Kafka karabasanlarında gördü belki seni, ama adlandıramadı (ya da girmedin onun düşlerine). Bilseydi, senin gibi bir yer var yeryüzünde. En korkunç kitabın konusu sen olurdun..
Plastik zevkler, Plastik düşler. Televizyonun herkese vaat ettiği, ama çok az kişiye bahşettiği bu cennet, plastik. Onun hizmetindeyiz. Eşyalarımız giderek daha çok, insanlarınsa giderek daha az önemli olduğu bu uygarlıkta amaçlar, araçlar tarafından ele geçirilmiş. Sen eşyaları değil, eşyalar seni satın alıyor. Otomobiller seni kullanıyor, bilgisayarlar seni programlıyor, televizyon seni seyrediyor.
Cumartesiden sonra, pazartesiden hemen önce, arafta olmak misali grinin tam ortasında...
Morrissey'in en sevdiğin şarkılarından biri olan "Everyday Is Like Sunday"in nefis sözleri Hakan Bıçakcı'nın çevirisiyle...
"Islak kumun üzerinde kendi adımlarınla boğuşurken
Vaktiyle kıyafetlerinin çalındığı o bankın arka tarafında
Burası bir sahil kasabası
Kapatıp gitmeyi unuttukları
Armagedon, gel armagedon!
Gel hadi armagedon, gel!
Sanırsın her gün Pazar
Her gün sessiz ve her gün gri
Piyasa yapılan o caddede gizlenirken
Kartpostal üzerine kazınmış yazı
“Nasıl isterdim burada olmamayı ”
Bu sahil kasabasında
Şu bombalamayı unutup gittikleri
Gel, gel, gel nükleer bomba
Sanırsın her gün Pazar
Her gün sessiz ve her gün gri
Çakıl taşlarının ve kumun üzerinde dönüş yolunda
Garip bir toz ellerinde
Ve yüzünde (gözünde, ağzında, burnunda)…
Sanırsın her gün Pazar
Haydi, ucuz bir çay tepsisi kazan kendine
Şu yağlı çayından bir yudum versene
Her gün sessiz ve her gün gri"
Robin, İsveçli Magnus Carlssontarafından 1994 yılında yapılmış bir çizgi film. Çizgi filmin her bölümü yaklaşık 5 küsur dakika sürüyor ve olaylar 21 yaşındaki işsiz Robin'in etrafında dönüyordu. En yakın arkadaşı Benjamin ile birlikte Robin kafasından hiç çıkarmadığı beresiyle maceradan maceraya koşuyor, her gün içki içerek değişik insan profillerini keşfetmeye çalışıyorlardı.
Radiohead elemanları Robin'i keşfettikten sonra çizgi filmin fanı olarak hemen Magnus Carlsson'dan OK Computer albümündeki bir şarkıya klip çekmelerini rica ettiler. Magnus albümü dinleyerek ilk tercihinin No Suprises olduğunu söyledi, fakat grup üyelerinin ricasını kırmayarak Paranoid Androidüzerinde karar kılındı. Carlssonşarkıyı ilk aldığında bütün gün ofisinde şarkıyı dinleyerek ve sokak lambalarıyla donatılmış bir köprüyü seyrederek geçirdi. Ve sonrasında ortaya çıkan ilham ve klibin oluşturulma aşaması hem grubu hemde Magnus'u tatmin etmiş oldu.
Sanırım Magnus'un dediği gibi Thom Yorke kendi benliğini Robin'le çözüyor; nükleer silahlar, mutsuz sevgiler ve plastik bir dünya içinde hayatı anlamaya çalışan yabancı bir birey. Belkide gün gelecek hepimiz bir Robin olacağız, şapkasıyla duş alarak yaşadığı korkunç dünyayı çözmeye çalışan yabancılaşmış birer birey..
"Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta, her şey naylondandı o kadar..."
Malum geçtiğimiz günlerdeSabahattin Ali'nin o muhteşem eseri "Kürk Mantolu Madonna" üzerine bir cahil sohbeti ve bunun sonuçlarını izledik. Aslında bilmemek ayıp değil, ama bilmeyip bildiğini ısrarla vurgulamak sanırım kör cehaleti. Yıllar önce Radikal Gazetesi sinema yazarı Şenay Aydemir, Türk edebiyat tarihinde hepsi birer başyapıt sayılacak on kitabı günümüzün en iyi yönetmenleriyle eşleştirmişti ve ortaya "Hangi Romanı Kim Çeksin" temalı çok güzel bir yazı çıkmıştı. İşte o güzel yazı.
