Gecenin karanlığında, karanlığın artan koyuluğuna doğru, gözlerini öyle kocaman açmış ve karanlığı öyle göre göre derinlemesine, sanki korkmaktan.. Daha çok korkmaktan sanki zevk alarak, yok, zevk alarak değil, kendini zevk almaya zorlanmış duyarak sanki.. Öyle, dişlerin sımsıkı olmuş, kenetlenmiş, tam da öyle işte sanki titremedik tek hücren kalmamış gibi, bir çığlık damıtarak, çığlık çığlık çığlık kopan kıymık kıymık gibi sızılar içinden geçerek, acının koyu lavivertten kararan kapkara yoğunluğuna inatla sokularak, evet inatla sinerek, karanlığın içine inatla.. Derinlemesine süzülerek...
Beklentilerle yoğunlaşmış bir dinginlikte, arkandan hep iteklenen bir hızla, ağırdan ağırdan ivmesi artan bir hızla, evet öyle ağırdan ağırdan ivmesi artan bir hızla karanlığın o ürpertisi çoğalmış serinliğinde, gören gözlerinde yanmalarla, karanlığın acıtmayan-alıştıran-törpüsünde kamaşan ürkek yürek pıtırtısı içinde, beyninin kıvrımlarında ne dolaşıyor? Yok, bunu sormadan, soramadan, sormayı akıl ettiğinde geç kalmış olarak, çok geç kalmış ve... Kan yitirmiş.
Evet, kan yitimi gibi öyle güçsüz kalmaktan düpdüzgün -ama gerçekte, birdenbire çocukluktan anımsanan bir diş kamaşması gibi alttan alta, derinlemesine- bir doygunluk duyarak.. Serinlik veren.. O sanki hiç de azımsanmayacak bir doygunlukmuş gibi, azımsamak nankörlük olurmuş gibi, gözlerini kapatıp tadına varılması gereken, kaçırılmaması gereken bir doygunlukmuş gibi onu önemseyerek. Çareyi onu önemsemekte bularak. Derin bir soluk alıp, tutup, tutmayı uzatmaya çalışıp çalışıp, birden bırakarak. Sanki, uzanacağın uzaklıkta duran mutluluk.. İşte, uzansan sanki.. Ne oluyor? Bir şey yok.. Bir şey yok!
Necati Tosuner "SUSMAK - Nasıl da yoruyor insanı-"
Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı. Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz.
Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve mavilikleri çok gördük, sizin için çok kötü olacak.
İnsanlar yavaş yavaş inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi ve kronik şüpheci olmayı öğrenir. Bu gerçekleştiğinde artık ne yazık ki çok geçtir. İnsanların "Tecrübe" dediği şey budur. Kalbiyle bağlantısını kaybetmiş insana "Tecrübeli" denir.
80'li yıllarda gitarlı İngiliz pop'unun en güzide gruplarından biriydi Lloyd Cole and The Commotions. 84 yılında Polydor etiketiyle yayınladıkları Rattlesnakes dönemin köşe taşlarından biri olarak hala sapasağlam durmaktadır. Bu albümü takip eden Easy Pieces ve Mainstream albümleri folk-rock melodileri üzerine nasıl güzel şarkı sözleri yazılır tadında birer ders kitabıydı adeta.
Lloyd Cole romantik duruşu, mütevaziliği ve hayat karşısında ki durgunluğu ile birçok sanatçı için idol kişilerden biridir. Bu son şövalye ailesiyle birlikte Paris'te mutlu yaşantısına devam etmektedir. Lloyd Cole and The Commotions dinlemeye başlamak için Lost Weekend, Jennifer She Said, Forest Fire ve Are You Ready to Be Heartbroken? parçaları çok iyi bir başlangıç olacaktır. Şarkılardaki temel mesaj çok basit aslında; Herkes acısı kadar yaşar..
