30.05.2013

Küçük Prens "Jeff Buckley"


Dün 29 Mayıs'tı. Küçük Prense Jeff Buckley'in ölüm yıldönümü.

Son konserini 29 Mayıs 1997 yılında veren Buckley, aynı gece aniden Mississippi nehrinde yüzmeye karar vererek kıyafetleriyle suya girdi ve dalgalar arasında kaybolarak boğuldu. Cesedi 4 Haziran’da bulunan Buckley, öldüğünde 30 yaşındaydı. Babasını hiç tanımayan bu genç ozanın tıpkı babası gibi genç yaşta hayata gözlerini yumması hayranları arasında büyük bir üzüntüye neden oldu. Zaman zaman depresif olabilen Jeff, şarkılarını söylerken onların içinde kayboluyor, 4 oktavlık tenor sesi ile haykırarak kendinden geçiyordu.

Ve onun efsane albümü Grace. Büyüleyici, erişilmez, keskin, ölçülü, etkili, trajik, muazzam, ihtişamlı, çarpıcı, korkutucu. Grace bütün bu sıfatların işaret ettiği kusursuz bir albüm. Rock efsaneler ile beslenir. Ölüm, intiharlarla hayranlık yaratır, nedeni meçhul ise sonsuza kadar kutsanır. Erken ölüm ise imrenilecek bir tat bırakır hafızalarda. Tıpkı Mystery White Boy Jeff Buckley gibi. Jeffrey Scott Buckley, 17 Kasım 1966 yılında Kaliforniya’da kendisi gibi sanatçı olan Tim Buckey’in oğlu olarak dünyaya geldi. Jeff Buckley müzik dünyasının en cool, gezegenin en sıkı müzisyen şairlerinden biri olarak ender rastlanan bir kişilik olduğunu gösterdi. 1990 yılında New York avangart camiasının içine girmesiyle kendini ispatlamaya başladı. New York’dan önce Los Angeles’a müzik okumaya giden Buckley, burada Shinehead başta olmak üzere bir çok funk ve jazz grubuyla çalıştı. Daha sonra yola tek başına devam etme kararı alan Buckley, 1993 yılında Colombia plak şirketiyle anlaşma imzalayarak ilk EP’si olan “Live at Sin-e”piyasaya çıkardı.

"bir yıldızda yaşayan bir çiçeği seviyorsanız, geceleyin yıldızlara bakmak hoştur. ve geceleri gökyüzüne bakarsın. herşeyin çok küçük olduğu gezegenimi gösteremem sana.. belki böylesi daha iyi. yıldızım senin için herhangi bir yıldız olsun. böylece gökyüzündeki bütün yıldızlara bakmayı seveceksin..."

Jeff Buckley – Grace

Jeff Buckley - Halleluja

26.05.2013

Çoğala çoğala tükenenler…



Ne diyordu Osman Konuk “Şiir Savaşlarım” isimli şiirinde:

ben yine buralardayım, siz burdasınız, ötekiler burda
ötekiler
çorap, kitap, nişan yüzüğü, gözlük kullananlar
sevimli kafası çalışan iyi insanlar
benim açlığımla beslenen
hava durumuna göre din değiştiren
boş zamanlarında acı çekenler
çoğalan
çoğala çoğala tükenenler…


Terkedilmiş şehirler kadar yalnızdık diyordu şair. İkimizde vıcık vıcık insan kaynayan iki farklı şehirde yalnızlığın o tuhaf acısını yaşıyorduk. Kim bilir, farkında olmadan birbirimizi faşist duygularla özlüyorduk. Durmadan “bir şehri tanımak istiyorsan sokaklarında kaybolmak gerekir” diyorduk. Bu yüzden ikimizde fırsat buldukça sokaklara çıkıp her birinin değişik hikayesi olan yüzlerin peşinden koşuyorduk. Evet her bir yüzün değişik bir hikayesi vardır ve her hikaye görkemli bir son arar kendine. Hatırlıyor musun şehirlerarası ucuz otobüs firmalarını mesken tuttuğumuz bir dönemde, seni yine Kurtuluş Ankaray durağında bekliyordum. Şimdi ki gibi akıllı olmayan akılsız telefonlarımızda haberleşip bir saat belirlemiştik. Hani sevdiğinle kimi buluşmalar vardır, ruhun senden bir adım önde gider. Ayrılık uzun sürmüş, bu sefer bir başka özlemişsindir. Soğuk bir Ankara gecesinde gözüne uyku girmez, sürekli onu düşünürsün, cadde dolusu plan yaparsın beyninde. Buluşma anı yaklaştıkca zaman geçmek bilmez, saatler günlere, dakikalar saatlere dönüşür sanki. Ama o yıkık dökük şehir, birden Taç Mahal ihtişamına bürünür. 