İNCE MEMED: Nuri Bilge Ceylan
"İnce Memed"in yoğun tasvirlerini, epik sinemaya aktarmak gerçekten zor. Bu nedenle bu işi Türkiye'de en iyi beceren kişiyi yönetmen koltuğuna oturttuk. Nuri Bilge Ceylan, taşra ve kasaba duygusuna fazlasıyla hakim bir isim. Ercan Kesal'ın senaryo desteği ve Gökhan Tiryaki'nin görüntüleriyle İnce Memed'i perde de ölümsüzleştirebilir. İhtiyacı olan tek şey biraz isyan duygusu.
HUZUR: Semih Kaplanoğlu
"Huzur" Osmanlı ile Cumhuriyet arasına sıkışmış; bir yandan yüzlerce yıllık Osmanlı geleneğinden kopuşun öte yandan da yeni Cumhuriyetin getirdiklerinin ikilemini yaşayan insanların hikayesini anlatır. Semih Kaplanoğlu sinemasının görsel gücüyle birleştiğinde ise, bu muhteşem eseri, aynı kalitede beyazperdeye aktaracak tek isim olarak onun adı öne çıkıyor.
BENİM ADIM KIRMIZI: Derviş Zaim
Derviş Zaim'in Orhan Pamuk'un "Benim Adım Kırmızı" romanı için biçilmiş kaftan olduğu kesin. Çünkü roman 16. yüzyıl İstanbul'unda saray hattatları ve nakkaşlarının padişahın emriyle resimler yapışının öyküsünü anlatır. Pamuk'un betimleme zenginliği ile Zaim'in görsel dünyasının birleşiminden ortaya çıkacak filmin seyrine doyum olmayacağı söyleyebiliriz. TUTUNAMAYANLAR: Reha Erdem
Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar"da Türkiye romanında yepyeni bir dilin kapılarını araladığını, hem içerik hemde biçimsel olarak yeni bir yol açtığını söylemek ne kadar doğru ise Reha Erdem sineması için de aynı şeyleri söylemeliyiz. Erdem, zorlayıcı kelime oyunlarıyla dolu; fizik, kimya, matematik gibi bilim dallarına, felsefi disiplinlere saygı duruşunda bulunan bu zor hikayenin altından kalkabilecek sayılı isimlerden birisi.
AYLAK ADAM: Onur Ünlü
Yusuf Atılgan'ın kült kitabı "Aylak Adam"ın kahramanının bir isminin dahi olmaması, yalnızca C. olarak anılması bile onu tek başına Onur Ünlü karakteri yapmaya yetmez mi? Baba parası yiyen, gezen, tozan, sinemadan çıkmış insan olmaktan son derece memnun bu karakterin hayattaki her şeye teğet geçmiş olmasında komik bir yan da var üstelik.
SUSKUNLAR: Tayfun Pirselimoğlu
İhsan Oktay Anar'ın "Suskunlar" ın yönetmen koltuğuna Tayfun Pirselimoğlu'nu oturtmamızın son üçlemesi Rıza, Pus ve Saç'taki karakterlerin suskunluklarıyla bir ilgisi yok. Ama susarken anlattıklarıyla çok ilgili. Üstelik, iyi bir yöentmen olmanın yanında iyi bir ressam olması "Suskunlar"ın dünyasını daha iyi anlatmak için büyük avantajlar sunuyor.
KÜRK MANTOLU MADONNA: Zeki Demirkubuz
Bir kadının aşkıyla helak olmuş adamların hikayesi söz konusu olduğunda aklımıza Zeki Demirkubuz'dan başka kimse gelmiyor nedense? Demirkubuz, Masumiyet, Kader ve İtiraf'ta "aşk' ın etrafında örmüştü hikayelerini. "Kürk Mantolu Madonna"nın kahramanı Raif Efendi'nin Maria'ya duyduğu "masumiyet" dolu aşkını, o aşkın ve hayatının dayattığı "kader"i sessizce kabullenişini ve günlüğünden saçılan donunaklı "itiraf"larını en iyi Demikubuz anlatabilir. Üstelik, romanın bügüne de rahatlıkla uyarlanabilecek evrensel bir öyküsü var.
