31.01.2013

Aşkın damakta kalan tadı


Beş yıl önce bir sergiyle başlayan, bu yıl bir festivale dönüşen sanat etkinliği "Aşkın Damakta Kalan Tadı" 5 Şubat'ta başlıyor. Festival ile amaçlanan, İstanbul'u dünyanın aşk şehri ilan etmek. Festival bu sene cam, seramik, resim, takı gibi birçok alanda 80'e yakın sanatçıyı konuk edecek. Pera Palace Hotel Jumeirah ve Addresistanbul'da görülebilecek festival ayrıca bir çok parti ve etkinliğe ev sahipliği yapacak. 


Festival bir aşk festivali ama en çarpıcı özelliği, hiçbir eserde kalp sembolünün bulunmaması. Ayrıca yoğunlaşılan konular arasında sadece sevgiliye duyulan aşk değil, sanatçıların kendileri için en değerli gördüğü kavramlar var. Bu kimi zaman bir sevgili, kimi zaman bir şehir ya da bir çocuk. Vaktiniz olursa bu sıradışı "Kalpsiz aşk festivali'ne uğramanızı tavsiye ediyorum.

Tom Tom Club - Genius of Love

Delorean - Real Love

30.01.2013

Hayat ne tuhaf


Hayat ne tuhaf vapurlar falan....


Bored Nothing – Let Down

Haruki Naginata – Wasted

Beni katagorize etme!


Ülkemizde bir ırkçılık gündemidir gidiyor. Hatta bu tartışma okyanus ötesinde Tarantino'nun köleliği western tazında işlediği Zincirsiz filmi içinde geçerli. Birileri hala insanları katagorize etmekte ısrar ediyor. Irk, dil, din, ten rengi, statü, cinsiyet liste uzayıp gidiyor. Tek gerçek, yeni dönem faşizmin yükselen ayak sesleri. Her şeye rağmen insan hala umudunu korumak istiyor. Elbette o içimizden hiç eksik olmayan korkuyla...

Ne demiş Einstein : "Aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk ve din başta olmak üzere sekizden fazla katagoriye ayrılır. Oysa olay bu kadar karmaşık değil. İnsanlar sadece ikiye ayrılırlar; iyi insanlar ve kötü insanlar."

Helado Negro - Dance Ghost

Indians - I Am Haunted

29.01.2013

Taş yürek


Can atıyorlardı sivri kargılarıyla birbirlerini öldürmeye.
İnsanları yok eden savaş ürperiyordu, ellerde tutulan keskin uzun kargılarla.
Yığın yığın ilerliyordu ordular, tolgaların tunç ışıltılarından gözler kamaşıyordu,
Yeni parlatılmış zırhlardan, parlak kalkanlardan.
Varsa bu çaba karşısında sevinen, acınmayan, taştandır yüreği o insanın...

"Homeros"

Başkalarının savaşında öldürmeyin sayın abiler. Bu hayatta taş yürekli insanların savaşlarına piyon olmak kadar onursuz bir davranış olamaz. En güzel savaş sadece aşk'tır. Aşk örgütlenmektir sayın abiler... Sadece aşkınız ve onurunuzla yaşayın abiler..

La Roux- In For The Kill

Music Go Music - Light Of Love

Dilek Taşı öksüz kaldı


2013 yılının Ocak ayı karabasan misali üzerimize çöktü. Ardı ardına bu ülke için değerli isimler hayata veda ettiler. Bu ölüm ağacının son düşen yaprağı değerli sanatçı Ferdi Özbeğen oldu. Her ölüm veda kokar, fakat bu ölüm çok fazla buruk ve duygusal oldu.

Telsizle arkadaş aramak, elmor, video klipler, 33′lükler, Limasollu Naci, 0302 otobüsler, Eagles, Queen, Flashdance, Gırgır, bir kalem, bir defter, bir silgi eşliğinde silinip giden yıllardı 80’ler. O yıllarda bir kuşak Ferdi Özbeğen’i, evlerde aile büyüklerinin üst üste yığılmış plak ve kasetleriyle tanıdı. Önce biraz merak ve korkuyla yaklaşılan bu albümler, sonraları duygusal boyutlara açılan kapıların altın anahtarı oldu. Yeniyetme delikanlılar sevdikleri kızlara pencere altlarında onun şarkılarını söylediler. Belki bu yüzden eli ağır kız babalarından çok fazla dayak yedi bu delikanlılar. Ama hakiki aşk böyledir; zor ulaşılır, kolay kolay kaybedilmez. O yılları Umut Sarıkaya bir yazısında ne güzel özetlemişti: “Ömrüm Tuborg aile çay bahçelerinde çalınan Ferdi Özbeğen şarkıları hüznünde seyrediyordu.”