Ve karşında onu görürsün aniden. Sanki renklerin acelesi vardır, en çokta kırmızının. Aniden yüzün kırarır siyah önlüklü bir ilkokul öğrencisi misali. Sarılırsın defalarca, her sarılmada dünyayı kucaklıyormuş gibi hissedersin. Artık soğuyu hissetmezsin, kalbinde başlayan sıcaklık tüm bünyene akar sıcak su misali. En bakir duyguların kabarır onun yanında. Aşkın en organik hali yaşanır. Hatırlıyor musun o gün seni Kurtuluş’ta defalarca öpmüştüm. O gün bizi öpüştüğümüz için kovalayan eli bıçaklı, kalbi sevgiden yoksun piyonlar yoktu. Bilirsin bu ülkede en kolayı kullanılıp kullanılıp bir köşeye atılan piyon olmaktır. Ama biz sıradan bir nesne olmak yerine, hep bu tarihin bir öznesi olmak istedik. Gerektiğinde yanlışa isyan eden bir kuşağın figürleri. Ne dersin o gün sokakta öpüştüğümüz için, şimdi birilerinin dediği gibi “azgın ve ahlaksız” insanlar mıydık? Ama biz kimseden bir şey çalmadık, kimsenin kul hakkını yemedik, hiçbir zaman hesabını veremeyeceğimiz çok paramız olsun istemedik. Babamın beni ve kardeşimi elimizden tutup götürdüğü o naif bayram namazlarını özledik. 


O gün, Kurtuluş Parkı'nda paylaştığımız sadece bir simitten çok fazlasıydı. Kim derdi, birgün farklı dünyalara dağılacağız diye. Şimdi sanırım köprünün altından çok sular aktı, köprüden son çıkışı hatalı sollama ile geçtik ve gece çoktan siyaha döndü. Geriye ne mi kaldı? Sanırım “hava durumuna göre din değiştiren, çoğala çoğala tükenen, kalbi sevgisiz, eli bıçaklı insanlar.”

Belki de başka türlü bir şey bizim istediğim; uzunluğu ve tutkusu mesafelerden bağımsız. Belki bir gülüş, belki bir bakış, belki de bir söz. İçinde devrik cümleleri bol, son'u olmayan bir hikaye. Farkında mısın, artık bu ülkede gece ve gündüz hiç bir zaman eşit olamayacak mevsimlere inat. Ya şu hayat denen şey, hiç bir zaman yaşanmayacak bir dünyanın yanılsamasıysa. İçim ürperiyor ve çok korkuyorum. Korkuyorum çünkü; kendi inancından olmayan herkese karşı düşmanlıkla doldurulan, sanat düşmanı, birbirini bir futbol maçı yüzünden bile öldüren, cinsiyetçi, homofobik, ırkçı, bağnaz, kadınları barbarca yok eden bir nesil yeşeriyor.

Sahi ne dersin herşey için artık çok mu geç? Ve artık gelecek bizler için sadece bir kaygıdan ibaret mi olacak?

Peki Turgut Uyar ne diyordu?

sizin alınız al inandım
morunuz mor inandım
tanrınız büyük amenna
şiiriniz adamakıllı şiir
dumanı da caba
ama sizin adınız ne
benim dengemi bozmayınız…

Ve son olarak insanın sevdiğini sokak ortasında öpmesi ahlaksızlıksa, beni de listenize yazın...

The Cure - Love Song

24.05.2013

Arctic Monkeys Hezarfen semalarında


Bu sene yurdum topraklarında bereketli bir konser sezonu yaşanıyor. Eylül ayında yapılacak Rock’n Coke Festivali’nde Hezarfen semalarında alçaktan uçuş yapacak isimlerden biri Arctic Monkeys. Türkiye’de çok fazla hayranı bulunan Arctic Monkeys isminin netleşmesi Rock’n Coke Festivali’nde yer alacak diğer isimleri merakla beklememize neden olacak gibi gözüküyor.