ACIMAK: Çağan Irmak
Reşat Nuri Gültekin'in "Acımak"ı, acıma duygusunu kaybetmiş Zehra'nın babasının ölümü üzerine hayatına yön veren gerçeklerle tanışması ve yeniden "acıma" duygusunu kazanmasını anlatır. Acımak'ı sinemaya aktarmak söz konusu olduğunda en dikkat çekici özelliğinin Yeşilçam filmlerini aratmayan melodramı olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Hal böyle olunca Çağdaş sinema unsurlarıyla Yeşilçam duygusunu birleştirmeyi başaran en başarılı isim olarak Çağan Irmak bu kitap için biçilmiş kaftan gibi duruyor. Acımak'ın Irmak tarafından çağdaş bir yorumunun acıma duygusu dışında, işin içine vicdanı da katacağından tabii ki şüphemiz yok.
GÜVEN: Özcan Alper
Vedat Türkali deyince akla ilk önce "Bir Gün Tek Başına" gelir belki ama "Güven"inde ondan aşağı kalır yanı yoktur. Üstelik oğlu Barış Pirhasan ve torunu Yusuf, Bir Gün Tek Başına'yı sinemaya aktarmak için yakında motor diyecekler. Türkiye sosyalist hareketinin en önemli figürlerinden birisi olan Türkiye Komünist Partisi'ne üye bir grup antifaşist gencin İkinci Dünya Savaşı yılları İstanbul'unda yaşadıklarını anlatan "Güven" için en iyi isim içeriden birisi olurdu hiç kuşku yok ki. Sonbahar ve Gelecek Uzun Sürer ile politik sinema'da rüştünü ispatlayan Özcan Alper'in sıkı bir ekip çalışmasıyla kendisine "Güven"enleri mahçup etmeyeceğini söyleyebiliriz. MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI
Nazım Hikmet'in "Memleketimden İnsan Manzaraları" kitabının sorumluluğunu bir yönetmene bırakmak insafsızlık olurdu. Yaklaşık 40 yıllık bir zaman dilimini onlarca insanın öyküsüyle harmanlayan bu devasa yapıtın altından ancak kollektif bir çabayla kalkmak mümkün olabilir. Seren Yüce, İnan Temelkuran, Seyfi Teoman, Orhan Eskiköy, Pelin Esmer, Hüseyin Karabey, Selim Güneş, Sedat Yılmaz, Atalay Taşdiken, Mahmut Fazıl Çoşkun ve Aslı Özge gibi günümüzün genç ve yetenekli yönetmenlerinin seçtikleri birer hikayeyi anlattıkları filmin, kitabın hakkını fazlasıyla vereceğinden hiç şüphemiz yok.
Son sözü müziğe verelim ve Sabahattin Ali'nin o muhteşem sözleri eşliğinde Aldırma Gönül diyelim.
Bugün tozlanmayan albümler köşesinde 70'li yıllara uzanıyoruz. Ülkemizin önemli seslerinden biri olan Moğollar'ın Fransa'da La Guilde Internationale Du Disquez isimli firma için yaptıkları Anadolu Pop albümü, 1971 yılında Academie Charles Cros "Grand Prix Du Disque" yani "Büyük Plak Ödülü"ni kazanmıştı.
Charles Cros Akademi'si her sene çeşitli müzik dallarında senenin en iyi albümlerini seçerdi. Yani bir anlamda bir çeşit müzik oskarları. 1969'da Pink Floyd "Ummagumma" albümü ile, 1970'de Jimi Hendrix Electric Ladyland" albümü ile bu ödülü kazanmışlardı.
Albüm Paris'te onaltı kanallı bir stüdyada bir haftada doldurulmuştu. Moğollar'ın 1967'den beri yaptıkları çalışmaların bir yansıması olan albümde, Türk Halk Müziği çalgıları Jazz, Blues, Klasik ve Rock müziği temaları muhteşem bir kimya ile bir araya gelmiştir. Albümün birinci yüzünde normal Anadolu Pop denemeleri, ikinci yüzünde Moğolların'ın bir Anadolu gezisinde dolaştıkları yerlerden esinlenerek yaptıkları parçalar yer alıyor.
