Bugün Perşembe olmasına rağmen, Evelyn McHale inci kolyesini takmış.
O kolyeyi iki hafta önce Lafayette Koleji’ne ziyarete gelen nişanlısı vermişti Evelyn’e. Nişanlısı askerdeydi ve tek başına o kolyeyi alacak parası yoktu. Mutlaka ailesi yardım etmiş olmalıydı ama Evelyn bu konuda soru sormayacak kadar zekiydi. Çift sıralı kolyeye bayılmıştı ve hayatı boyunca değer verecekti.
Ama dört günlük okul ziyareti, incilerin dışında pek iyi gitmemişti. Nişanlısı Evelyn’e okulla beraber bir yandan Manhattan’da muhasebe memuru olarak çalışmasından memnun olmadığını söylemişti. Ama o biliyordu ki asıl problem her gün beraber çalıştığı genç işadamlarıydı.
Üçüncü gece Evelyn nişanlısını yatakhanesine bıraktı ve onun ısrarıyla kaldığı ve sadece kadınların bulunduğu otele döndü. Yatağına oturdu, günlüğünü açtı ve “Bensiz çok daha iyi bir hayata sahip olacak” yazdı. Sonra yazdıklarını sildi ve odadaki küçük camdan sokağa baktı. Gerçekten neler hissettiğini yazmak istiyordu. Hocalarından biri Evelyn’i bir gösteriye çağırmıştı. Sonuçta nişanlısı hala yurtdışındaydı ve hocalarını okul dışında daha iyi tanımakta bir mahzur görmüyordu. Radio City Hall’de bir gösteri izlediler ama bittiğinde saat hala erkendi. Hocası Evelyn’i Harlem’de bir kulübe çağırdı. Evelyn şunları yazmak isterdi: Benim gibi bir kızı düşünün, gece geç vakitte Harlem’e gidiyorum ünlü cazcıları izlemeye. Eve dönerken takside hocam beni öpmek için eğildi ve ben onu durdurmadım. Bir öpücük diye düşündüm, daha çok fazla şeye gebe olabilirdi ama bir öpücükten ileriye gitmedik.
Damarlarına giren öpücük değildi aslında. Vestiyeri geçerken ve karanlık tiyatroya girerken birbirine çarpan ve birbirini ittiren dört bin kişiydi. Kulüpteki ter, sigara dumanı ve gece geç saatteki caz konseriydi. Her sabah işe giderken aynı adamdan satın aldığı poğaçalardı. Kendi işi, kendi parası, kendi hayatıydı. Yazmak istedikleri buydu ama yazmadı.
Onun yerine şunlar döküldü kağıda: “Ben hiç kimse için iyi bir eş olamam.” Ama yine üzerini karaladı. Sayfayı günlüğünden yırttı, buruşturdu ve odanın öbür ucuna fırlattı. O gece uyumaya hazırlanırken annesini düşündü. Sorumluluk sahibi, cana yakın ve çalışkan. Annesinin kendisine ne kadar sık aptalca davranmayı bırakmasını, bir düzen kurmasını ve ciddileşmesini söylediğini hatırladı. Hayat, derdi annesi, disiplin gerektirir, romantik düşler değil. Yatmadan nişanlısı ile geçireceği son günün ikisi için de mutlu geçmesi için kendine söz verdi.
Güne kampüste hafif bir kahvaltıyla başladılar, Lafayette’teki kemere yürüdüler, daha sonra köprüye. Köprünün ortasında nişanlısı durdu, Evelyn’e döndü, ellerini tuttu ve “Şehirde çalışmayı bırakmanı istiyorum. Aslında istediğim, yani kast ettiğim, planladığımızdan daha önce evlenmemiz. Hatta böylece kampüsteki çiftler için olan evlere bile başvurabiliriz.”
Evelyn nişanlısının elini sıktı. “Anlamıyorum, planlarımızı zaten yapmıştık, sen okulu bitirene kadar bekleyecektik.”
“Senden ayrı olmaya dayanamıyorum. Ve mutlu olacağını düşünmüştüm.”
“Mutluyum zaten, sadece planlarımızda büyük bir değişiklik bu.”
