13.12.2013

Yarınki Yüzün


İnsan herhangi birinin güvenini kazanıp kazanmadığını asla tam olarak bilemez, kaybettiğini ise hiç bilemez. Bundan asla söz etmeyecek, dostça itirazlarda, sitemlerde bulunmayacak, bu kelimeler -güvensizlik, dostluk, düşmanlık, güven- kullanmayacak ya da sadece doğal ifade ve konuşmalarında bir alay unsuru, bize daima naif görünen geçmiş zamanların konuşma ve sahnelerinin yankılanması, alıntılanması olarak kullanacak birinden söz ediyorum: bizim dönemimiz de yarının kuşaklarına -kim olurlarsa olsunlar- naif görünecektir, sadece bunu iyi bilenler o nabız hızlanmalarından, nefes kesilmelerinden kendini esirgeyebilir ve ruhlarını darbelerden koruyabilirler. Ama bunu kabullenmek ya da anlamak kolay değildir, dolayısıyla kalpler hızla çarpmaya, ağızlar kuruyup nefessiz kalmaya, bacaklar titremeye devam eder; nasıl bu kadar aptal, bu kadar zeki, bu kadar külyutmaz, bu kadar saf, bu kadar bön, bu kadar şüpheci olabiliyorum ya da olabildim der insanlar kendi kendilerine; oysa güvenen kişi şüpheciden, bencil ve hesapçı kişi kendini ellerimize teslim eden, son ya da ilk vuruş için boynunu ya da en sivri mızrağımızı saplayabilelim diye göğsünü bize uzatan, kayıtsız şartsız itaatkar kişiden daha naif olmak zorunda değildir. En şüpheci, en açıkgöz, en kurnaz kişiler bile zamandan dışlandıklarında, geçmişte kaldıklarında, hikayeleri bilindiğinde (hikaye ağızdan ağıza dolaşır ve böylece biçimlenir) biraz naiftirler. Belki de bütün mesele budur; hikayenin sonu ve bilinmesi; ne olduğunun, olayların nasıl sonuçlandığının, kimin şaşırdığının, kandırmacayı kimin yönettiğinin, kimin avantajlı çıkıp kimin zarar gördüğünün ya da berabere kaldığının, kimin bahse girmeyip kendini tehlikeye atmadığının, kimin -buna rağmen- kendinden daha güçlü geniş ırmağın akışına kapılarak yenildiğinin bilinmesi; o ırmak ki daima çok sayıda kumarbazla tıka basa doludur ve bunlar sonunda bütün yolcuları, en pasifleri, kayıtsızları, küçümseyenleri ve kınayanları, aleyhtarları ve en gönülsüzleri, hatta ırmağın kıyısında yaşayanları bile kumara dahil ederler. Öyle görünüyor ki kendini akışın dışında, kenarında tutmak, evine kapanıp hiçbir şey bilmemek, hiçbir şey istememek, -hatta istemeyi bile istememek- posta kutusunu açmamak, hiçbir telefona cevap vermemek, kapı ne kadar çalınırsa çalınsın, yıkılacakmış gibi yumruklansın, sürgüyü açmamak mümkün değildir; evde kimse yokmuş ya da evdeki kişi ölmüş de duymuyormuş gibi yapmak, arzuya bağlı olarak, istendiği zaman görünmez olmak, susmak ve canlıyken namütenahi soluğunu tutmak mümkün değildir; insan artık yeryüzünden ayrıldığına ve kendi adını bile terkettiğine inandığı zaman dahi tam olarak mümkün değildir. Bunun gerçekleşmesi kolay değildir; hiçbir iz, son kıvrım ya da dairenin son halkası dahi kalmayacak şekilde silmek, kendini silmek kolay değildir; yıkanıp ovalayarak temizlenip ortadan kaldırılan ve sonra...

Sonra varlığından şüpheye düşülebilen kan lekesi gibi olmak o kadar basit değildir. Her izde daima bir hikayenin gölgesi şekillenir; hikaye belki tamamlanmış değildir, kuşkusuz eksiktir, boşluklarla doludur, hayaleti andırır, şifrelidir, bir ceset kadar solgundur ya da kırık mezar taşları, silinmiş yazılarıyla harabeye dönüşmüş alınlıklar gibi parça parçadır, hatta sonu tam olarak bilinmeyebilir, tıpkı nin örneğinde, Alfonso dayımla ensesine bir kurşun yiyen, temelli isimsiz genç kız arkadaşı örneğinde ve benim bilmediğim, kimsenin anlatmadığı onca kişinin örneğinde olduğu gibi. Ama sonun nasıl gerçekleştiği başkadır, sonun kendisi başka, o her zaman bilinir; aynı şekilde zaman başkadır, zamanın içeriği başka; bu içerik asla tekrarlanmaz, sonsuz değişkenliktedir, oysa zaman homojendir ve değişmez. Ve bu bilinen son sayesindedir ki, herkesi, akıllıları da aptalları da, vefalıları da kaçamak yapanları ve yan çizenleri de, tedbirsizleri de tedbirlileri de, komplo düzenleyip tuzak kuranları da, kurbanları da cellatları da kaçakları da, zararsızları da zararlıları da naif ve boş olarak damgalayabiliriz; henüz sona ulaşmamış, hala el yordamıyla ilerleyen veya kalkanıyla, mızrağıyla çevik adımlarla yürüyen ya da kalkanı ezilmiş, mızrağı körelmiş, yorgun, ağır adımlarla yürüyen kişilerin sahte üstünlüğüyle hüküm veririz (bu üstünlüğü zaman tüketecektir, ona çare bulan zaman olacaktır); yakında onlarla, dışlanmışlarla ya da ölülerle birlikte olacağımızı fark etmeyiz bile; o zaman...


O zaman en merhametli ve keskin hükümlerimiz bile boş ve naif olarak damgalanacaktır; seninle ilgili olarak, bunu niye yaptı diyeceklerdir; onca sıkıntı, onca çarpıntı niyeydi, onca kaygı ve onca heyecan niyeydi; benimle ilgili olarak da, niçin konuştu ya da sustu, niçin onca zaman sadakatle bekledi, o baş dönmesi, onca şüphe ve o işkence niyeydi, niye o adımları attı ve o kadar çok adım attı. Ve ikimiz hakkında da; niye çatıştılar, niye onca çaba gösterdiler, bakmak ve sakin olmak yerine niye savaştılar, niye görüşmeyi ya da görüşmeye devam etmeyi beceremediler, onca rüya ve o sıyrık, benim acım, benim sözüm, senin ateşin ve onca şüphe, onca işkence niyeydi?


"Javier Marias, Yarınki Yüzün"

No Clear Mind - When You're Not Here

0 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...