Bugün 19 Ocak. Takvim yaprakları 19 Ocak 2007'yi gösterirken sırtını
insanlara dönmeyi sevmeyen Hrant Dink, 3 kurşunla sırtından vurularak
öldürüldü. Dink, o dönem yaşadığı sıkıntıları ve içinde bulunduğu ruh
halini Agos gazetesinde şu şekilde satırlara dökmüştü.
"Şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için
çaba gösterenler, kendilerince muradlarına erdiler. Daha şimdiden,
akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle Hrant Dink’i artık
“Türklüğü aşağılayan” biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan
önemli bir kesim oluşturdular.
Bilgisayarımın güncesi ve hafızası bu kesimdeki yurttaşlar tarafından
gönderilen öfke ve tehdit dolu satırlarla yüklü. Bu tehditler ne kadar
gerçek, ne kadar gerçekdışı? Doğrusu, bunu bilmem elbet mümkün değil.
Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşattığım
psikolojik işkence. “Bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor” asıl beynimi kemiren. Ne yazık ki, artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların “aa bak, bu o Ermeni değil mi?” diye bakış fırlattıklarını daha fazla hissediyorum. Ve reflesk olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye.
Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik. Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik. Tıpkı bir güvercin gibiyim…
Onun kadar sağıma, soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım. Başım
onun ki kadar hareketli… Ve anında dönecek denli de süratli.
Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek? “Canım, 301’in bu kadar da abartılacak yanı yok. Mahkum olmuş, hapse girmiş biri var mı?” Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi… İşte size bedel.. İşte size bedel…
İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel
olduğunu bilir misiniz ey bakanlar?.. Bilir misiniz?... Siz, hiç
güvercin izlemezmisiniz? Kolay bir süreç değil
yaşadıklarım… Ve ailece yaşadıklarımız. Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip
uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahil oldu. Özellikle de tehditler
yakınlarıma bulaştığında. O noktada hep çaresiz kaldım.
“Ölüm-kalım” dedikleri bu olsa gerek. Kendi irademin direnişçisi
olabilirdim, ama herhangi bir yakınımın yaşamını tehlikeye altına atmaya
hakkım yoktu. Kendi kahramanım olabilirdim, ama bırakın yakınımı,
herhangi bir başkasını tehlikeye atarak, yiğitlik yapmak hakkına sahip
olamazdım. İşte böylesi çaresiz zamanlarımda, ailemi, çocuklarımı
toplayıp onlara sığındım ve en büyük desteği de onlardan aldım. Bana
güveniyorlardı. Ben nerede olursam, onlar da orada olacaktı. “Gidelim”
dersem geleceklerdi, “kalalım” dersem kalacaklardı.
Türkiye’de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye’de
demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan binlerce tanıdık tanımadık
dostumuza olan saygımızın gereğiydi. Kalacaktık ve direnecektik. Bir
gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama. .. Tıpkı 1915’teki gibi
çıkacaktık yola. Atalarımız gibi. Nereye gideceğimizi bilmeden.
Yürüyerek yürüdükleri yollardan. Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı…
Öyle bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik
yüreğimizin değil ama ayaklarımızın götürdüğü yere. Her neresiyse.
Dilerim, böylesi bir terk edilişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde
kalmayız. Yaşamamak için fazlasıyla umudumuz, fazlasıyla da nedenimiz
var zaten.
Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak. Yargılanmalar
sürecek, yeniler, başlayacak. Kim bilir daha ne gibi haksızlıklarla
karşı karşıya kalacağım. Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek
güvencem sayacağım.
Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde
görebilirim, ama biliyorum ki, bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi
yaşamlarını sürdürürler. Evet, biraz ürkekçe, ama bir o kadar da
özgürce."
MGMT - Someone's Missing
0 yorum:
Yorum Gönder