“Biliyorum. Hatta bence şehirdeki işinden istifa etmeli ve belki de kampüsün yakınlarında bir iş bulmalısın düğüne kadar. Ayın ilk gününden itibaren çalışmayı bırakmanı istiyorum.”
Evelyn kendine verdiği sözü hatırladı ve nişanlısının söylediklerini kabul etti.
Ama bugün Perşembe, ayın ilk günü ve Evelyn şehirde. Günlerdir nişanlısının telgraflarına cevap vermedi. İki hafta önce kampüsten şehire geldiğinde işinden de istifa ettiği için gideceği hiçbir yer yok. Ama yine de sabahın köründe Manhattan’ın sokaklarında dolaşıyor, sanki herhangi bir sisli sabahmış gibi. Üstünde birkaç dolar barındıran cüzdanı ve makyaj çantası var. İnci kolyesini giymiş ve beyaz eldivenlerini. Yürürken bir elini ceketinin cebine sokuyor ve otel odasının döşemesinden topladığı buruşmuş kağıt çarpıyor eline. En sevdiği ceketi üstündeki, açık gri ve yün ceket, büyük ihtimalle gerektiğinden daha fazla giyiyor.
Bugün 1 Mayıs 1947. Evelyn, asansöre binip Empire State Binası’nın 86. katındaki gözlem platformuna çıkıyor. Kendisiyle Manhattan sokakları arasında ufak bir parmaklık, minik bir çıkıntı ve 300 metre var. Evelyn ceketini çıkarıyor ve parmaklığa asıyor. Cüzdanını ve içinde aile fotoğrafları olan makyaj çantasını yere koyuyor. “Romantik düşler olmadan hayat neye benzer?” Bugün Perşembe, 1 Mayıs 1947 ve inci kolyesine bir tılsım gibi tutunan Evelyn McHale bir arabanın üstüne düşüyor.
Dört dakika sonra fotoğrafçı Robert Wiles, Evelyn’in araba hurdası üstündeki uysal, dingin ve huzurlu cesedini ölümsüzleştiriyor. 63 yıl sonra Parenthetical Girls, Evelyn’in anısını notalara döküyor.
"13 Melek"
Parenthetical Girls - Evelyn McHale
Parenthetical Girls - Alright
O kolyeyi iki hafta önce Lafayette Koleji’ne ziyarete gelen nişanlısı vermişti Evelyn’e. Nişanlısı askerdeydi ve tek başına o kolyeyi alacak parası yoktu. Mutlaka ailesi yardım etmiş olmalıydı ama Evelyn bu konuda soru sormayacak kadar zekiydi. Çift sıralı kolyeye bayılmıştı ve hayatı boyunca değer verecekti.
Ama dört günlük okul ziyareti, incilerin dışında pek iyi gitmemişti. Nişanlısı Evelyn’e okulla beraber bir yandan Manhattan’da muhasebe memuru olarak çalışmasından memnun olmadığını söylemişti. Ama o biliyordu ki asıl problem her gün beraber çalıştığı genç işadamlarıydı.
Üçüncü gece Evelyn nişanlısını yatakhanesine bıraktı ve onun ısrarıyla kaldığı ve sadece kadınların bulunduğu otele döndü. Yatağına oturdu, günlüğünü açtı ve “Bensiz çok daha iyi bir hayata sahip olacak” yazdı. Sonra yazdıklarını sildi ve odadaki küçük camdan sokağa baktı. Gerçekten neler hissettiğini yazmak istiyordu. Hocalarından biri Evelyn’i bir gösteriye çağırmıştı. Sonuçta nişanlısı hala yurtdışındaydı ve hocalarını okul dışında daha iyi tanımakta bir mahzur görmüyordu. Radio City Hall’de bir gösteri izlediler ama bittiğinde saat hala erkendi. Hocası Evelyn’i Harlem’de bir kulübe çağırdı. Evelyn şunları yazmak isterdi: Benim gibi bir kızı düşünün, gece geç vakitte Harlem’e gidiyorum ünlü cazcıları izlemeye. Eve dönerken takside hocam beni öpmek için eğildi ve ben onu durdurmadım. Bir öpücük diye düşündüm, daha çok fazla şeye gebe olabilirdi ama bir öpücükten ileriye gitmedik.