1941 İzmir doğumlu Ferdi Özbeğen, 11 yaşında ortaokulla birlikte müzik öğrenimine başladı. 1960 yılında İstanbul’da İktisat Fakültesi’ni kazanan Özbeğen, babasının vefatı ile eğitim hayatını yarıda kesmek zorunda kaldı. Bu süreçten sonra müzik Ferdi Özebeğen’in tek amacı olacaktı. 1965 yılında Ferdi Özbeğen ve Orkestrası olarak katıldıkları Altın Mikrafon yarışması bu günlere gelen sürece öncülük etti. O dönem içinde orkestra Okay Temiz, Esin Engin gibi önemli isimleri bünyesinde barındırmıştır. 1977 yılında sanatçı, ilk uzunçaları olan Ferdi Özbeğen’le 45 Dakika’yı çıkardı. Bu albüm Ferdi Özbeğen fırtınasının fitilini ateşledi. Albüm çok sevildi, büyük satış rakamlarına ulaştı. Sonrası hepimizin bildiği süreç; onlarca güzel albüm, hiçbir zaman unutamayacağımız hazine gibi şarkılar.

Ferdi Özbeğen her şeyden önce çok önemli bir yorumcuydu. Kimine göre fantezi müzik eserleri üreten bir piyanist şantör ekolünün en büyük ustası, kimine göre Türk Batı Müziği alanında eserler vermiş bir sanatçı. Ama en önemli özelliği eserlerini, kendi duyguları ile yoğuran bir gönül adamı olmasıydı. Belkide bu yüzden onu en çok kadınlar sevdi. Ama şuna eminiz ki gittikçe yozlaşan ve sıradanlaşan bir müzik piyasında onun değeri şimdi daha da çok anlaşılacak.


Bir ekşi sözlük yorumunda dediği gibi "Vefatıyla kadehler yarıya inmiştir." 

Ey gün batımlarının hüzünlü insanı, Kaybedenler Kulübü’nün asla kaybetmeyen daimi üyesi huzur içinde uyu…

Ferdi Özbeğen - Dilek taşı

28.01.2013

Bekle dedi geceyi


Geleceğim, bekle dedi, gitti
Ben beklemedim, o da gelmedi
Ölüm gibi bir şey oldu
Ama kimse ölmedi...

"Özdemir Asaf"

Bugün 28 Ocak. Türk şiiri ve edebiyatının önemli isimlerinden Özdemir Asaf, 32 yıl önce bugün, 1981 yılında aramızdan ayrıldı.

Günün dinleme önerileri:

- Marvin Gaye "What's Going On"
- Hot Chip "The Warning"
- The Notwist "Noah"
- Tarwater "Miracle Of Love"
- Songs Ohio "Blue Factory Flame"

Günün filmi:


"Donnie Darko" Yön: Richard Kelly (2001)

Donnie, Frank'e neden o aptal tavşan kostümünü giydiğini sorar. Frank'de Donnie'ye neden o aptal insan kostümünü giydiğini sorarak cevap verir.

Hepinize Mutlu Pazartesiler...

Echo & The Bunnymen - The Killing Moon
 
Gary Jules - Mad World

27.01.2013

The Strokes ses verdi


The Strokes 2001 yılında çıkardıkları ilk albümleri ile rock müziğin yeni kurtarıcıları ilan edilmişti. Cidden bu debut albüm çok çok iyi çalışmaydı. Daha sonraki yıllarda Strokes yeni albümler yaptı. Ama kişisel fikrimce o ilk albümün hegomanyasını asla aşamadılar. Son dönemlerde herkes gruptan yeni bir albüm müjdesi bekliyordu. Zira solist Julian Casablancas bir dönem tek tabanca takılmaya başlamıştı. Bu müjde geldi diyebiliriz. Evet bir aksilik olmazsa yeni albüm senenin sonlarına doğru bizlerle buluşacak. Yeni şarkı "One Way Trigger" için böyle buyrun...

The Strokes - One Way Trigger

Furuğ Ferruhzad


"İnsan aklını coşkulandıran bu güzel şeylerin hepsini bana verip şiir söyleme gücünü benden alırlarsa kendimi öldürürüm"

Bir kadın, İranlı bir kadın. Nefrete öfkeye maruz kalmış ve bu yüzden hayatından, yurdundan, çocuğundan vazgeçmek zorunda bırakılmış bir İranlı kadın şair. Buna rağmen 33 yıllık kısa yaşamına dört şiir kitabı sığdırmış bir günbatımı ozanı. Furuğ Ferruhzad, Tahran'da bir albayın kızı olarak 1935 yılında doğdu. On altı yaşında İran'ın ünlü simalarından Pevez Şapur ile evlendi. Oğlu 1953'te doğdu. 1954'de eşinden boşandı ve bir daha oğlunu göremedi.

"Benim payıma düşen, terk edilmiş merdivenlerden inmektir."

