1980’lerin başı, soğuk savaşın
insanların içine işlediği yıllar. KGB Başkanı Yuri Andropov, Ronald Reagen
yönetimindeki ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı nükleer füzelerle bir saldırı
planladığına inanıyordu. O dönem iki ülke arasında gittikçe kızışan silahlanma
yarışı, ABD’nin ‘Yıldız Savaşları’ projesinin düğmesine basması ve Andropov’un
Komünist Parti Genel Sekreterliğine seçilmesi bu güç savaşını hızlandırmıştı. Doğu
ve Batı blokları arasındaki gerilim zirve noktasına çıkmıştı. Kremlin kesin
talimat vermişti: Batı’dan bir füze ateşlenirse, emir beklemeden hemen Sovyet
füzeleri ateşlenecekti.
Yarbay Stanislav Petrov, 26 Eylül
1983te Moskova dışındaki ‘Sovyet Nükleer
Erken Uyarı’ merkezlerinden biri olan Serpukhov-15’teki nöbetine
başlamıştı. Kahvesini yudumlayıp huzurlu ve sessiz bir gece geçirmek istiyordu.
Merkezin görevi, Amerikan nükleer füzelerini
uydular vasıtasıyla denetlemekti. Sonbaharın kasveti kendisini hissettirmeye
başlamıştı. Dışarıdaki soğuk sertleştikçe insanın içine işliyordu.
Gece yarısından sonra, Petrov’un
o hiç görmek istemediği manzara gerçek olmuştu. Amerika’dan bir füze
ateşlenmişti. Emir subayının getirdiği kahveyi içmeye hazırlanıyordu ki kahve
fincanı elinde kalakaldı. Birden odanın ışıkları söndü ve kırmızı alarm
lambaları yanıp sönmeye başladı. Sirenler acı acı çalıyordu. Yarbay
Petrov’un önündeki bilgisayar ekranları sanki dile gelmiş,
‘haydi savaşa’ der gibi bağırıyordu. Soğuk Savaş’ın en dramatik anlarından
biri yaşanıyordu. Her
saniyenin hayati derecede önemi
vardı. O an verilecek karar tüm dünyanın geleceğini
değiştirebilirdi. Yıllar sonra, “Ellerim titriyordu. Oturduğum koltuğun
ısındığını hissedebiliyordum.” diyerek
duygularını dile getirecekti Yarbay Petrov. Sakin kalmaya çalışan Petlov mantık
yürütmeye başladı. Amerika, bize saldırıyor olsa bunu tek bir füze ile yapıyor
olmazdı herhalde! Muhakkak sistemlerde bir arıza olmalıydı. Mutlaka
yanlış giden bir şeyler vardı. Uyarıyı dikkate almayacaktı. Sonrasında
bilgisayar ikinci füze alarmını verdi. Ardından üçüncü, dördüncü ve beşinci….
Dev ekranda “VUR” emri belirdi. Ama yarbay hala sakindi. Her ne kadar Petrov,
sistemden kaynaklanan bir arıza olduğunu düşünse de, emin olmasına imkan yoktu.
Ya hata yoksa? Sovyet kara radarları ufkun ötesinde kalan füzeleri tespit
edemiyordu; gerçek bir saldırı varsa, tespit ettiklerinde de her şey için çok
geç kalınmış olacaktı. Üstelik Kremlin’e haber vermek için
de çok az bir zamanı
kalmıştı. Kararını verdi; içgüdülerine güvenecek ve yanlış alarm protokolü
uygulayacaktı.
Sadece bekledi, bekledi...
Dakikalar geçmek bilmiyordu. 20 dakika geçti. Ortalık sakindi. Patlama
olmadı. Haklı çıkmıştı. Sistem, güneş ışınlarının bulutlara yansımasını yanlış
yorumlamıştı. Evet Yarbay Petrov, dünyayı olası bir nükleer savaşın eşiğinden
çekip çıkarmıştı! O bir kahramandı. Etrafındakiler hararetle onu kutluyordu.
Ama uyarıyı dikkate almayarak askeri prosedürleri ihlal etmişti.
Sonrasında Kızıl Ordu onu hemen emekliye sevk etti. 74 yaşındaki Dünyayı
Kurtaran Adam geçtiğimiz yıl ‘Dresden Barış Ödülü’ne layık görüldü. Tüm bunlara
rağmen Petrov’un kahramanlığı Rus sınırlarının içine giremedi. Kendi ülkesinde nedense
yaptıkları görmezden gelindi. Moskova’nın banliyölerinden birinde
200 dolarlık emekli maaşıyla yaşama uğraşına devam ediyor. Zaten bu dünyada
savaşı önleyenler değil, kinden, öfkeden beslenip savaş çıkaranlar kahraman
oluyor. Peki soğuk savaşın bu gizli kahramanı o düğmeye basmış olsaydı ne
olacaktı.
Bu sorunun cevabını düşünmek bile çok iç
karartıcı… Tekrar teşekkürler Dünyayı Kurtaran Adam...
The Man Who Sold The World - David Bowie
0 yorum:
Yorum Gönder