Müziğin her zaman gizli kahramanları ve nev-i şahsına münhasır isimleri vardır. Yaklaşık 30 yıl önce sokaklarda doğmuş ve mutluluğu orada bulmuş melek sesli bir kadının Susan Dietrich yada herkesin bildiği ismiyle The Space Lady'nin hikayesi onlardan bir tanesi. Şehir San Francisco. Sadece keyboard ya da akordeon kullanarak klasik Amerikan şarkılarını yorumlayan bir kadın. Müziğin evrensel gücüne bir kez daha şahit oluyoruz. Onu canlı görmek için gelen turistlerin sayısı, Özgürlük Heykeli'ni görmek için gelenler kadar çok. İnternet sayesinde büyüyen hayranlarından gelen mail ve mektupların sayısını o bile bilmiyor. Hayranlarının ısrarı üzerine yıllar önce şu ana kadar sokakta her zaman çalıp söylediği şarkılarından oluşan bir amatörce bir kaset hazırlamış. Bildiğim kadarıyla aradan geçen onca seneye rağmen herhangi bir plak şirketiyle bir albüm yapmadı. Sadece birkaç toplama albüme onunla özdeşleşen şarkılarıyla katıldı. Hatta internet üzerinden bir EP yayınladı.
Başından hiç çıkarmadığı melek kanatlı demir kaskı sayesinde onu tanımak çok kolay. Şimdi Space Lady'nin hikayesine gelirsek. Kocası ve küçük kızıyla sakin bir hayat süren Susan Dietrich'in hayatı bit pazarında gezerken bir akordeon satın alması ile değişir. Hikayenin diğer kısmına bakarsak tarih 70'lerin başı. Amerika'da karmaşık bir hava hakim. Yaşam felsefesi olarak aktivist bir hayatı benimsemiş olan ailesiyle kendi ülkelerinde bir sürgün hayatı yaşıyorlar. Her an hapse atılma korkusuyla geçen günler ailece San Francisco'dan Boston'a taşınmalarına neden olmuş. Bu süreç Susan'ın hayata karşı direnişini artık müzikle yapma noktasına getirmiş. Metro istasyonlarında başlayan ve bugünlere gelen bu süreç aileye ek olarak bir maddi getiri de sağlamış.
Peki Space Lady nasıl bir müzik yapıyor dersek. Öncelikle onun kullandığı bir mini Casio MT-40 klavyaden bahsetmeden olmaz. Özellikle bu alet Space Lady'nin büyülü sesine bir lo-fi bir hava katıyor. İkisi sanki bütünleşmiş. Susan bu oyuncak vari Casio 'yu çeşitli pedallara bağlayıp, orjinal bir sound yaratmayı başarmış.
Aradan geçen onca yıla rağmen reklamını yapma konusunda bilinçli olarak hep geri planda durması, sade bir ekipmanla inandığı müziği hayata geçirme çabası aslında lo-fi müzik estetiğini bir hayat biçimi olarak benimsediğini çok açık bir şekilde gösteriyor.
Soğuk
olan hava değil Mahsun. İnsanlar soğuk. hayat çok soğuk. keşke bu kadar
soğuk olmasaydı da dünya, sen de bu kadar üşümeseydin… Çok değil, bir
iki aya kadar da kış biter zaten. İdare et. Üşümezsin...
"Tabutta Rövaşata"
Bugün günlerden yeni bir Pazartesi.Bugün 5 şarkılık listemizin konusu kış şarkıları. Mevsim artık kış yolculuğuna başladı. Yolcu yolunda gerek diyerek güzel şarkılar ile bu yolculuğa eşlik ediyoruz.
Müzik tarihindeki bazı gruplar ve onların efsane albümleri asla unutulmaz. İşte o albümlerden bir tanesi Beatles grubunun 1969 yılında piyasaya sürdükleri onbirinci resmi albümleri Abbey Road. Albüm, Beatles'ın en başarılı albümlerinden birisi oldu.
İngiltere'de albüm listelere 1. sıradan girdi ve 11 hafta birinci sırada
kaldı. Albümün en dikkat çeken yönlerinden bir tanesi de tarihin en çok bilinen o efsane kapağı oldu.
Kapakta Beatles üyeleri kadar dikkat çeken bir başka kişi daha var. 1969'da gezmek için karısıyla Londra'ya giden ve yanlışlıkla dünyanın en popüler fotoğrafına giren kişi Paul Cole. Paul Cole, 2008 yılında 96 yaşında hayatını kaybetti. Yıllarca meşhur olduğunu bilmeden yaşayan ve tesadüfen karısına düğünlerde çalınması için verilen plakların birinin üstünde fotoğrafını gören yaşlı adam, 2004 yılında verdiği bir röportajda, o anları anlatırken şunları söyledi. "Önümdeki caddeden defalarca karşıya geçen 'Bir Avuç Serseme' bir anlam veremedim.
