Bu toprakların farklı bir boyuttan yayın yapan değişik bir kanalı Flash TV. Çok zaman önce evde miskin miskin aylaklık yaparken gözüme çarpmıştı Kadere Mahkumlar programı. Gözlerime inanamamıştım cidden. Acıtasyon denen hadisenin en saf halinin kullanıldığı program, "dibe vurmak" denen kavramın en görkemlisini acılar eşliğinde sonuna kadar işliyordu. Bilindiği üzere daha sonra "Zorunda mıyım?" fenomeni patladı. Reklam sektörü bunu sonuna kadar sömürmeyi ihmal etmedi. Popüler kültürle beslenen bünyeler için bu kelime ağızlara sakız oldu. Bütün bu süreçten önce Bahçeşehir Üniversitesi'inden Orhan Tekelioğlu Hoca sanki olacakları görürcesine bu program üzerine bir yazı yazmıştı. Buyrun o yazıyı okuyalım.
Arabeske ne olduğu sorusunu sorarken yeni Türkiye metropolündeki merkez-çevre dinamikleri üstüne bir kez daha düşünmek gerekiyor. 2011 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin “Ulusal En İyi İlk Belgesel Film Ödülü”nü alan Gökhan Bulut ve Cem Kaya’nın yaptığı ‘Arabeks’ (yanlış yazılmadı, Arabesk değil Arabeks!), Taksim Tarlabaşı’nda bir bardaki arabesk performansıyla başlar. Ozan Garip’in sırtında saz çalarak yaptığı virtüözlük gösterisinden öte, bizzat müziğin icra edildiği mekânın içindeki düzen de çok çarpıcıdır. Duvardaki resimler, dekorasyon, şarkıyla coşan müdavimler, kadeh tokuşturmalar, velhâsıl mekândaki eğlence biçimi, Beyoğlu’nun arka sokaklarında ve muhtemelen şehrin görünmez, fark edilmez semtlerinde en “damarından” bir arabeskin devam ettiğini gösteriyor. Arabeskin (güftecileri, icracıları ve yapımcıları belgeselde ekseriyetle “arabeks” diyorlar) bu alt-türü anaakım medyada neredeyse hiç yer almazken, ağır bir “modernite makyajıyla” görünür kılınan hâlleri (yarışma jürilerindeki “monden” Orhan Gencebay ya da iyice “beyazlaşmış”, popçularla düet yapan Müslüm Gürses gibi) ise iyice “uysallaşmış”, pop müzikle kaynaşmış olarak varoluyor. Zaten bu nedenle, eskiden “arabesk” olarak isimlendirilen müzikle Türkçe popun füzyonundan, metropolün merkezinde mutlu mesut birlikteliğinden uzunca bir süredir söz edebiliyoruz. ‘Arabeks’ belgeselinin bir başka “yıldızı” olan Parlak Ahmet, bir Orhan Gencebay klasiğini kendi yorumuyla ustaca seslendirdikten sonra, Orhan hocanın yaptıklarından ilham alarak işe “devam” ettiğini özellikle belirtiyordu.
Soruya tekrar dönelim: Anaakım medyada olmaması, gerçekten de o (batsın denen!) dünyanın yok olduğunun kanıtı mı? Cevabın izine, anaakım bir kanal olmasa da, erişilebilirlik bakımından her kanalla boy ölçüşebilecek Flash TV’nin programlarında düşebiliriz. Çok farklı bir kanal Flash TV, bir tür “kara koyun”. Türksat’ta yer alması nedeniyle uydudan ücretsiz olarak kolayca erişilebilen bu kanal, geliri yüksek izleyicinin tercih ettiği paralı dijital platformları da boşlamıyor. Öte yandan, programlarının hedefledikleri izler-kitle bakımından reklamcıların özellikle itibar ettiği AB grubuyla da pek ilgilenmiyor. Bilinçli bir tercih olarak en iyimser tahminle C ve daha da altı grupları hedefine koyan bir içerikle izleyicisinin karşısına çıkıyor. Birçok tuhaf programa (sadece “Yalçın Abi”li programları hatırlayın, yeter) sahip bu kanalın “eğlence” anlayışı da tam anlamıyla nev’i şahsına münhasır. Hemen her gece biteviye göbek atılan, halay çekilen, ismini cismini kimsenin bilmediği “starlarla” dolu, çakma sarışın dansçıları, zenneleri, hatta ara sıra arzı endam eden seğmenleriyle bambaşka bir eğlencenin sunulduğu bu kanalda, Salı geceleri rüzgar terse dönüyor, stüdyo kararıyor, ağır bir matem havası ekranı sarıyor. ‘Kadere Mahkumlar’ programının vaktidir artık, Flash’ın sitesindeki tanıtımda yazdığına göre, kendimizle yüzleşmenin zamanı...
