19.11.2013

Şehrin Zamanı


Bir şehrin ancak kendine ait bir zamanı varsa şehir olduğunu hisseder. Şehrin zamanı önceleri sestir - ezan sesi, kilise çanı, saat kulesi. Sese kulak vermek, başını kaldırıp ya sesin geldiği yere ya da saate bakmak. Aynı anda başkalarının da aynı şeyi yaptığını bilmek. O yüksekçe yerde onlarla göz göze gelmek. Tanrının ya da zamanın elini hissetmek. Belki de bu ikisinin aynı şey olduğunu düşünmek.

Bu duygu 19. yüzyılın sonlarında yerini fotoğrafa bırakıyor. Şehir fotoğrafları o şehirde yaşayanların ortak aynası oluyor. Mekandaki varlığını, bütünlüğünü ve tekliğini sesle ya da fotoğrafla kavrayamayacak kadar büyüdüğünde, şehrin aynası fotoğraftan sinemaya dönüşüyor. Üstelik sinema, şehri nasıl görünüyorsa öyle yansıtmakla yetinecek düz bir duvar aynası değil ruhunu da yansıtan büyülü, hareketli bir ayna. Zaten artık 20. yüzyıla varmışızdır ve şehrin kendisi de metropole dönüşmüştür:İstasyonlarına trenlerle birilerinin gelip gittiği, sokaklarında tramvaylarla yayların iç içe gezdiği sürekli hareket halindeki bir mekana, yani bir tür sinemaya. Sinemanın kendisi hareket halindeki mekandan başka nedir ki?

Mekan- zaman ilişkisini hareketin kurduğu dönemde şehrin zamanı artık sinemadır. Şehrin metropole dönüştüğü ve zamanın mekanı yuttuğu çağın ifade biçiminin sinema olması rastlantı değildir. Metropolin ritmini yansıtacak olan sinemanın, trenin hareketini görüntüleyerek doğuşunun da rastlantı olmayışı gibi. Bilindiği gibi, sinemanın 20. yüzyılın eşiğinde (1895) bir trenin La Ciotat Garı'na girişini belgeleyen, Lumiere kardeşlerin çektiği görüntülerle başladığı kabul edilir. Şehrin metropole dönüşmesi hareketin gündelik hayata damgasını vurması anlamına gelir. Hareket (bir dizi kareyle) görüntülenebildiğinde, (karelerin peş peşe yansıtılmasıyla) görüntü hareketlenir. Ve mekan zamana dönüşür..

"Feride Çiçekoğlu, Vesikalı Şehir"

Tanju Duru - Raylar Boyunca


0 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...