Son olarak kalbimde yerleri her zaman özel olacak Camera Obscura grubunun Lloyd,Im ready to be Heartbroken parçaları ile ustaya selam gönderdiklerini belirtelim.
Yıl 1977. Bir punk'çı olsaydım keşke, saçımda çiçeklerle. Havada 69 devrimi kokusu vardı 77'de. Müzik önemliydi, radyo kraldı. Medya ruhunu satın alamazdı. Plakçılarda plaktan başka birşey yoktu. Futbolcuların saçları hala uzundu ve yüzleri-gözleri çamur olurdu. Saçımda çiçekler, havada başka bir koku vardı. 1976'yı 1977'ye bağlayan gece, Londra'nın Roxy kulübünde sahnede Clash vardı, Joe Strummer beyaz gitarıyla "1977"yi söylüyordu. No Elvis, No Beatles, No Rolling Stones...
Ve yurdum gazetelerinde 1977 tarihindeki haberlerden bir seçki...
"Bombalar düşmesin gül bahçelerine / Nefreti sokmayın insan sevgimize... Nükhet Duru'nun kabare gösterisinde okunan 'Harp ve Sulh' şarkısının 'komünizm propagandası' içerdiği tespit edilmiş. Üstüne üstlük bir de perdede Stalin resimleri gösterildiği bildirilmiştir. Duru'yla birlikte sahne arkadaşları Ali Poyrazoğlu ile Korhan Abay ve söz yazarı Mehmet Teoman, gözaltına alınarak yedi saat sorgulandı."
"77'nin ocak ayında, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada, İstanbul genelinde son bir yıl içinde 510 öğrenci olayının meydana geldiği, bu olaylarda 13 öğrencinin öldüğü, 254 öğrencinin yaralandığı bildirildi."
Elvis Presley 16 Ağustos 1977'de hayatını kaybetti. Ve bir gazete çıkan haber şu şekildeydi. "Anneler, babalar ondan nefret ediyor, bu ise gençlerin onu daha çok sevmesine yol açıyordu. Siyah saçları, dolgun dudakları, daracık pantolonuyla Elvis çokları için bir seks ilahıydı. Elvis'in konserlerinde polis birlikleri her an bir olay çıkmasın diye hazır bekletilir, bayılan kadınları hastaneye götürmek için hemşireler getirtilirdi."
İstanbul Taksim Meydanı'nda kutlanan 1 Mayıs kanlı bitti, vurularak veya ezilerek çıkan panikte ezilerek, toplam 34 kişi can verdi. Bugünkü The Marmara Oteli'nden ve Sular İdaresi'nden halkın üstüne ateş açanların kim oldukları devlet güçleri tarafından hiçbir zaman sorgulanmadı. O günkü bir gazetenin başlığından bir örnek "Maocu vatan hainleri İşçi Bayramı'nı kana buladı: 39 ölü var."
"Türkiye'de ilk defa hazırlanan Altın Süzme Çay adındaki Avrupai poşet çaylar yakında piyasaya çıkıyor. Çay tiryakileri için özel olarak paketlenen çay, çok kısa sürede kolayca hazırlanıyor! Bir çay bardağı sıcak suya poşetin atılmasıyla içime hazır hale gelen çayın durdukça demi artıyor!"
"Mick Jagger, 1977 yazında, karısı Bianca'yla, Ahmet Ertegün'ün Bodrum'daki evinde tatil yaptı. Elvis'in ölüm haberini TRT'den aldı. Ayla Algan, o günlerde Ertegün'ün evini ziyaret ederek anılarını Hey Dergisi'ne aktardı: Mick Jagger bir lokantada Zeki Müren'li bir masada bulunmuş ve Müren'den "Madem derdimi sordun dinlemeye mecbursun" şarkısını zevkle dinlemiş."
