Albert Camus, Sisifos Söyleni’ne şu cümleyle başlıyordu: “Gerçekten
önemli olan tek bir felsefe sorunu vardır, intihar.” İntihar bir
sonuç mudur yoksa neden mi?! İntihar sadece insanın kendi yaşamına son vermesi
midir? Ya intihar ettiğinin farkında olmadan sürekli ölü olanlar. İçindeki
hoşgörüyü ve şefkat tohumlarını öldürmüş, yaşayan ölüler. Birinin kalemini
kırmak için, toprağın bir ölüyü beklediği gibi bekleyenler. Hep haklı, hep
güçlü olup, Marx’a mezarında takla attıranlar.
İnsanlığın en büyük sorunu” buldum” demekle başlıyordu. Evreka,
evreka diye bağırıp ortalığı birbirine katan Arşimet ilk olarak bu günah tohumunu ekti.
Oysa çok mu zordu iki şişe köpek öldüren şarap içip susmak. Yine Kolomb, Amerika'yı
bulduktan sonra değil, onu bulurken mutluydu. Mutluluğun doruk anı, belki Yeni
Dünya'yı bulmadan üç gün öncesiydi; ayaklanan mürettebatın umutsuzluk içinde
geminin burnunu gerisin geri Avrupa'ya çevirmek üzere oldukları an! Burada
sorun elbette Yeni Dünya değil, yerin dibine batsın Yeni Dünya! Kolomb zaten
onu görmeden, hatta bir şey bulup bulmadığını bile anlamadan öldü. Sorun,
hayattır; yalnızca hayat. Hayatın kendisi, hayatı sürekli ve sonsuz biçimde
bulma süreci... Onu bulup sonra da buldum diye noktayı koymak değil...
Alamut Kalesi’nde afyon içip,
Mezopotamya’da gün batımını izleyen bir haşhaşi, Sirius Yıldızı’ndan medet uman
bir Mısırlı, Trepanasyon yoluyla kafasına bir delik açılmış bir büyücü, Kaz
Dağı’nın tepesinde hayatın anlamını arayan bir filozof, Woodstock
çayırında bir gitar çığlığıyla kendinden geçen bir hippi, modernistlere söven bir Zerduş. Mississippi nehrinde
Jeff Buckley’e el sallayan bir fani. Hepsi sadece “buldum” demek için bir ömür
harcıyordu. Bulmak ve sonra kaybetmek
Oysa her insanın düşlerinin gerisinde yaşadığı dönemin kargaşaları
gizlidir. İçimiz bölünmeler, yabancılaşmalar, savaşlar, boş sözler ve ölülerle
dolu. Bir an önce bulup ve kaybetmek için amansız bir yarış içindeyiz. Acımız
nereden, yaşamımızın hangi kısmından kaynaklanıyor, bilmiyoruz. Tek bildiğimiz
şu: İnsanlar, insana yaraşır şekilde yaşamak istemiyor. İçimizdeki yorgun kalabalıklar
hiç geçmeyen doğum sancılarıyla kıvranıyor.
O yüzden; düz yoldan çık, kayıp bir kentin denize açılan sokağında kaybol, gazoz kapağından tabutlar yap, nükleer
santrallerin duvarlarına işe, çocuklara tütün içmeyi öğret, devrik cümlelerin
ölümcül gücüne inan, arkandan sen de mi Brutus diye bağırsınlar, Pandora’nın
kutusunu aç, saklı taşra faşizminin içine tükür, otostopla Tibet’e doğru
yol al, Hindistan’a giden bir trenin kuyruğundan yakala, Tanrılardan ateş çalarak sonsuza kadar lanetlen, kendi
kalemini kendin kır, iki şişe ucuz şarap iç ve tarihi yeniden yaz, sigortalı
bir işe girmeden aşık ol, sonra uzun sürmüş bir günün akşamında bir zeytin
ağacı dik ve
“BENİ SEVME ARTIK!“
Joy Division - Love Will Tear Us Apart
0 yorum:
Yorum Gönder