Paul Amca, Beatles'in tarzı olmadığını söylemiş ve eklemiş "Beatles'i televizyonda gördüm ve birkaç şarkılarını duymuşluğum var. Yaptıkları müzik bana göre değil, ben klasik müzik dinlemeyi seviyorum."
- Üşüyeceksen ya Ankara'da, yada vapurun üst katında üşüyeceksin derim hep.
- Vaaay, Ankara demek. Orada okumuştum ben de bi süre.
- Ankara'da ya okunur, ya da aşık olunur zaten...
Memleketin baş şehri Ankara bu ülke coğrafyasının en tuhaf şehirlerinden
biridir. Bir kere devlet ciddiyetinin sokaklara kadar sinsice işlediği
gri bir şehirdir. Bu nedenle çok fazla renk değiştirmez. Kışı çok
soğuk, yazı ise çok sıcaktır. Karasal iklimin temel özelliklerini
sonuna kadar kullanır. Ankara başka şehirlere benzemez. Ankara’nın gri sokaklarıyla
anılabilecek tek kelime yabancılaşmadır. Bir anlamda senkronize yalnızlığın
başkentidir Ankara. Bu yüzden başka şehirlerde yaşayan insanların en çok
eleştirdiği kenttir. Bir İstanbullu için çoğu zaman sıkıcıdır, birçok
İzmirli içinse tutucu ve muhafazakar.
Aslında bir şehri sevmekte temel
mesele tutunabileceğin bir dal bulmaktır çoğu zaman. Şairin dediği gibi “Bir şehri sevmek aşka bahane aramaktır.”O zaman akıllarda yer etmiş 5 Ankara şarkısı ile son sözü müziğe bırakalım.
Erkin Koray - Ankara Sokakları
Zuhal Olcay - Ankara'da Aşık Olmak
Nesrin Sipahi - Ankara Rüzgarı
Alpay - Güven Parkı
Grup Gündoğarken - Ankara'dan Abim Geldi
BONUS: The Clash - Sould i Stay or Should i Go
Finali Ankara doğumlu The Clash grubunun beyni Joe Strummer ile yapalım. Joe Strummer yakışıklıydı, cool'du ve sigarasını imrenilecek derecede bir başka içerdi. Bu efsane müzisyen koca bir nesil için bambaşka bir müzik devriminin arkasında yer alan romantik bir isyancı ve ateşli bir ilham kaynağıydı. 2002 yılında “Sould i Stay or Should i Go” dedi ve zamansız bir şekilde aramızdan ayrıldı. Oysa ki ihtişamını yitiren rock’n roll sahnesinin Strummer gibi romantik asilere ihtiyacı vardı. Bu yüzden Ankara’nın en güzel yanı İstanbul'a dönmesi değil, Joe Strummer’ın bu şehirde doğmuş olmasıdır. Şimdi sessizce dağılabiliriz.
Bugün tozlanmayan albümler köşemiz için 1993 yılına uzanıyoruz. İzlanda Reykjavik'te doğan Björk Gudmundsdottir tıpkı ülkenin nefes kesen doğası gibi başına buyruk bir çocukluk geçirdi. Rüzğarlı mağaralarda başlayan şarkı söyleme sevdası onu daha 11 yaşında kendi albümümünü kaydetmesine itti. Daha sonra çeşitli grupların içinde yer aldı. Bunların içinde en bilineni elbette The Sugarcubes oldu. Grubun yavaş yavaş tanınmaya başladığı bir dönemde 1991 yılında grubu dağıtarak Londra'nın yolunu tuttu.
808 State grubundan tanıdığımız Graham Massey ve prodüktör Nelle Hooper'ın desteğini alarak Debut albümünü çıkardı. Albüm kapağında yer alan o utangaç kız profili, albümün içine girildikçe tüyler ürperten bir sesle tüm dünyaya haykırıyordu: "Ben geldim." 52 dakikalık albüm inişleri-çıkışlarıyla buzlu coğrafyalardan, yağmurlu şehirlere tek yön bir yolculuk biletiydi. Sonrası bildiğiniz gibi; Björk söyledi, dünya onu alkışladı...
Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filanda gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar...
Bugün günlerden güneşli bir Ekim Pazartesi'si ama artık iyiden iyiye mevsim değişiyor ve kış geliyor. Geçen bir yılın muhasebesinin yapılacağı uzun kış geceleri ve hüzünlü şarkılar. Bugün beş şarkılık listemizin konusu önümüzdeki günlerde yeni albümlerini çıkaracak olan eski dostlar. O zaman son söz şarkıların olsun.