Adına radyo denen bu bir avuçluk metal yığını, bana çocukluğumun o soğuk ve ıssız gecelerinde kanlı canlı bir insan gibi arkadaşlık etti bir bakıma. Hatta, ruhumda gezinip duran boşlukların karanlığından tuttu da, beni kendisine bir daha kopmamacasına sıksıkı bağladı.
Öyle ki, o yıllarda, elimdeki çantayla birlikte okuldan döndüğümde annemin hazırladığı yemeğe bile bakmadan soluğu hemen onun yanımda alıyordum artık. Alınca da, yatağın üzerine boylu boyunca uzanıp bir çırpıda düğmesini çeviriyor ve ölçülemeyecek kadar küçük adımlarla, istasyonlar arasında yavaş yavaş gezinmeye başlıyordum. Şurası Budapeşte, burası Şam, orası Tiran, ötesi Sofya, berisi Moskova demeden bir süre ortalıkta gelişigüzel cirit atıyordum açıkcası. Kimi zamanda, işte böyle yeryüzünün çeşitli köşelerinde avare avare geznirken, büyüklüğü ve gücü akla hayale sığmayan meçhul bir şey tarafından kovalanıyormuşum gibi birdenbire hızlanıyordum. Budapeşte'deyken hiç beklenmedik bir anda koşup Şam'da soluklanmak, Sofya'ya varmışken hala Tiran'daki konuşmaları duymak, ya da birbirine karışan uzak sinyal sesleriyle metalik cızırtıların karanlığında döne döne Ankara'yı ararken birdenbire Tahran'la karşılaşmak bir hayli hoşuma gidiyordu çünkü. Hatta, bana o anda bütün bu şehirleri sihirli bir kutunun içine doldurmuşum da, ağzımı kulaklarıma doğru yayarak, inanılmaz bir keyifle sürekli çalkalıyormuşum gibi geliyordu.
Ben çalkaladıkça, onlar da ister istemez birbirleriyle yer değiştiriyorlardı tabii. Başka bir deyişle, dünyanın düzeni dediğimiz düzen benim odamda, insanın başını döndüren korkunç bir hızla altüst oluyordu. Şam, hurmaların gölgesinden kalkarak, sarı sarı yankılanan tef ve zil sesleri eşliğinde Bulgaristan'a gidiyordu sözgelimi; Sofya gürültüyle doğrulup parklarından yükselen ıhlamur kokularını döke saça çöllere iniyor, Budapeşte kartpostallarda gördüğüm hareketli heykelleriyle birlikte İstanbul semalarından geçip Ortadoğu'ya yerleşiyor, Kahire piramitlerini kucaklayıp Moskova'ya taşınıyor, Tahran'da asasına yaslanarak ayağa kalkıp siyah peçeli devasa bir karanlık halinde, dağların ve vadilerin arasından anlaşılmaz bir telaşla Ankara'nın ışıklarına doğru yürüyordu.
Şehirler böyle yer değiştirip diller ve mevsimler birbirine karıştıkça, dünyaya hükmediyormuşum gibi, benim ellerime de sanki karıncalanmaya benzeyen, tanrısal bir tat bulaşıyordu o sırada. Dahası, çok geçmeden bu tat bütün gövdeme yayılıyor, yayılınca doygun bir titremeye dönüşüyor, dönüşünce de beni alıp benim sınırlarımın içinde her biri birbirinden keyifli, uzun yolculuklara çıkarıyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse, insanı bir tüy kadar hafifleten bu yolculukların sonunda ben her defasında çok, ama çok yoruluyordum. Yorulunca da, odanın içini dolduran onca sese rağmen, geceyarısına doğru gözlerin yavaş yavaş küçülmeye başlıyordu. Bana, şayet radyoyu kapatıp uyuyacak olursam, dünya hiç beklenmedik bir şekilde birdenbire duracakmış gibi geliyordu işte o zaman.