Yakın bir geçmişte Alex, Jamie, Andy ve Matthew isimli dört genç bir araya gelip bir grup kuruyorlar. Gruba buldukları isim, grup elemanlarından Jamie’nin amcasının 70’lerde kurduğu bir grubun ismi oluyordu. Yani Arctic Monkeys. Ada coğrafyasının sanayi kenti Shelffield’da başlayan maceraları, onları kısa sürede rock müziğin yeni kurtarıcıları yaptı. Özellikle Alex Turner’ın sesi ve insanları derinden etkileyen şarkı sözleri kısa bir sürede fenomene dönüştü. Bir EP ve iki single ardından 2006 senesinin başlarında yayınlanan ve ismini Karel Reisz’in meşhur filmi “Saturday Night And Sunday Morning” filminde geçen bir replikten alan “Whatever People Say I Am, That’s What I Am Not” albümü yayınlanıyor. Albüm gerçekten bomba gibi patlıyordu. Dehşet verici bir satışla Britanya’nın en hızlı satan debut albümü ünvanını alıyordu. 


Ada çoğrafyasında bir barın tuvalet kuyruğunda bir araya gelen her 4 kişinin bir grup kurduğunu düşünürsek, Arctic Monkeys bu başarısıyla ezberleri bozuyordu. Arctic Monkeys müziği demek; bir tutam punk, eğlenceli ska ritimleri, biraz Oasis, abileri Strokes ve Franz Ferdinand’ın rock’n roll ruhu ve elbette Shelffield’dan çıkmış en büyük grup olan Pulp’ın o saf hamuru. Herkesin 3 maymunu oynadığı bir devirde onlar yapmış oldukları sahici işler ile geldikleri yeri çoktan haketmiş gözüküyorlar. 

Onları dünya gözü ile izlemek, gençlik hikayelerimizi tekrar yazmak ve “Maymunlar Cenneti” ismi filmi canlı-kanlı yaşamak istiyorsak Eylül ayında Hezarfen semalarında olacağız.

Arctic Monkeys - Fluorescent Adolescent

Arctic Monkeys - Brick By Brick

22.05.2013

Bat For Lashes 10 Best Cover Songs


Son yılların en özgün sesi Natasha Khan namı diğer Bat For Lashes'ın coverladığı isimler arasında kimler yok ki. Stereogum tarafından hazırlanan liste şu şekilde. Şarkıların üzerine tıklayıp indirebilirsiniz. Afiyet olsun...


1- Bat For Lashes - "Strangelove"(Depeche Mode Cover)

2- Bat For Lashes - "Lullaby"(The Cure Cover)

3- Bat For Lashes - "Kangaroo"(Big Star Cover)

4- Bat For Lashes - "All I Need"(Radiohead Cover)

5- Bat For Lashes - "I'm On Fire"(Bruce Springsteen Cover)

6- Bat For Lashes - "Solsbury Hill"(Peter Gabriel Cover)

7- Bat For Lashes - "Sweet Dreams"(Eurythmics Cover)

8- Bat For Lashes - "A Forest"(The Cure Cover)

9- Bat For Lashes - "Use Somebody"(Kings Of Leon Cover)

10-Bat For Lashes - "Wild Is The Wind"(Johnny Mathis Cover)

İyi ki doğdun Morrissey


Bugün 22 Mayıs. 1959 senesinin 22 Mayıs tarihinde, modern müziğin en tartışmalı figürlerinden biri olan Steven Patrick Morrissey (Mozz) dünyaya gözlerini açıyordu. Morrissey, gitarlı müzik yapan ünlü ya da ünsüz bir çok grubun etkilendikleri isimler bölümünün demirbaşlarından biri olan The Smiths müzikal yolculuğuna 1982 yılında başladı. Mozz The Smiths’le başladığı yolculuğu şu an tek tabanca olarak sürdürüyor. Rivayet odur ki Johnny Marr kendi bestelerine söz yazacak birisini arar ve karşısında Morrissey’i bulur. Marr, Morrissey’in kaleminin sesi olmuştur. İkili çok iyi bir kimya tutturarak, müzik tarihinin en iyi ikililerinden birini oluştururlar.