Şair, 22 yaşında sinemayla tanıştı. Sinemada oyunculuk, senaristlik, kameramanlık, yönetmen yardımcılığı gibi işlerde çalıştı. 1962 yılında yaptığı bir belgesel filmi, o yıl İtalya'da yapılan bir festivalde birincilik ödülü aldı. Yine 1963 yılında yaptığı "Kara Ev" film, Almanya'da en iyi film ödülünü aldı. Bir yıl sonra henüz 33 yaşında iken bir trafik kazasında hayata veda etti.


dinle!
karanlığın esintisini duyuyor musun?
gecede bir şeyler geçiyor
ay, kıpkırmızı perişan
yas tutmuş bulutlar
çökmekte olan bu damın üzerinde
sanki yağmur anını bekliyorlar
sadece bir an,
ve sonra, hiç
şu pencerenin arkasında gece titriyor
ve yeryüzü dönmekten vazgeçiyor
şu pencerenin arkasında
bilinmeyen bir şey
bizi merak ediyor, beni ve seni

rüzgar bizi alıp götürecek
rüzgar bizi alıp götürecek...

Noir Désir - Le Vent Nous Portera

Local Wizards – Cold

25.01.2013

Ötelenmiş gerçekler


Bu kikayede ki tüm kişi ve kurumlar bir zamanlar gerçekti...

"Hep kendini bulunmaz hint kumaşı sanmıştın, kaç metredir senin yokluğun?"

Twin Shadow - Five Seconds

The Bird And The Bee - Love Letter To Japan

24.01.2013

Pargalı İbrahim


Muhteşem Yüzyıl dizisi en çok izlenen ve tartışılan dizilerden biri olmaya devam ediyor. Malum dizinin gerçekleri yansıtmadığı, Osmanlı'nın o şekilde yaşamadığı gibi konular siyasetin gündemine kadar girmişti. Elbette bir takım insanların Osmanlı ve Padişah özlemi her dönem eksik olmuyordu. Dizinin geçen haftasında benim izlemediğim fakat sağdan soldan okuduğum Pargalı İbrahim'in infaz sahnesi baya konuşulmuştu. Hatta bu bölümden sonra Pargalı’nın İstanbul-Fındıklı’daki mezarı ziyaretçi akınına uğradı. Diziyi izleyip infazın etkisinde kalan birçok kişi, mezara gidip Pargalı için dua etti. Evet cidden tuhaf bir milletiz...

Ne diyordu Pargalı İbrahim:

“Cennetle cehennemin arasında bir yerdeyim. Araftayım. Benim ömrüm böyle mi nihayet bulacak? Sizin yüzünüzü gördüğümde cennetinizin bahçeleri açılıyor. Saadete doğru yürüyorum. Sizden uzakta cehennem ateşleri sarıyor ruhumu. Yanıyorum. Kadere isyan ediyorum “

Ben İbrahim. Pargadan 10 yaşında devşirilen, Dönme İbrahim. 17 sinde Şehzade Süleyman’ın şahincibaşısı, 25'inde Sultan Süleyman Han Hazretlerinin hasodabaşısı, 28'inde hünkarının vezir-i azamı, iktidarın ortağı İbrahim.

Cenneti cehennemi hep içinde taşıyan, kendi şeytanıyla dost, postun şeyhiyle müttefik ama hep tetik .. Araf’ın yüce kapısının sadık bekçisi; kapıkulu İbrahim. Sultan Süleyman’ın mahreminde, sırrında ama hep sınırda olan İbrahim. Hünkarının derin gözlerinde her gün kendi cenazesini seyreden İbrahim. Sultanının gözlerine baktıkça ölüme koşarak giden İbrahim! Ölümüne kaza namazları kılınan, İbrahim ..
 
Foxygen - Make It Known

Manic Street Preachers - The Love Of Richard Nixon

Açıklayalım


Bir de bana şiirlerin
neden söz açmaz diye soruyorsunuz
düşlerden, yapraklardan
doğduğun ülkenin koca yanardağlarından?

Gelin görün, sokaklar kan
gelin görün,
sokaklar kan
gelin görün kanı
sokaklar boyunca akan...

"Pablo Neruda"

Editors - Blood

She Wants Revenge - Written In Blood

23.01.2013

Bakış açısı


Eğer bir şeyi bütün olarak görebilirsen, hep güzelmiş gibi görünür. Gezegenler, yaşamlar… Ama yakından bakıldığında, bir dünya yalnızca toz ve kayadan oluşur. Günden güne yaşam daha da zorlaşır, yorulursun, ritmi kaçırırsın. Uzaklığı ararsın, ara vermeyi. Dünyanın ne kadar güzel olduğunu görmenin yolu, onu ay gibi görmekten geçiyor. Yaşamın ne güzel olduğunu görmenin yolu ölümün bakış açısından bakmaktan geçiyor.

