20.05.2014

Kalmak mı daha kolay, yoksa gitmek mi?




Mayıs sıkıntısı dedikleri bu olsa gerek. Karabasan gibi çöken ölümler ve kişisel iç hesaplaşmalar. Bir avuç kömür uğruna hiçe sayılan ölü bedenler. Tekrar o madenlere inmek için sıraya giren, ölüm koklayan ruhlar. “Dünya üzerinde insan hayatından daha değerli ne vardır?” diyorsun. İki dakika sus siyaset yapma diyorlar. "İnsanlar öldü" diyorsun, karışma bu işin doğası budur diyerek lafı gırtlağına tıkıyorlar. Evet yazmaktan, konuşmaktan, sineye çekmekten, müzik dinlemekten, benim de diyeceklerim var demekten utanıyorum artık.  Bu lanet olası düzenin değişmesi için elimden geleni yapamadığım için utanıyorum kendimden. Evet utanıyorum. Üzüntüyle, çaresizlikle olanı biteni seyredip sonra hayatıma kaldığım yerden devam etmeye çalıştığım için utanıyorum. İnsan olmayı beceremeyen birçokları adına daha çok utanıyorum. 

Cahiliye devrinden kalmış düşünceler eşliğinde birbirimizi öldürmek için can atıyoruz. Dünya çok kirleniyor ve insanlar ruhlarını kendi elleriyle öldürüyor. Ne güzel demiş Pablo Neruda; “Ağır ağır ölür, yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar  Ne yaşıyorsam incelikler yüzünden yaşıyorum. Ve insanı en çok olmadığı bir insan gibi davranılmak üzüyor. Ruhunu, içini, özünü, seni bilmeden ahkam kesmek, sıradanlaştırılmak, ötelenmek, değersizleştirilmek ve yabancılaştırılmak. İnsan ilişkilerindeki en büyük facia. Önce ruhun ölüyor, sonra yavaş yavaş dünya. O yüzden gitmen gereken zamanı çok iyi bileceksin. Bitince, çekip gideceksin. Uzatmalarda gol atma hayaline kapılmadan, sessizce, efendice terk edeceksin sahayı. İster bir iklim, bir şehir, ister bir aşk, bir insan, ister bir savaş, bir inanç olsun; yenilince gideceksin. Daha çok incinmemek, daha çok kırılmamak adına. 


Korku Ruhu Kemiriyor. Gerçekten her türlü korku içimizi çürütüyor artık. Çalışanlar işini kaybetmekten korkuyor, demokrasi hatırlamaktan korkuyor, dil söylemekten korkuyor. Siviller askerlerden korkuyor, askerler silahsız kalmaktan korkuyor ve silahlar savaşsız kalmaktan. Kalabalık korkusu, yalnızlık korkusu, olandan ve olabilecekten korku, ölme korkusu, yaşama korkusu. Sevenler ayrılmaktan, yalnızlar sevememekten korkuyor. Hepimiz bu korku mevsiminde, çıldırmanın eşiğinde arafta yaşıyoruz. Peki biz ne yapıyoruz; onlardan kaçıyoruz. Üstlerini örtmek için fikirler ve imgeler icat ediyoruz. Ama korkulardan kaçmak onları büyütmekten başka bir işe yaramıyor.

Bazen dünyada bir tek insana inanırsın. O kadar inanırsın ki, uzun bir süre kendin olamazsın, zamanı gelmeden ne kadar çok kırıldığını bile anlamazsın. Ya sevmek, ya aldanmış olmak, ya da kendini kandırmak. Bahane bulamazsın. Sadece bu yalanın içinde kaybolmak istersin. Sonra üstü kalsın der ve çekip gitmek istersin. Ama birini gerçekten seviyorsan, Yenişehir’de bir öğle vakti git ona sıkıca sarıl, korkmadan mücadele et, beraber polisten biber gazı ye, unutma o koştuğun sokaklardan biri mutlaka umuda çıkacak. Gizli gizli sigara içtiğin ilk gün gibi heyecanlı ol, sokakları betonlara boğanlara inat cesurca öpüşmekten çekinme. Bir ihtilali es geçerek o büyük devrimi yapmak için çabala…


Lafı uzatmıyorum. Şu ikiyüzlü dünyada yoksullar, zenginlerin daha çok zengin olması için çalışmadığı gün belki her şey düzelecek. O gün tekrar dünyanın bütün Kızılderilileri ve Spartaküs kazanacak. Sen o güne kadar gülümsemeni eksik etme, ama yalancıktan değil. Senden başka bir şey istemiyorum.

Biraz uzaklara gitme, kaçma ve içimi dinleme vakti geldi. Bazen gitmek, kalmaktan daha kolay olmalı. Ama sevdiğiniz insanın kıymetini çok iyi bilin. İnsan kaybedince, bazen ne kaybettiğini bilmiyor, bilince de çok geç oluyor. Sokak hayvanlarına selam vermeyi, gülümsemeyi, kuşları beslemeyi, bir şehri ona rastlarım umuduyla dolaşmayı, bir simidi paylaşmayı, her mevsimi hakkıyla yaşamayı, gün batımını izlemeyi, Sadri Alışık gibi ağlamayı, düzenli olarak rüya görmeyi, küresel ısınmayı, vapurlara binmeyi, devrik cümlelerle düşünmeyi, Abbas Kiarostami filmlerinde kaybolmayı, ucuz şarap içmeyi, bir güneşle sigara yakmayı, koşarak Akdeniz'e çıkmayı, Bir Mavi Tren'in vagonlarında koşmayı ve en önemlisi ekmeğinizi çalmak isteyenlerle kavganızı asla ama asla unutmayın…

Umarım tekrar karşılarız....

 
The Smiths - There Is A Light That Never Goes Out

0 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...