70 yılların sonlarında punk’la başlayan, post-punk akımıyla farklı bir yöne yol alıp, indie müzik denen kavrama evrimleşen o nefes kesen yılların en önemli şahitlerinden biriydi Morrissey. Hatıralara dönersek; Ada coğrafyasında bir şeyler değişiyor insanlar artık sadece bir nesne değil tarihin öznesi olma taleplerini dile getirmeye başlamış, punk denen müzikal akım Sex Pistols katalizörlüğünde patlamaya hazırlanıyordu. Mark E. Smith hipplerden nefret ederek yaşananları bir köşeden sessizce izleyerek tarihe şahitlik ediyordu. George Best en güzel gollerini saha içinde ve dışında atmış kariyerinin sonlarına gelmekteydi; The Wedding Present onun ismiyle tabiri yerindeyse indie müziği yeniden yorumlayan beton gibi bir albüm yapmıştı.

Tüm bunlar yaşanırken Morrissey, Demir Lady ile yaşadığı karşılıksız aşkın doruklarında sakıncalı şarkı sözleri yazmaya devam ediyordu. Tony Wilson Factory Records’ı kurup müzik tarihini kökten etkileyecek bir sound’un peşindeyken Morrissey yine oralardaydı. Ian Curtis yeter artık benden bu kadar diyerek ilmeği boynuna geçirdiğinde, Hacienda’de dönemin yakıtı kimyasallarla en hızlı partiler verilirken, Stone Roses gelmiş geçmiş en güzel debut albümlerden birini yayınlarken; Morrissey, Oscar Wilde kitapları arasında dünyayı anlamaya çalışıyor ve Charles Bukowski’nin:

“Bir insanı sevmek mümkün mü sence? İyi tanımadığınız biri ise belki. Ben insanları pencereden seyretmeyi severim.”

dizelerini kendi kendine tekrar ediyordu.


Arkasında inanılmaz bir müzikal miras bırakan Morrissey bir çok şarkısı ancak defalarca dinlendikten sonra anlaşılabilecek karanlık, hüzünlü ve benzersiz bir insan. Dünya üzerinde hiç kimse kendini Morrissey kadar mutsuz, yalnız ve melankolik hissetmedi. Bir nesil Morrisey’le hayatı tekrar yorumladı ve karanlıktan aydınlığa çıktığımız anların çoğunda Morrissey bizzat yanı başımızdaydı. İyi ki doğdun Morrissey. Son olarak acaba The Smiths tekrar birleşir mi diyenlere üzücü bir haberim var. Çok sıkı bir vejeteryan olan Morrissey, “The Smiths tekrar bir araya gelir mi?” diyenlere şöyle ironik bir cevap vermiş. “Eski grubuma dönmektense testislerimi keser yerim.” Anlayacağınız The Smiths efsanesini tekrar bir arada görmek çok büyük bir hayal.

Morrissey - We Hate It When Our Friends Become Successful

The Smiths - Panic

21.05.2013

Bugün günlerden Daft Punk


Canan Bozkurt BirinciBlog için Daft Punk'un dillere destan yeni albümünü yazdı.

70′lerin peşi sıra doğup da bilinçsiz ve bilinçli gençliği o 70′lere fersah fersah uzak düşmüş nesildenim. Retro görünce ağzımın suyu akıyor, vintage her geçen gün dozajı artan bir fetişe dönüşüyor. Sezen Aksu’nun “Bu Gece” diye bir şarkısı var; ne zaman duysam gözümün önüne Yeşilçam’dan sahneler beliriyor. Viskinin rakı kadehinden içildiği yıllarda bir partide sırt dekolteli maxi elbisesi içinde dans eden o kız olmadığım gerçeği feci üzüyor. Modanın 3-5 yılda bir “70′lere dönüş” yaşaması kesmiyor, keza Ring My Bell’i iki tıklamayla/dokunuşla dinlemek de yetmiyor. Aynı zamana denk düşüp radyoda çalsın diye beklemek önemli olan. Orijinali eşzamanlı yaşamanın imkansızlığı, içimdeki o 70′ler uktesini hep büyütüyor.

