise o dönem Cem Karaca Star gazetesinin seslendirmesini yapmış ama parasını vermemişler.
Bu anı için sözü Kalan Müzik'in sahibi Hasan Saltuk'a bırakıyoruz. Sene 2000. Kurduğumuz güven
ilişkisinin de etkisiyle ikna oldu sanırım, Harbiye Açıkhava'daki
konsere. Kulisteyiz. Neşet heyecandan titriyor. Bir duble rakı vermeye
yeltendim, istemedi. "Hasan, bizimkiler dışarıda mı?" diye sordu. Sanıyor ki konsere sadece İstanbul'da yaşayan Kırşehirliler gelmiş. "Abi yok" dedim, "Bak şu perdenin kenarından, kimler var." Üniversite öğrencilerini, her yaştan insanı, o tıklım tıklım kalabalığı görünce istedi, önce kabul etmediği o dubleyi.
Bir de, "Senden bir ricam var, bizimkiler, bir ceplerinde konyak
şisesi, bir ceplerinde tahta kaşıklar dışarıda bekliyorlardır.
Garibanlar bilet alacak parayı bulamamıştır, benim paramdan kesin,
garipleri içeri alın" dedi. Kapının önüne çıktım, 80-100 kişilik bir
grup, aynen onun dediği gibi çimenlerde oturuyor. Zaten konser de,
onlar girdikten sonra başladı esas.
Şener Şen'le, Arif Keskiner de oradaydı. Kırşehirliler kaşıklarla
oynamaya başlayınca, korumalar engellemeye çalıştı önce. Şener'le Arif
korumaları devreden çıkarınca, Neşet'in de keyfi yerine geldi. İşte o
konserle yeniden barıştı Türkiye'yle. Bir yandan albümler, bir yandan
Türkiye'nin her yerinden konser teklifleri... Buraya yerleşme kararı
aldı sonunda.
Taner Öngür - Kara Kız
Değerli müzisyen Taner Öngür'ü Moğollar'ın bascışı olarak tanıyoruz. Taner Öngür geçtiğimiz ay 'Elektrik Gramofon' isimli bir plak çıkardı. Sadece 250 adet basılan plağın neredeyse tamamı bir günde Kadıköy Plak Günlerinde satıldı. Şu an plak tükenmiş durumda ve yeni bir baskısı bekleniyor. Hikayemize gelirsek; Taner Öngür askerliğini yaptıktan sonra, 1980 askeri darbesi öncesi Almanya Frankfurt'a gidiyor. Kaldığı mekan 1968 öğrenci hareketleri sırasında işgal edilmiş on katlı meşhur bir İşgal Evi. Her katında on oda bulunan binanın bir komitesi var ve demokratik bir işleyiş düzeniyle ortak kararlar alınıyor. Bir nevi kominal bir yaşam alanı. Binada kimler yok ki. Anarşistler, punklar, hippiler, yeşil hareketin doğuşunda yer alan aktivistler. Taner Öngür ve arkadaşlarından oluşan dört kişilik Türk grubuna en üst katta yer veriliyor. Türkiye'de darbe olduğunu o binada kalan kişilerden öğreniyorlar. Bu sırada işgal evinin birçok konuğu oluyor. Hatta bazı okullardan öğretmenler, öğrencilerini yanlarına alarak evi gezdiriyorlar. Taner Öngür ve arkadaşları bu ziyaretçiler için bir odada müzik yapıyorlar. Herkesin korktuğu hatta işgal evinde kalanların bile yaklaşmaya cesaret edemediği ve her eylemde hep en ön safta yer alan yaklaşık 100 kişilik Berlinli bir punk topluluğu bizim Türklerin en iyi arkadaşı oluyor. O dönemde Frankfurt Havalimanı'nı büyütmek için orman kesilmek isteniyordu. Malum yaşanan atmosfere paralel olarak işgal evi fazla mesai yapıyordu. Gösteriler, eylemler, konserler. Bu nedenle kaldıkları bina sık sık polis tarafından kuşatılıyordu. O kuşatmalarda kim hangi enstrümanı bulursa pencerelerden polise karşı ses'li bir tepki veriyordu. Bizimkilerde bu tür kuşatmalarda davul ve zurna ile Alman polise karşılık veriyormuş.
Frank Zappa - Montana
Şimdi sözü Frank Zappa'ya veriyoruz:
1971 kışıydı, Stockholm'deydik. İki konser vermiştik. Salondan çıkarken iki oğlan durdurdu beni. Çılgın bir fikirleri olduğunu, onlara katılıp katılmayacağımı sordular. Küçük kardeşleri Hannes, ertesi gün okulu olduğu için konsere gelememişti. Birlikte eve gitseymişiz, ben Hannes'in odasına girip 'sen bana gelmeyince ben sana geldim' diyerek onu uyandırsaymışım. Peki dedim, şehrin 20 kilometre dışındaki evlerine gittik. Hannes'i uyandırdım. Tahmin edilebileceği gibi, çok şaşırdı. Annesiyle babası da yataktan kalkıp geldiler. Çok hoş insanlardı. Sabah 5.30'a kadar mutfakta oturup politika konuştuk.