"Ursula K. Le Guin"


Metronomy - The Look

Hot Chip - Look At Where We Are

22.01.2013

Deprem Dede'yi kaybettik



Latife Tekin'in deyimiyle "sevgili arsız ölüm" aramızdan birini daha aldı. Deprem dedince ülkemizde ilk akla gelen isim olan Kandilli Rasathanesi eski müdürü Ahmet Mete Işıkara hayatını kaybetti.

Depremler doğanın en yıkıcı doğal afetlerinden birisi. Maalesef ülkemizin önemli bir kısmı deprem kuşağı üzerinde. Tabir yerindeyse diken üstünde depremle yaşamaya alışmaya çalışıyoruz. Hayatımıza depremle yaşamak tabirini sokan bilim insanlarından biriydi Deprem Dede. Başındaki deprem sıfatına inat çok içten, sıcak ve yediden yetmişe herkesin sevdiği bir insandı Ahmet Mete Işıkara. Hatta millet olarak herşeyin suyunu çıkarmayı çok iyi bildiğimiz için ve sanırım artık deprem sözünden sıkılmış olmalıyız ki, Deprem Dede’yi bir dönem Türkiye’nin en seksi erkeği seçmiştik.

Türkiye onu hem maddi, hem manevi anlamda birçok yıkıma neden olan 17 Ağustos depremi sonrası yaptığı açıklamalar ve çalışmalar ile tanıdı. Deprem Dede, biz Türküz bize bir şey mantığa inat; il il, ilçe ilçe, köy köy Türkiye’yi dolaşarak deprem konusunda insanları bilinçlendirmeyi kendisine görev edinmişti.


Peki Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara kimdir? İsterseniz bir hayatına göz atalım. Ahmet Mete Işıkara, 1941 yılında Mersin'de doğdu. 1954 Mersin Lisesi'ni bitirdi. 1965 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Jeofizik Bölümü'nü bitirdi ve aynı bölüme asistan oldu. 1976 - 1983 yılları arasında Türkiye Ulusal Jeodezi ve Jeofizik Birliği Ulusal Jeomagnetizma ve Aeronomi Komisyonu Başkanlığı yaptı. 1979 - 1982 yılları arasında Avrupa Depremlerin Önceden Belirlenmesi Çalışma Grubu'nda koordinatör olarak çalıştı. 1980 - 1983 yılları arasında Türkiye adına Avrupa Konseyi Deprem Uzmanları Komitesi'nde temsilcilik yaptı. 1985 yılında Boğaziçi Üniversitesi'nde göreve başladı. 1985 yılında Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırmaları Enstitüsü'nde müdür yardımcısı oldu. 1991 yılında Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırmaları Enstitüsü'nde müdür oldu. Sonraki süreçte görevinden emekli olmuş ama idaalerinden asla vazgeçmemişti.

Göz yaşıyla yoğrulmuş bu çoğrafyada depremle yaşamak gerçeği ve ölüm. Ne tuhaf her ölüm, yaşadığımız dünyayla tanışıklık hissini biraz daha azaltıyor ve bu dünyaya ait herşeyin burada kaldığına güçlü bir kanıt sunuyor. Deprem Dedemiz, bize her seferinde gerekli uyarıları yaparak daha güzel bir dünyanın tarifini yapmaya çalışıyordu. Evet bu dünyada da depremler olur diyordu; ama unutmamamız gereken şu noktayı tekrar tekrar hatırlatıyordu. Deprem öldürmez, binalar öldürür… Kısaca malzemeden nasıl çalarım diyen yurdum müdahitlerine inceden inceye dokunduruyordu. Özetle böyle gelmiş böyle gitmesin. Farkında mısınız bilmem, olası Marmara Depremi gibi bir felaket kapımızda Azrail misali nöbet tutuyor. Ve bu felaket Maya’ların 21 Aralığı gibi bir efsane değil, bilimsel bir gerçek.

Sözün bittiği yerde; Nur içinde yat Deprem Dede, mekanın cennet olsun diyoruz…

Little Boots - Earthquakes

Ssion - Earthquake

Karlar Kraliçesi


İki çocuğun bu hali o kadar sevimli ve güzeldi ki, buz parçaları neşe ile dans etmeye başladılar ve böylece Kay'a bir çift yeni patenle birlikte hürriyeti ve dünyayı verecek olan Ebediyet kelimesini kendiliğinden yazdılar.

"Karlar Kraliçesi, Andersen"

Ruhunda her daim bir kış hüznü barındıran romantik kaybedenler için...

Porcelain Raft – While I’m Here

Mat Riviere – The City Is As Cold As You Want It To Be

21.01.2013

Müsveddeler


Anlatarak bitiriyorum hayatımı
Bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat
Bir çiçek çizdim bu akşam avcuma
İsmini herşey koydum.
Simli ojeler sürdüm yalnızlıktan sıkıldığımdan.
Müsveddesi gibi şimdi tırnaklarım
Yıldızlı bir gecenin..