70′lerin (özellikle ikinci yarısının) bendeki değeri genel olarak böyle olsa da, son bir aydır ağzıma çalışmış bir parmak balın hoşnutluğu içerisindeyim. Duymayan, bilmeyen kalmadı; Daft Punk’ın son albümü Random Access Memories yılın en heyecanla beklenen albümü.  Bize aylardır geri sayım yaptıran yeni albüm nihayet bugün piyasada! 2013 yılında cover’sız, remix’siz birinci elden 70′lerden 80′lere doğru koşar adım 0 km funk vaat ediyor. Ve iTunes’a düştüğünden beri ara vermeden dinleyen biri olarak diyebilirim ki kesinlikle sözünde duruyor.


Ama özellikle Human After All’u kutsalı bellemiş Daft Punk hayranları yeni albümden tatmin olmuş değil; zira Daft Punk’tan beklenen dinlerken parçalara ayrılmak, bedeni unuturcasına dans etmek, sabah ilk iş Alka Seltzer’e günaydın demekse, evet Random Access Memories bu ritüeli sunmuyor. Midemizi alkolle doldurup, saatlerce hoplayıp zıplayıp, sonra bir köşede kusmamıza eşlik edecek bir albüm değil kesinlikle. Human After All’daki gibi tüm enerjimizi, iliğimizi kemiğimizi sömürecek gazı vermeyecek.

Peki ne yapacak? Öncelikle dans ederken yormayacak ama dinlerken epey yol aldıracak. Psikedelik ışıkların altında değil de bir disko topu altında ya da terasta gün batımına karşı dinlemek gayet yeterli olacak. İlk dinleyişte 70′lere alıp götürecek, kıpır kıpır disko ruhu bahşedecek. Ama albüm ikinci, üçüncü dinleyişte yavaş yavaş hüzün verecek. İnanması zor değil mi; Daft Punk ve hüzün?! Bu ikiliyle ilk kez tanıştığımızı iddia edemeyiz, Discovery albümlerinde izlerine rastlamak mümkün ne de olsa. Ama bir gerçek var ki hiç bu kadar hüzne sürükledikleri olmamıştı. Albümün hareketli parçaları bile onyüzbinmilyon baloncuk gücünde enerjiyle başlayıp sonunda damıtılmış hüzne buluyor o disko ruhunu.

Random Access Memories’in geçen ay video klibiyle yayınlanan ilk single’ı Get Lucky yukarıda bahsettiğim o bir parmak balın ta kendisi. Pharrell Williams’ın vokalliğini yaptığı Get Lucky için fazla söze gerek yok. Duyulduğu andan itibaren alıp 70′lerin sonuna savuruyor, katıksız mutluluk aşılıyor. (Ben bu yaz bu şarkıyı dinlemeye doyamam, çalmayan yerde duramam.) Pharrell Williams’ın seslendirdiği bir diğer şarkı Lose Yourself to Dance de tam adı gibi. “Bırak gitsin” diye onaylamaktan başka diyecek bir şey yok aslında.


Albümün öne çıkma hususunda Get Lucky ile başa baş giden bir parça daha var. İkisini kıyaslamak pek doğru değil, zira sözünü ettiğim parça doğuştan efsane. Disko müziğin Adem’i Giorgio Moroder, elmayı nasıl ısırdığını anlatıyor Giorgio by Moroder’de. Giorgio by Moroder, albümün o manik havasını en çok taşıyan şarkı.  ”My name is Giovanni Giorgio but everybody calls me Giorgio” diye zihnin içinde obsesifçe yankılanması için bir kere dinlemek yetiyor.

Diğer parçalar için de bir iki söz etmek gerekirse.. Instant Crush, ismiyle müsemma. Sözlerine kulak vermedikçe sorun yok, takılınca fena çarpıyor. Contact arka planda kalıyor ama yine de iyi iş çıkarıyor. Fragments of Time, Doin’ It Right ve The Game of Love birbiriyle karıştırılmaya müsait. Fakat albümde bir Beyond var ki, ayrı bir yere koymak gerek. Benim için Random Access Memories’in en iyi sürprizi. Tek kelimeyle kusursuz. Henüz dinlememişlere özellikle dikkat etmelerini öneririm. Within fazla melankolik. Paul Williams’lı Touch ise Daft Punk etkisi en az hissedilen parça. Ama yine de fazlasıyla güzel.