1971 kışıydı, Stockholm'deydik. İki konser vermiştik. Salondan çıkarken iki oğlan durdurdu beni. Çılgın bir fikirleri olduğunu, onlara katılıp katılmayacağımı sordular. Küçük kardeşleri Hannes, ertesi gün okulu olduğu için konsere gelememişti. Birlikte eve gitseymişiz, ben Hannes'in odasına girip 'sen bana gelmeyince ben sana geldim' diyerek onu uyandırsaymışım. Peki dedim, şehrin 20 kilometre dışındaki evlerine gittik. Hannes'i uyandırdım. Tahmin edilebileceği gibi, çok şaşırdı. Annesiyle babası da yataktan kalkıp geldiler. Çok hoş insanlardı. Sabah 5.30'a kadar mutfakta oturup politika konuştuk.
Kesmeşeker - Metin Kurt Yalnızlığı
Metin Kurt. Türk futbolunun aykırı ismi. 1971-73 yılları arasında üç kez üst üste şampiyon olmuş Galatasaray
takımının sağ kanattaki yıldızıydı Metin Kurt. Aynı zamanda altı yıl
boyunca aralıksız olmak üzere 26 kez de milli formayı sırtından
çıkarmamıştı. Bir zaman Türkiye Kupası’nda Galatasaray finale çıkıp da
futbolcu primleri ödenmeyince, Metin Kurt dört arkadaşıyla beraber
idmana yarım saat geç çıktı. Kulübün menajeri tarafından futbola anarşi
sokmakla suçlandı, sonra da futbolun patronlarıyla yıldızı hiç
barışmadı. Bir sonraki sezon sözleşmesi kendisine sorulmadan, normalden
düşük bir paraya uzatıldı. Çoğunlukla kadro dışı bırakıldı, pirimleri
ödenmedi. Oynadığı maçlardaysa iki devreyi iki ayrı kanatta, kendi
ifadesiyle “sahanın yöneticilere uzak, halka yakın bölgelerinde”
oynayarak doldurdu. Sonraki süreçtede Kayserispor’a satıldı. 2.Lig’deki Kayserispor’da da göze batmaya devam etti. Maden-İş grevinde
sendikaya destek olmak için halktan para topladı, hatta metal
fabrikasında işe girdi. Bir dönem basına demeç verme yasağına
çarptırıldı. Yasağa uymayınca da kadro dışı kaldı. Fakat işçiler o kadar
baskı yaptı ki, yönetim cezayı geri almak zorunda kaldı. İşte o Metin Kurt bir anısı şöyle anlatıyordu:
İzmir'de Polonya'yla milli maçımız vardı. Bu maç yöneticiler için de
halk için de çok önemli bir maçtı. Çünkü o maçta kazanırsak bir moral
kaynağı olacaktı halka. Ve o maçı biz 1-0 kazandık. Maçtan sonra halk
bindiğimiz otobüsü neredeyse omzuna alacak, öylesine çoşkulu. O sırada
pencereden dışarı bakıyorum ben, bir baktım bir çocuk kalabalığın
arasından fırlayıp geldi. Zıplaya zıplaya otobüse vuruyor, Metin Abi!
Metin Abi! diyor bana, diyor ayakkabının bağını verir misin. Şimdi ben
ne yapayım napayım derken bizim otobüs hareket etti. O sırada baktım ki
çocuğun ayakları çıplak. Ya çıplak bir çocuk bizden ayakkabı bağı
istiyor. Ondan sonra düşündüm. Dedim ki; abi biz ne işe yarıyoruz acaba?
Biz bu işi yapıyoruz da kimin için yapıyoruz, kimin yararına yapıyoruz?
BONUS: Captain Fantastic - Sweet Child O' Mine
Finali yazımda bahsi geçen Captain Fantastic filminin o muhteşem sahnesi ile yapalım. Film yaşadığımız çağa, bize dayatılan dünya düzenine dair o kadar güzel mesajlar veriyordu ki. Geleceğimiz olan çocukların eğitimi ve bilinçli olarak yetiştirilmesi ne kadar önemli bir konu aslında. Özetle fikri hür, vicdanı hür, kula kulluk etmeyen yeni nesillere ihtiyacımız var. Müziğin, sanatın, edebiyatın, vicdanın, özgürlüğün, aklın, zekanın ve bilim ışığının hiç sönmemesi umuduyla...