"Didem Madak"

Northern Lite - Go With The Flow

The Smiths - Stop Me if You Think You've Heard This One Before

Poşet Süt


Süt deyince hep müstehcen şeyler geliyor aklıma
Şiirde tam pansiyon kalıyorum Füsun
Tonton kediler var bu mahallede hepsi de yazılıyor bana
Ben sütleri hiç dökmüyorum Füsun
Kediler aleminde raconsuz bir davranıştır zira...

"Didem Madak"

Günün dinleme önerileri:

- Twin Shadow "Five Seconds"
- Eugene McGuinness "Lion"
- Morrissey "I Have Forgiven Jesus"
- 21.Peron "Anlatamıyorum"
- Erkin Koray "Karlı Dağlar"

Günün filmi:



"Dandelion" Yön: Mark Milgard (2004)

İlk izlediğimde çok etkilendiğim filmlerden biri olmuştu Dandelion. Hayatın anlamı, aşk denilen garip duygu, içsel yolculuklar, aile içi iletişimsizlik ve müthiş görselliği ile resim gibi akıp giden bir film. Ayrıca içinde, Cat Power, Doves, Sparklehorse gibi güzel isimleri barındıran filmin soundtrack'ine ayrı bir dikkat lütfen...

Şairin dediği gibi; "Sigortalı bir işe girmeden aşık olunmuyor."

Hepinize Mutlu Pazartesiler...

Cat Power - Metal Heart

Broadcast - Black Cat

18.01.2013

Kadın Olmak Ne Büyük Kabahat!


Yukarıda ki başlık ünlü Fransız yazar, düşünür ve gazeteci Simone de Beauvoir'e ait. Beauvoir, 1908-1986 yılları arasında yaşamış ve kadınların gördüğü baskıların bilimsel incelemesini yaptığı ' İkinci  Cins 'adlı kitabı ile büyük bir ses getirmişti.

"Cinsel açlığın yaygın ve kadına ulaşmanın zor olduğu durumlarda, sürekli olarak uyarılan erkek, 'haram gibi normlara sahip değilse', fırsatını bulduğunda kendisini uyaran 'tahrik eden' kadına yönelir, rıza ile karşılık bulamazsa duruma göre saldırır."

Bu satırlarda yurdum gazetesindeki bir köşe yazarına ait. Buyrun buradan yakın. Tecavüz ve kadına yönelik şiddete ilahi! açıklama... Bazen bu dünyada kimlerle aynı oksijeni tüketiyoruz diye çok düşünüyorum. Kafayı yersem şaşmayın...

Boney M - No Woman No Cry

Matisyahu - One Woman

Gazoz kapağı


Gördüğün gibi başlayan bitiyor. Her nasılsa, gelen gidiyor. Elinde tuttuğun gazoz kapağını şu çimenli yokuştan aşağı bırakabilirsin artık. Nasıl olsa dönüp dolaşıp yine bir yerlerde karşılaşırız seninle.

Haydi bırak dedim, bana öyle bakma. Gazoz kapakları ne işine yarayacak sanki?

-Hüzünlü mü bari?
-Hem de nasıl...

"Gazoz Kapağı; Orta ikiden terk çocuklar için denemeler" 

Vacation – Close To Me

Ellis Swan – Don’t Want To Lie

17.01.2013

İnanmak


Dünyada bir tek insana inanmıştım. O kadar inanmıştım ki, bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı. Ona kızgın değildim. Ona kızmama, darılmama, onun aleyhinde düşünmeme imkân olmadığını hissediyordum. Ama bir kere kırılmıştım. Hayatta en güvendiğim insana duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi.

"Sabahattin Ali"

Whitey - No More Right Or Wrong

Foxygen - San Francisco

Süper kahramanların gerçek hikayeleri


Meksikalı Dulce Pinzon bir fotoğraf sanatçısı. Pinzon'un, Amerika'da çok düşük ücretlere çalışmak zorunda bırakılan Meksikalı göçmenlerin kültürel kimliklerinden yola çıkarak hazırladığı fotoğraf serisinin adı: Süper Kahramanların Gerçek Hikayeleri. Bu fotoğraf serisi, Pinzon'un Meksikalı göçmenleri çalışma esnasında ve her birini bir süper kahraman kostümü içinde çektiği fotoğraflardan ve kısa hikayelerden oluşuyor. Örnek vermek gerekirse Cam silen bir Spider Man.