RAMs, Daft Punk’ın yirminci yılında verdiği bir olgunluk meyvesi gibi. İkliminden böylesi bir meyve beklemiyorduk, ama yine de tadına baktık hayran olduk. Yazıyı bitirirken belirtmeden edemeyeceğim, YSL tasarımı takım elbiselerine de bayıldık ayrıca.

Daft Punk - Get Lucky

Ve kapılar kapandı


The Doors rock tarihinin en önemli figürlerinden biri olarak, müzik tarihinde kendine özgü bir sayfa açmıştır.  Grup dönemi itibariyle bir neslin acılarına, isyanlarına, kaygılarına tercüman olmuştur. Elbette The Doors demek Jim Morrison demekti. Grubun diğer üyeleri, The Doors’un kısa süren ömründe Kertenkele Kral’ın gölgesinde kalmaktan bir türlü kurtulamamışlardır. Oysa ki grubun en ağır yükünü sırtlayan ve grubun kurucusu olan kavyeci Ray Manzarek’ti. Jim Morrison’un şiir tadındaki şarkı sözleri onun elinde müzikal birer hazineye dönüşmekteydi.

Maalesef üzücü haber yine tez yayıldı. Müzik tarihinin gizli kahramanlarından biri olan Ray Manzarek 74 yaşında hayata gözlerini yumdu. Yıllardır safra kanalı kanseriyle mücadele eden Manzarek’in Almanya’nın Rosenheim kentinde öldüğü açıklandı.

Tekrar The Doors dönemine dönersek, grubun belki de en önemli özelliklerinden biri, bir rock grubundan beklenenin ötesinde gitar yerine klavye kullanmasıydı. Elbette bu noktada dünyanın en iyi klavyecilerinden biri olan Ray Manzarek faktörü devreye giriyordu. Jim Morrison sözleri ve şiir gibi akıp giden bir müzik. Grubun ismi ise; Aldous Huxley’in meskalin adlı uyuşturucu bir maddeyle yaşadığı gerçek deneyimlerini anlattığı Algı kapıları (Doors of Perception) isimli kitaptan esinlenerek konulmuştu.


The Doors bir isyanın cisimleşmiş haliydi. Elbette bu isyanın başkahramanı Jim Morrison’du. Kertenkele Kral’ın otoriteyle başı her zaman dertte oldu. Hızlı yaşadı ve genç öldü. 1971 yılında geçirdiği bir uyuşturucu koması sonucunda Paris’te hayatını kaybetti. Müzik tarihinin en hırçın fakat bir o kadar da duygusal çocuğu 27 yaşında ölenler kervanına katılarak bir efsane oldu. Tıpkı; Janis Joplin, Jimi Hendrix, Kurt Cobain gibi…

The Doors, özellikle Vietnam savaşı sırasında dünyaya isyan eden bir kuşağın en önemli figürü oldu. Belki başrolde hep Jim Morrison vardı. Ama The Doors efsanesinin gizli kahramanı Ray Manzarek’ti. Doors “We want the world and we want it now!” (Dünyayı istiyoruz, hem de şimdi istiyoruz) şeklindeki özgürlük ve ütopya çağrısının en önemli aktörü olarak hep sınırların ötesinde oldu. Hayatın akışında bir nesne değil, özne olmak isteyen bir nesil The Doors eşliğinde hayatı tekrar yorumladı.

Müzik her zaman kendi kahramanlarını yaratır. Bazıları Jim Morrison gibi en ön safta yer alır, yaşarken kendi mitsel figürünü medyaya ve kitlelere yem olarak verir. Sevilecek ve hayran olunacak bir figür, bütün bir gençliğin özdeşleşebileceği kült bir imaj olur. Bazıları ise Ray Manzarek gibi geri planda savaşmayı tercih eder. Ama üzülmüyoruz. Sonunda beklenen o müthiş buluşma gerçekleşti. Kertenkele Kral ve Ray Manzarek tekrar bir arada. Yolun açık olsun Ray Manzarek…

The Doors - People Are Strange

The Doors - Love Me Two Times

20.05.2013

Kırık çizgi


Bazı vakitler tren geçiyor evin yakınından
Yaşlanıyorum pencereden her bakışımda
Anna Karenina'yı taklit ediyor zaman,
Atıyor kendini raylara.
Neden her aşk
Bir kadının cenazesini kaldırır mutlaka...