Güneş görünmedi. Zaman zaman kış güneşinin ışıkları sızdı, uzaktaki bulutların arasından. Mavi, mor, bulut parçaları. Bir sahne gibiydi kent : Sızan ışıkların altında, kalabalık bir tiyatro oyunu oynanıyordu sanki. Doluydu kaldırımlar, her yere giden bir yığın insan. Sahneye bilinmez bir yerden ışık sızıyordu. Alacakaranlıktan daha aydınlık bir gün.
İnsana
sonsuz bir hayat verilmiş olsaydı, durmadan yaşayacağı için, en sonunda
karakterinin değişmezliği ve zekasının dar sınırlarından ötürü, öyle
bir yeknasanlık duygusuna kapılacak ve öyle tiksinecekti ki, sonunda
hiçliği tercih etmek zorunda kalacaktı. Hayal ettikleri bu dünya,
düşkünlük ve acıdan sıyırılmış olsa, can sıkıntısının avucuna düşecekler
ve can sıkıntısından kaçabildikleri ölçüde de
düşkünlüğe, acılara, sıkıntılara yeniden yöneleceklerdir. Demek ki,
insanı daha iyi bir duruma ulaştırmak için, onu daha iyi bir dünyanın
içine yerleştirmek yetmez, asıl yapılması gereken iş, onu tepeden
tırnağa değiştirmek ve o ana kadar ne ise, artık öyle olmamasını ve ne
değilse o olmasını sağlamaktır.
Aylaklık
saatlerin yavaş, yılların ise hızlı geçmesine yol açar. Çalışmak
saatlerin kısa, yılların ise uzun olmasını sağlar. En dolu yıllar
çocukluk yıllarıdır, çünkü bu dönemde zaman dünyanın ne olduğunu anlamak
ve ona alışmakla geçer.
Biz çöp tenekesindeki çiçekleriz
İnsan makinasındaki zehiriz
İstikbal biziz
Sizin istikbaliniz..
"Sex Pistols"
Punk, 1976'da bir enerji, öfke ve slogan patlaması olarak başlamış, ama
ideolojik olarak hippilerden bile daha muğlak bir tutuma saplanmıştı.
Punk'çıların neye karşı oldukları belliydi: Punk zengin salonlarında boy
gösteren, kamyonlar dolusu insanın kendilerine hizmet ettiği ve bir
albüm yapmak için aylarca bir araya gelmeyi bekleyen "süper
topluluklara" karşı bir tepkiydi. Ölümlüler, özellikle de ekonomik
bunalımdan etkilenen ölümlüler bu tip toplumlara yabancılaşmışlardı.
Punk, basit bir çözüm yolu sunuyordu: "Bir gitar kap ve kendini ifade
et."
Bugün 5 Pazartesi Şarkımızın teması punk. Müzik tarihinden kitleleri derinden etkilemiş önemli beş punk şarkısı. Bir bilgenin dediği gibi; "Müzik uzgörüdür. Toplumun diğer kesimlerinin ilerisindedir. Çünkü ihtimaller yelpazesini maddi gerçeklikten çok daha hızlı keşfeder. Gündelik olanı aşar, geleceği haber verir. Bu nedenle müzisyenler, resmen kabul edildiğinden daha tehlikeli, rahatsız edici, ihtilalcidir."
Mutlu Pazartesiler ve kalp kırmadan, can yakmadan iyi bayramlar...
The Clash - London Calling
Punk şayet bir koşuysa ilk yüz metresini
Sex Pistols geri kalan dörtyüz metre engelli mesafeyide The Clash
koşmuştur. 1977 punk kuşağında ortaya çıkan The Clash ismini gerillalar
ve hükümet güçleri arasında vuku bulan çatışmaları anlatmak için
1970’li yıllarda kullanılan medya klişesinden almıştır. Clash punk’ı
kuru sloganlardan kurtarıp, içini doldurarak bambaşka bir boyuta
çekmiştir. Punk hareketinin dönemin sosyal ve ekonomik bunalımına karşı
gösterdiği öfkeyi ve faşizme karşı verdiği mücadeleyi en etkin ve
bilinçli yapan gruplarından biri olan Clash; politik yanını hiçbir
zaman gizlememiş, dar kalıplarda bir punk-rock grubu olmadanpunk’ın özüne sadık kalarak reggae ve funk esintilerini müziklerine ilave ederek yazdıkları parçalarda özgürlükçü ve isyankar felsefelerini yansıtmışlardır. Ayrıca unutmadan Joe Strummer was born in Ankara..