Kuryelik yapan Superman


Fantastik Dörtlü'nün inşaat işçiliği yapan sert elemanı


Kedi Kız çocuk bakıyor


Captain America sokaklarda


Hulk kendine göre küçük işlerle uğraşarak ekmek parası peşinde


Batman vale olursa:



Fever Ray - Seven(The Twelves Remix)

Swim Deep - Honey (Love Thy Brother Remix)

16.01.2013

Memnuniyet


Kocanızı memnun etmek istediğiniz takdirde:

Ufak tefek kusurlarını bile misafirlerin önünde yüzüne vurmayın

Ona kendinizden evvel kendisinden bahsediniz. İşleri hakkında sizinle konuşurken daima onu takviye ediniz ve kat'iyen "senin yerinde olsaydım ben..." diye konuşmayınız.

Arkadaşlarınızın kocasının yaptıklarını mütemadiyen kendisine anlatmayınız.

Bilhassa hava sıcaksa, ona bir bardak soğuk bira ikram ediniz.

"T.C Tekel İdaresi Bira Broşürü 1951"

Foals - Total Life Forever

The 1975 - Chocolate

Biraz da sinema: Thursday till sunday


1985 doğumlu Şilili genç kadın yönetmen Dominga Sotomayor'un ilk filmi olan "Perşembeden Pazara", 2010 yılında Cannes Festivali'ne şeçilerek dikkat çekti.

Birkaç günlüğüne tatile gitmekte olan bir ailenin altındaki ferah Mazda 929'un arka koltuğundan gözlenen bir evlilikten sahneler. Sotomayor'dan duyarlı ve kişişel bir film. Şili'nin kuzeyine dört günlük geziye giden bir aileye ait arabanın içinde ve çevresinde sürüp giden bir yol filmi. Ailecek son gezileri olacaktır bu. Arada bir, bazı evlilik sorunları ilişir gözümüze, krizin üstü çoğu kez kapalıdır. Mesela, sık sık arka koltukta oturan, neler olup bittiğini anlamayan çocukların gözünden öndeki sessiz ebeveynlerin enselerini görürüz.


Arabada oynanan çeşitli oyunlarla neşeli bir biçimde başlayan yolculuk, çabucak melankolik eğilimler kazanır: Çocukların tek derdi plaja gitmekken, baba başka bir apartman dairesindeki yeni bir yaşama doğru yönelmektedir, anne ise aslında artık var olmayan, her şeyin eskisi sürdüğü bir ortamın hasretini çekmektedir.

Asobi Seksu - Thursday

The Small Faces - Lazy Sunday

15.01.2013

Dönülmez akşamın ufku



Aşk kelimesinin artık cinsel bir tatmin için örtmece olduğu çağımızda, birbirini sevmekten vazgeçmemiş insanları özlüyorum. Uzayan, hep uzayan ama sonunda kavuşan eller. Mevsimler ve şehirler değiştikçe büyüyen aşklar. Uçurumlara inat hep deniz manzarası olan ve bütün çocukların ağzıyla konuşan sevgiler.


Bir sabah kaçmayı öğrenip, güneş doğarken kapını sessizce çalıp işte ben geldim diyeceğim. Mevsimlerden mutlaka Eylül olmalı. Hiç düşünmeden bir vapura bineceğiz. Kasılan tüm insacıklara inat, kasılmadan kelimelerin ayarıyla oynayacağız. Dünyanın şımarıklığına gülüp, sütten kesilmemiş bebekler gibi uysal olacağız. Bilinen tüm yükseklik korkularına yukarıdan bakıp; sen elindeki simiti martılarla paylaşacaksın, ben cebimdeki bozuklukları balıklarla… O gün mutluluğun resmini yapmayacağız, sadece şiirini yazacağız.. Ve o gün dünyada bir tek çocuk bile ölmeyecek... 

O gün anayasalarda yazmayan, tek illegal sloganımız şu olacak: Bizim dünyamızda küçük balık, büyük balığa yem olmayacak…

The Cure - Friday I'm In Love

Music Go Music - Light Of Love

23 yıldır aşk yok memlekette


9 Ocak'ta BirinciBlog'da yayınladığım Cemal Süreya yazım...

Bugün takvim yaprakları 9 Ocak tarihini gösteriyor. Aşk’ın ve hüznün şairi Cemal Süreya’nın aramızdan ayrılışının yirmi üçüncü yılı.

Cemal Süreya bu topraklarda aşkın tarifini en güzel yapan şairlerden biriydi. Sözle, yazıyla, resimle ya da susarak yalanlar söylenen yeryüzünde aşka inanan nadir “Adam”lardan biriydi. Bu yüzden ki, yirmiye yakın şirinde keşke yalnız bunun için sevseydim seni” cümlesinin geçmesi tesadüf değildir. Cemal Süreya’ya göre, aşk da şiir gibi yasadışıdır. Yasallaşınca biter.

“İki çay söylemiştik orada, birisi açık
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni
Bir başına arşınlıyor bir adam mavi treni
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni…”


İlk aşkı annesiydi. Cemal Süreya’nın annesi Gülbeyaz Erzincan’ın Karatuş Köyü’nden, karakaşlı, karagözlü biz Zaza kızıydı. Öylesine beyaz tenliydi ki, nüfusta Güllü olarak kayıtlı olduğu halde yakın çevresinde adı, Beyaz idi. Annesini çok küçük yaşta kaybetti. Annesinin arkasından şu satırları bıraktı;

“Annem çok küçükken öldü
Beni öp, sonra doğur beni..”

