İngiliz esir Horace Jim Greasley, Nazi kumandanı Heinrich Himmler'ın önünde. Greasy,
toplama kampından tam 200 kere kaçmayı başarmış. Her seferinde de geri
dönmüş. Kaçışların sebebi ise aşık olduğu Alman bir kız olan Rose.
Aşk bir çılgınlıktır. En umutsuz anlarda hayat tutunmak için geriye kalan tek yaşama sevinci. "Kuşlar Cehennemde de Şarkı Söyler Mi?" kitabı bu aşkı ve o dönemi anlatır. Romana konu olan Horace Greasley 1939'da Almanlara esir düşer. Esir kamplarında açlık, soğuk ve işkencelere göğüs gerer. Horace çok renkli bir adamdır. Dayanıklı olmanın yanında inatçı, gözü
kara, söylediği sözü yerine getiren, çılgın biridir. Adam sevdiği kadın için sürekli kamptan kaçar. Rose'da esirlere taze sebze ve meyve temin eder. Horace her kaçışı sonrasında eli boş dönmez. Hatta gizlice bir radyo yapmaları için gerekli parçaları temin eder. Artık esirlerin yatakhanelerinde gizlice dinleyebildikleri bir radyoları vardır. BBC haberleri onları dünyaya bağlayan tek şeydir.
Savaş biter Horace zorunlu olarak İngiltere'ye döner. Ailesine Rose'la evlenmek istediği söyler. Aile bu evliliğe karşı çıkarak çok sert bir tepki verir. Horace, bir süre sonra Almanya’ya gitmek ister, ancak her başvurusu geri çevrilir. Geriye tek çare olarak tutkulu bir mektuplaşma kalır. İki sevgilinin en büyük hayali Yeni Zelanda’da bir çiftlikte hayatlarının sonuna kadar mutlu yaşamaktır. Bir süre sonra Rose’un
mektupları kesilir, gelmez olur. Son mektup bir başkasının el
yazısıyla yazılmıştır.
“Sayın Bay Greasley,
Üzülerek belirtmek isterim ki sevgili arkadaşım Rosa Raucbach
1945 yılının Aralık ayında vefat etmiştir. Rosa bebeğini doğurduktan iki
saat sonra öldü. Jakub adını verdiği oğlu da ondan hemen sonra can
verdi. Böyle kötü bir haber verdiğim için çok üzgünüm"
Horace için bu satırlar dünyanın sonu gibidir. Bir oğlu olmuştur, ne yazık ki o da annesiyle birlikte bu hayata veda etmiştir.
0 yorum:
Yorum Gönder