"Didem Madak"


Kırık Çizgi - Esnek

Erkin Gören - Fear Of The Dark

18.05.2013

Walk in silence


Bu sene Efes One Festival’e konuk olan isimlerden birisi New Order. Müzik tarihinin akışını değiştiren efsanevi İngiliz post-punk dehası Joy Division grubunun melankolik solisti Ian Curtis’in intiharının ardından Joy Divison’ın küllerinden doğan New Order, elektronik müziğe yeni bir anlam yükleyerek dikkat çekti. New Order dönemi itibariyle new-wave ve dans müziğini aynı potada eritmeyi başardı. Grup günümüze kadar “Blue Monday” başta olmak üzere birçok hit şarkı bıraktı.

Bugün tarih 18 Mayıs. 1980 yılının bugününde Ian Curtis intihar ederek hayatına son verdi. Bir umutsuzluk son haddine geldiğinde, kendinizi öldürebilirsiniz ya da ani bir yaşama arzusu uyandıran yazgısal bir sevinç kaplar her yanınızı. Ian Curtis hakkını ilk tercihten yana kullandı. Tüm Mancherster sokaklarına sırtında “Nefret” yazan bir ceketle meydan okudu.


Ian Curtis’in son gecesi karanlığa yolculuk misali yokuş yukarı giden bir geceydi. Mekan, ekonomik çöküntü eşiğinde olan bir Britanya. Yabancılaşma, yalıtılmışlık, yoksullaşma ve varoluşsal sorunlar. O gece kullandığı ağır ilaçlar alkole yavaş yavaş karışıyor, zihni bulanıyordu. İki aşk arasında kalmış bir adamın çırpınışları yankılanıyordu karanlık bir gecede. Karısıyla boşanma noktasına gelmişti, çok gerilimli günler yaşıyordu. Ufukta bir çıkış yolu gözükmüyordu. Çok tehlikeli bir ruh hali geceye hakim olmaya başlamıştı.

O gece önce telefonda Genesis P. Orridge’i aradı. Orridge’in “Weeping” şarkısını ona baştan sona söyledi. Sonra Iggy Pop’un “Idiot” albümünü dinledi. Her halinden öfkeli olduğu belli oluyordu. Hayata karşı tarifsiz bir öfke. Bir varoluş sorgulaması. Kendi hayatıyla paralellik taşıyan Werner Herzog’un “Stroszek” adlı filmini seyretti. Bu film, hapisten çıkıp Amerika’ya giden bir müzisyenin hikayesini anlatıyordu. Kendisine yeni bir hayat kurmak isteyen ama sonuçta ihtihar eden bir kişinin trajik sonu. Ian da Amerika’ya gitmeye hazırlanıyordu, ertesi gece yola çıkacaktı. 1980′lerin başında büyük bir hadiseydi Amerika’da konser vermek. Sonrası mı? Sonrası boyna geçirilen bir ip ve sadece karanlık… Karanlığa karışan siyah bir tohum..

Huzur içinde yat Ian Curtis… Ve ben ne zaman Love Will Tear Us Apart çalmaya başlarsa, kalbimin bir köşesinde Ian Curtis’in ızdıraplarına ortak olurum… Ne diyordu Jacquel Brel My Death şarkısında: Ölümüm bir gerçek gibi beni bekler gençliğimin cenazesinde…