Hayatta aşk acısı dahil bir çok acı çekti. Daha çocukluğunda yaşadığı topraklardan sürgün edildi. O hayatı boyunca kendince sürgün yaşadı. Tıpkı şu dizlerinde dediği gibi;

“Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil…”

O İstanbul’u, İstanbul onu seviyordu. Sonbaharda yapraklarla konuşuyor, İstanbul’un baş döndürücü güzelliğine koşulsuz teslim oluyordu. Lodoslu İstanbul denizine bakıp, bir vahanın ortasındaki bu şehre hayranlığını gizlemiyordu. Tramvaylar ve vapurlar sadece bir şehri değil, onun duygularını da taşıyordu.

Seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde
Vapurdaydık vapur kıyıdan gidiyordu
Üç kulaç öteden İstanbul gidiyordu
Uzanmış seni usulca öpmüştüm
Hemen yanımızdan balıklar gidiyordu…




Yalnız olmayı ve yalnızlığı seviyordu. Yalnızlığı sorduklarında şöyle cevap veriyordu;

Yalnızlığı soruyorlar, yalnızlık,
Bir ovanın düz oluşu gibi bir şey.

Hiç bir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni…


Ölürken bile şaka yapabilirim diyen Cemal Süreya’nın şiirinde ölüm düşüncesi son dönemlere kadar öne çıkmaz. Arada bir görünüp kaybolur. Arkadaşlarının, tanıdıklarının peş peşe gelen ölüm haberleriyle, hele Edip Cansever’in, Turgut Uyar’ın ölümüyle büyük bir sarsıntı geçirir. Ve üstü kalsın der;

Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte…
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrum…
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir…
Üstü kalsın…

Can Yücel’in dediği gibi 23 yıldır aşk yok memlekette…

Twins – Hang Around

Beak – Yatton

Acının sonunda: Acı ile


Herhangibi bir yerde, herhangi bir zamanda yaşamım bitti. Bilmiyorum, nerede, ne zaman. Ve işte o bittiği yerde başladı. Acının sonunda. Acı ile.

Bitti, yaşamımı kapattım.

Memory Tapes - Yes I Know

I Can Chase Dragons! - Diving For Sunken Treasure

14.01.2013

Ayrılıklar


Sordum kendi kendime ne yapılabilir çamurdan?
Heykel.
Acılardan?
Aşk.
Yoksulluklardan
bir devrim bile yapılabilir.
Ama hiç bir şey
hiç bir şey yapılamaz
ayrılıklardan....

"Onat Kutlar"

Lives Of Angels – The Rock Drill

Ritual Howls – Lucy

Şu dünyada


Bir salyangoz kadar olamadım, der şair
Ayak izlerimi tutmayan topraklarda yürüdüm
Unutmasını bilen kadınları sevdim
Trenle gece yarısı geçilen kentleri
Şimdi bir soru işareti gibi kaldım şu dünyada...

"Ahmet Erhan"

Günün dinleme önerileri:

- Blur "On Your Own"
- Lulu "The Man With The Golden Gun"
- The National "Forever After Days"
- The Kills "The Last Goodbye"
- Little Joy "Unattainable"

Günün filmi:


"Me and You and Everyone We Know" Yön: Miranda July (2005)

Miranda July'in yazdığı, yönettiği ve başrolünü oynadığı minimal sinemanın zirve noktalarından bir tanesi Me and You and Everyone We Know. Akıp giden bir hayat, pastel renkler, çocukluğun masum düşleri, sıcacık duygular ve adına aşk denen garip ruh hali. Şayet keyifsiz bir gün geçiriyorsanız bu su gibi akıp giden filmi izleyin ve ruhunuzu içinizde esen o tatlı akıntıya bırakmanın mutluluğunu hissedin.

Şairin dediği gibi "İnsan en çok sabahları arar sevdiği kadını diyor birisi, katılıyorum o sabahlara..."

Hepinize mutlu pazartesiler..

Beach House - Lazuli

Chairlift - Amanaemonesia

13.01.2013

Suskunlar


Çağımız, suskunların güme gittiği bir çağdır. Susan hakkını kaybeder. Bilgeliğe falan da papuç bırakan kalmadı. Olgun suskunlar, çağımızda aciz suskunlardan pek ayırt edilemiyor.