Dead Kennedys - California Über Alles
Jello Biafra önderliğinde kurulan Dead Kennedys tartışmasız ABD punk sahnesinin en öncü figürüydü. California Valisi Jerry Brown'ın yeni çağ faşişmi üzerine yazdıkları California Uber Alles'in esin kaynağı olarak Orwell'in 1984 romanı, Bergman'ın Yılanın Yumurtası filmi ve Alman milli marşı seçilmiştir. Ne diyordu şarkıda "kendilerine lider arayan insanlar belkemiğimi ürpertiyor."
Sex Pistols - God Save The Queen
Şayet punk tarihi tek şarkıya düşürülecek olsa herşeyin özeti bu şarkı olurdu sanırım. Sözlerinden, klibine, piyasaya sürülme zamanına kadar tek kelimeyle punk. 1976 sonbaharında 'No Future' adıyla yazılan şarkının ilk demosu Ocak 1977'de yapılmış ve God Save The Queen adıyla kraliçenin tahta çıkışının 25.yıl kutlamalarının arifesinde , 'alternatif milli marş' olarak piyasaya çıkarılmıştır. Şarkı gördüğü tepkiler üzerine plak şirketi tarafından toplatılmış, grupla yapılan sözleşme de feshedilmiştir. Fakat Mayıs 1977'de kraliçenin gümüş yılı kutlamalarından bir ay önce tekrar piyasaya sürülen şarkı, BBC ve medyanın sansürüne rağmen listelerde birinci sıraya oturmuştu.
The Undertones - Teenage Kicks
Teenage Kicks için listemizin en hüzünlü şarkısı diyebiliriz. Bir punk şarkısının ötesinde 60'lı yılların müziğine göz kırpan ergen düşleri. Beş Ramones fanı, Belfast Grup Yarışması'nı kazanıp ilk plaklarını yapmak için stüdyoya girdiler. Sonuçta dört şarkılık bir albüm yapıldı. Albüme adını veren şarkıyı John Peel radyo programında her gece çalarak sevgisini dile getirmiştir. Hatta usta radyocu bu şarkıyı ilk dinlediğinde göz yaşlarını tutamadığını söylemiştir.
The Buzzcocks - Boredom
Punk camiasının en uzunlu oluşumlarından biri olan The Buzzcocks'ın 'Spiral Scratch' adlı EP'leri 500 pound'a malolmuştu. Hatta paranın yarısını gitarist Pete Shelley'in babası karşılamıştı. Albüm 1977 yazında 16 bin satmıştı. 1979'da single olarak çıkan Boredom ise listelerde 31. sırada yer almıştı.
BONUS: Ramones - Blitzkrieg Bop
Elbette punk beş şarkıya indirgenecek kadar sığ bir oluşum değil. Bu listeye The Damned, The Jam, The Saints, Richard Hell, Patti Smiths, Gang Of Four, X Ray Spex, The Adverts, Sham 69, The Only Ones, Blondie, Generation X, The Ruts, The Members, The Fall, Pere Ubu, Television, Black Falg, Suicide, Talking Heads, Joy Division, The Stranglers gibi onlarca grubu daha sokabiliriz diyerek Ramones ile veda edelim..
Hayatta en kötü şey yalnız bir insan olarak ölmektir diye düşünürdüm. Değilmiş. En kötü şey, yapayalnız hissetmene sebep olan insanlarla bir aradayken ölmekmiş...