Dünya TV’lerinde eşi menendi var mıdır bilmem ama Dilber Ay ve Devran İskender’in sunduğu ‘Kadere Mahkumlar’ programında TV programcılığı çerçevesinde bir “eşiğin” aşıldığı, acının en dibe vurduğu aşikar. Düşünsenize, çepeçevre demir parmaklıklarla sarılmış, sahne bir koğuş olmuş. Ekranda volta atanların tempolu adımları, onları kuşkuyla izleyen gardiyanlar, ranzasının inzivasında evden gelen mektupları okuyanlar, iki-üçü bir araya gelmiş hayata kahırla bakanlar, sahici mi sahici bir “koğuş”, bir illüzyon, bir simülasyon. Ve koğuşun kapısını gardiyanlar açıyor, içeriye Dilber Ay ve Devran giriyor, alkışlar arasında sahne gölgeleniyor ve Dilber Ay şu sıralar en çok istenen şarkısı “Zorunda mıyım?”ı söylemeye başlıyor: “Kalbimin içinde sızın var senin / hep böyle yaşamak zorunda mıyım?/ Canımdan çok sevdiğim hata mı yaptım? / Tanrıdan sonra hep sana taptım / geceler boyunca resmine baktım / hep böyle yaşamak zorunda mıyım?” Parmaklığın dışındakiler, yani stüdyo ahalisi, koğuşa bakıp iç geçiriyor, kafa sallıyor, bazısı alkışlıyor, bazısı ağlıyor. Daha sonraysa, Dilber Ay’ın mahpusa dair “klasiği” hep bir ağızdan söyleniyor: “Kimine zulümsün, kimine mezar / ne yiğitler sende perişan gezer / beton duvar, demir olsan ne yazar? / Gardiyan kardeş bırak bizi gidelim!”
Bu arada ekranın altından istekler geçmeye başlıyor, ülkenin çeşitli hapishanelerindeki mahkumlara “gelen” istekler, sevdikleri tarafından armağan ediliyor. Müziğin sustuğu bölümlerdeyse Dilber Ay’a mahkumların gönderdiği “hapishane işi” hediyeler ve mektuplar tek tek okunuyor.
Melodramın en tipik özelliği, acıyla hakikatı ve bu noktadan çıkarak, hakikatla kaderi ikame etmesidir. Çektiğin acı kadar hakikisindir, hakikatınsa kaderin. “Kader mahkumlarının”, programın ismi olan “Kadere Mahkumlara” dönüştüğü nokta işte bu. Suçun tuhaf bir “düzleştirilmesi” var bu programda, hiç konuşulmayan, suskunlukla geçiştirilen hâli. Acıdan dem vurdukça, suç ikame oluyor sanki, acıyla ödeşiyor mahkum, cezasını (kefaretini) ödüyor. Öyle görünüyor ki, arabeskin asıl gücü melodramatik yapısında. Belki de dizilerde dibe vuran melodramın bizatihi sebebi de arabesk anlatılar. Şehrin merkezinde dişleri sökülmüş, terbiye edilmiş de olsa, yanında yöresinde hâlâ diri ve kendini üretebiliyor. Ayrıca, ‘Kadere Mahkumlar’da söylenen şarkılar arabesk de olsa, tavır eski arabeskçilerden çok farklı. Orhan Baba’nın iyi kötü “kadere” bir itirazı vardı, yenisinde direniş ruhundan eser kalmamış. Dilber Ay, “isyandan” asla medet ummuyor, aksine mapustakilere sürekli olarak sükûnet telkin ediyor, tevekkülden medet umuyor. Şehrin çeperlerinde rap dışında direnen bir müziğin kalmadığını da teslim etmek zorundayız, zaten bu müzik de anaakım medyada “görünmez” kılınmış hâlde, karşılığı yok muamelesi görüyor. Her şeye rağmen Flash TV’yi boşlamamak gerek. Türkiye reyting sisteminin geliri yetersiz olduğundan ölçüme almadığı milyonlar var. Yoksulluk, çaresizlik buzdağının cesameti bu kanaldaki programlarda kendini hissettiriyor.
Bütün bunları gördükten sonra insan kendi kendine sormadan edemiyor. Cidden bu ülkede bu acı arabesk kültürünü yaşamak "Zorunda mıyım?"
Peaking Lights – All The Sun That ShinesPrinceton – Remembrance of Things to ComeAva Luna – ClipsOberhofer – Runaway (Kanye West cover)