"Haldun Taner"

 Pegasvs - Brillar

Mac DeMarco - My Kind of Woman

Django Django


Django Django ismini sanırım çoğunuz duymadınız. Geçtiğimiz senenin başlarında çıkardıkları albümleri ile müzik piyasasına sessiz bir giriş yapan Londralı art-rock grubu, kimi müzik sitelerinin 2012 yılının en iyi albümler listesinde kendilerine yer buldular. Kabul Django Django, müziği yeniden keşfetmiyor ve bize denenmemiş şeyler sunma iddiasında değil. Ama müziklerindeki sıcaklık ve samimiyet onları ister istemez takip edeceklerimiz listesine sokmaya yetiyor.

Django Django - WOR

Django Django - Default

12.01.2013

Amour


BirinciBlog ekibimizden sevgili Burcu 2012'nin en iyi filmi Amour'u yazdı. Şimdi o güzel yazıyı okuyalım.

Bazı yönetmenler vardır. Filmin sonunda ismi yazmasa bile, O’nun imzası olduğunu bilirsiniz. İşte Michael Haneke de böyle bir yönetmendir. Elbette Haneke’nin son şaheseri Aşk’tan, ki ben Amour demeyi daha çok seviyorum, bahsedeceğimi anlamışsınızdır.

Üzerinde çok yazıldı, çizildi. Ben ise bu filmi yazıp yazmamak konusunda tereddütteydim. Çünkü ne kadar yazarsam yazayım eksik kalacaktı, olmayacaktı. “Filmin konusunu anlat” diyecek olursanız, “tek mekanda geçen ve günden güne felçli karısının gözleri önünde çürüyüşünü izleyen bir adamın öyküsü” mü diyecektim Amour için? Hayır diyemezdim. Çünkü Haneke’nin bize bu filmle vermeye çalıştığı şey; filmin konusundan çok, “Sizin için patlayan bir bomba hazırladım” önermesiydi.

İşte buradan yola çıkarak, Amour’un en azından bende bıraktığı etkiyi kısaca sizlere anlatmaya çalışırsam, daha bir anlam kazanacaktı bu yazı…


Gelin önce Hitchcock’un o meşhur sözünü hatırlayalım: “Korku, masanın altında duran bombanın aniden patlamasıdır. Gerilim ise, masanın altında bir bomba olduğunu bilmektir” der. Haneke ise Amour’la bunu bir üst basamağa daha taşımış. Zira filmin ilk karesinde bombanın bu evin içerisinde patladığını açıkça gösteriyor. Bitirmiyor ve “Şimdi sizlere masanın altındaki bombanın nasıl patlayacağını göstereceğim” diyor.

Funny Games’i hatırlayın. Haneke, TV kumandasıyla kaçışımızı adeta imkansızlaştırmıştı bu filmden. İlk teşebbüsünüzde ‘Backward’ tuşuyla en başa dönüyordunuz. Amour’da ise izleyici ‘yaşlılık’tan gelen bu şiddetten kaçmak istemiyor. İlk dakikada sonu belli olan bu şidddeti, sonuna kadar izlemek istiyor.

Aşk nedir? diye sorgulatıyor sonra Haneke… Özveri mi? Sadakat mi? Yoksa acıma mı? Bana kalırsa, Haneke’nin vurgusu ‘sonsuz sevgi’ye değil bu filmde. Onun derdi, okşayan ile vuran, kapıları çekip gitmek, özgür kalmak isteyen ile kapıları kilitleyen, “vicdan sahibibiyim” diyen ile canavara dönüşen insanla… Yani asıl derdi olan ‘biz’lerle işini bitirmemiş henüz. Aşkın yarattığı senkronize ritmin sadece ‘ben’e dönüşmeye başlamasıyla, dengelerin nasıl alt üst olacağını yüzümüze yüzümüze vuruyor ve yine ‘biz’lere “Sizken ‘sen’e dönüşünce ne yapardın?” göndermesiyle selam çakıyor.


Sıradan bir hikaye, sıradan görüntüler ve sıradan insanlarla Haneke, ‘aşk’ın altını çizip aşkın ardından ‘olanlar’dan çok, bu kavramın üzerine hangi anlamların yüklenebileceğini gösteriyor bu filmde. Çünkü “insanı bu şekilde davranmaya zorlayan tek neden ancak ‘aşk’ olabilir” diyebiliyorsunuz film bittiğinde…

Haneke aşkı yaşlılık kipinde çekip, hepimizi tarumar edecek bir baş yapıta imza atmış. Üstad artık, somut kavramlardan çıkıp, soyuta da uzanarak, düşünsel sinemanın en üst noktalarında geziniyor ve bizi tam da bu noktada gafil avlıyor. Yoksa aynı sahnede herkesin aynı anda ağlamaya başlamasını başka türlü açıklayamayız. Ve ‘biz’ler soyut dünyamıza giren Haneke’ye kapılarımızı açmaktan çok ama çok memnunuz.

Hoşgeldin kalbimize Haneke…

The Verve - Love Is Noise (Radio Edit)

The House Of Love - I Don't Know Why I Love You
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...