"İşte gidiyorum, bir şey demeden, arkamı dönmeden, şikayet etmeden; hiçbir şey almadan, bir şey vermeden, yol ayrılmış görmeden gidiyorum.."
Bir Kazım doğmuş bugün, yeryüzüne şarkılarını üfleyip geçip gidenlerden, giderken ayak izleri ruhumuza işlerken, derken bir Yusuf düşüyor zihnime, can yakan sahici bir hüznün sadeliğiyle, içime yavaşça işleyen ve orada kalıcı olan bir hüzünle..
Özcan Alper'in çektiği ilk uzun metrajlı film olan Sonbahar, 2000 yılının Aralık ayında "hayata döndürme operasyonunun" kimlerin hayatını neye döndürdüğünün görülebilmesi için bile mutlaka izlenmesi gereken bir film. Ama Bu operasyon, filmde arka planda kalan unsur olarak, acı çeken bir gencin geçmişiyle ilişkisini, geleceğini de belirleyecek şekilde kuran bir şekilde sezdirilir. Yusuf, o operasyonda F tipi cezaevlerine karşı açlık grevi yapmış, suçunun ne olduğunu filmden anlayamadığımız bir genç insan. Açlık grevi sonucu ciğerleri iflas ettiği için on yıl sonra hapishaneden tahliye olup Doğu Karadeniz'deki ana yurduna döner. Ana yurdunda annesiyle, çocukluk arkadaşıyla, anadiliyle (hemşince) ilişkisinde, ana tema yitirdikleri ve olmayan geleceğidir. Yusuf, gerçekleşmeyen hayallerinden pişman değildir elbette, ama hayal kurmanın yasak olduğu bir dünyada yaşadığının geç de olsa farkına varmasıdır ondaki hüznün sebebi..
Sosyalizm için mücadele ederken hapse girip yitirilen yıllara ve geleceğe, bir de sosyalizm sonrası SSCB' den Doğu Karadeniz'e bedenini satmak için gelen kadınlardan biriyle yaşanan "geleceksiz" bir aşk eklenince Karadeniz'in yeşili, mavisi yerini, önü alınamaz azgın dalgalara bırakıyor. Kısa süreliğine de olsa tutunulan bir dal, kırılıp elinizde kalacağından emin olduğunuz halde tutunmaktan asla vazgeçmeyeceğiniz bir dal oluveriyor.. Zaten aşk bu değil midir ki?
En ihtiyaç duydukları ama en imkansız anda birbirine dokunan iki yaralı yüreğin birbirlerinde duydukları çaresizliğe, Yusuf'un televizyonda izlediği Çehov uyarlaması Vanya Dayı filminde duyduğu, "yaşamalıyız, çok zor olsa da mutlaka yaşamalıyız" sözleri eşlik ediyor.Zaten Eka da Yusuf'u Rus romanlarından çıkmış birisi gibi görüyor. Acısından sığınacağı sakin koyları bu imkansız aşkta bulan ama bu koyun da onun için kısa süreli bir dinlenme yeri olduğunun bilincinde olan Yusuf için filmin sonunda duyduğumuz annesinin dilinden olduğu anlaşılan ağıt, filmin lirizminin de doruğa çıktığı nokta oluyor.
"O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler.."
0 yorum:
Yorum Gönder