Damarlarına giren öpücük değildi aslında. Vestiyeri geçerken ve karanlık tiyatroya girerken birbirine çarpan ve birbirini ittiren dört bin kişiydi. Kulüpteki ter, sigara dumanı ve gece geç saatteki caz konseriydi. Her sabah işe giderken aynı adamdan satın aldığı poğaçalardı. Kendi işi, kendi parası, kendi hayatıydı. Yazmak istedikleri buydu ama yazmadı.
Onun yerine şunlar döküldü kağıda: “Ben hiç kimse için iyi bir eş olamam.” Ama yine üzerini karaladı. Sayfayı günlüğünden yırttı, buruşturdu ve odanın öbür ucuna fırlattı. O gece uyumaya hazırlanırken annesini düşündü. Sorumluluk sahibi, cana yakın ve çalışkan. Annesinin kendisine ne kadar sık aptalca davranmayı bırakmasını, bir düzen kurmasını ve ciddileşmesini söylediğini hatırladı. Hayat, derdi annesi, disiplin gerektirir, romantik düşler değil. Yatmadan nişanlısı ile geçireceği son günün ikisi için de mutlu geçmesi için kendine söz verdi.
Güne kampüste hafif bir kahvaltıyla başladılar, Lafayette’teki kemere yürüdüler, daha sonra köprüye. Köprünün ortasında nişanlısı durdu, Evelyn’e döndü, ellerini tuttu ve “Şehirde çalışmayı bırakmanı istiyorum. Aslında istediğim, yani kast ettiğim, planladığımızdan daha önce evlenmemiz. Hatta böylece kampüsteki çiftler için olan evlere bile başvurabiliriz.”
Evelyn nişanlısının elini sıktı. “Anlamıyorum, planlarımızı zaten yapmıştık, sen okulu bitirene kadar bekleyecektik.”
“Senden ayrı olmaya dayanamıyorum. Ve mutlu olacağını düşünmüştüm.”
“Mutluyum zaten, sadece planlarımızda büyük bir değişiklik bu.”
“Biliyorum. Hatta bence şehirdeki işinden istifa etmeli ve belki de kampüsün yakınlarında bir iş bulmalısın düğüne kadar. Ayın ilk gününden itibaren çalışmayı bırakmanı istiyorum.”
Evelyn kendine verdiği sözü hatırladı ve nişanlısının söylediklerini kabul etti.
Ama bugün Perşembe, ayın ilk günü ve Evelyn şehirde. Günlerdir nişanlısının telgraflarına cevap vermedi. İki hafta önce kampüsten şehire geldiğinde işinden de istifa ettiği için gideceği hiçbir yer yok. Ama yine de sabahın köründe Manhattan’ın sokaklarında dolaşıyor, sanki herhangi bir sisli sabahmış gibi. Üstünde birkaç dolar barındıran cüzdanı ve makyaj çantası var. İnci kolyesini giymiş ve beyaz eldivenlerini. Yürürken bir elini ceketinin cebine sokuyor ve otel odasının döşemesinden topladığı buruşmuş kağıt çarpıyor eline. En sevdiği ceketi üstündeki, açık gri ve yün ceket, büyük ihtimalle gerektiğinden daha fazla giyiyor.
Bugün 1 Mayıs 1947. Evelyn, asansöre binip Empire State Binası’nın 86. katındaki gözlem platformuna çıkıyor. Kendisiyle Manhattan sokakları arasında ufak bir parmaklık, minik bir çıkıntı ve 300 metre var. Evelyn ceketini çıkarıyor ve parmaklığa asıyor. Cüzdanını ve içinde aile fotoğrafları olan makyaj çantasını yere koyuyor. “Romantik düşler olmadan hayat neye benzer?” Bugün Perşembe, 1 Mayıs 1947 ve inci kolyesine bir tılsım gibi tutunan Evelyn McHale bir arabanın üstüne düşüyor.
Dört dakika sonra fotoğrafçı Robert Wiles, Evelyn’in araba hurdası üstündeki uysal, dingin ve huzurlu cesedini ölümsüzleştiriyor. 63 yıl sonra Parenthetical Girls, Evelyn’in anısını notalara döküyor.
"13 Melek"
Parenthetical Girls - Evelyn McHale
Parenthetical Girls - Alright
1 yorum:
''cennete gidiyorum'' der gibi güzel, asil, zarif..
Yorum Gönder