 
Joy Division - Love Will Tear Us Apart

Stanton Miranda - Love Will Tear Us Apart

17.05.2013

Seni sevmeye devam edeceğiz Merkez


Her Ankaralı yaşamında en az bir kez, malum şaire atıfla, Ankara’nın en çok “İstanbul’a dönüşünün sevildiğini” işitmiştir. Elbette bir de “o şehirde nasıl yaşıyorsunuz?” sorusu. Çoğu İstanbullu için Ankara’da yaşamak bir işkencedir. Oysa bilmiyorlar ki “bir şehri sevmek aşka bahane aramaktır.” İşte bu Ankara-İstanbul arasında bitmeyen ezeli kavganın ortasında; 19 Eylül 2010 Pazar akşamı Star TV’de Behzat Ç. isimli bir dizi başlıyordu. Emrah Serbes’in kitabından uyarlanan dizi, hem Behzat hem de diğer dizi karakterleri ile Ankara’nın ta kendisiydiler. Ankara’da yaşamayı seven, kaba saba, kadın dilinde biraz odun, ama özünde iyi insanlardı. Dizi insanların alışık olmadığı kadar cesur, taraflı ve bazı şeyleri gözümüze sokarcasına politik bir diziydi. Bazı insanlar böyle basit ve zekice olmayan polisiye olur mu diye eleştirmekten çekinmedi Behzat Ç.’yi. Ama Behzat Ç. hiçbir zaman kusursuz bir CSI serisi olmak iddiasıyla ortaya çıkmadı. Onun meselesi farklıydı. Bu meseleyi anlayanlar zaten çoktan diziyi bağrına basmıştı.

“Yanlış hayat doğru yaşanmaz” sözünün içini tam anlamıyla dolduran bir insandı Behzat Amirim. Bu yanlış hayatta kendi adaletinin peşinden koşan, ağzı bozuk, yaralı, yalnız ve fena halde romantik bir adamdı Behzat. Hani “Görkemli Kaybeden” diye bir tanımlama vardır. İşte bu söze bir beden büyük gelen bir insandı amirim.


Evet dizi, Türk televizyon dizileri tarihi açısından kendi çapında bir devrimdi. Ayrıca her zaman müşterisi olan; konak, töre, zengin erkek fakir kız aşkı ve ucuz romantizm gibi kalıplaşmış dizi şablonları yoktu. Bazı bölümlerde bu ülkenin hep halı altına süpürülen konuları korkusuzca işlendi. Hrant Dink suikastı, Festus Okey cinayeti, Cumartesi Anneleri, kadın cinayetleri, anadilde eğitim, trans cinayetleri, eğitim zaiyatı gibi konular başta siyasiler olmak üzere çoğu insanı rahatsız etti. Yayından kaldırılması için çok uğraşıldı, yayın saati geç bir zamana alındı, her bölümde bol bol mozaik kullanıldı.

Paramparça yüreğiyle Harun’un “seviyorum merkez” dediği sahne, Türk televizyon tarihine balans ayarı veren, sadece Akbaba’nın evinin salonunda geçen 78’inci bölüm, Behzat’ın tüm acizliğiyle Bahar’a “biz de mutsuz olalım” diye haykırdığı sahne, yılın polisi olarak ödül aldığı gecede, sahneye çıkan amirimin yaptığı can alıcı konuşma ve sonunda “tabak iyi ama, çekin a.. koya..im” dediği bölüm unutulmazlar arasındaki yerini çoktan aldı.

Evet bu yolcuğun sonu bu akşam bitiyor. Behzat Ç. bu akşam ekranlara veda ediyor. Başta Behzat olmak üzere, Harun’u, Hayalet’i ve Akbaba’yı çok özleyeceğiz. Ama üzülmeyin Behzat amirin hikayesi sinemada devam edecek. Behzat Ç.; çirkinliğiyle, sertliğiyle, hırçınlığıyla, siyasetiyle ve içtenliğiyle Ankara’nın ta kendisiydi. Behzat Ç. öğle sıcağında Konur’da biber gazı yemek kadar gerçekti. Ankara kadar gerçekti. Son olarak Behzat Ç’de kimdi diye soranlara son olarak “saçma sapan konuşma La” diyerek yazıma son veriyorum.

“Seni sevmeye devam edeceğiz Merkez…”

Bir yer var... Biliyorum...


Bir şarap festivaliydi. Herkes içmeden önce biraz toprağa döküyordu. Para Pachamama, toprak ana için diyordu. Lama kesmişlerdi yemek için. Kendi yetiştirdikleri evcil lamalardan. Özgür lamalara dokunmuyorlardı. Eğer özgür lama öldürürseniz Lama Tanrısı sizi öldürür. Bu efsane değildi. Tabii ki doğruydu. Özgür lamalar yükseklerdeki çöllerde yaşıyorlardı. Bir tohumu yiyerek başka tarafa taşıyorlar, onları gübreliyorlar, dengeyi sağlıyorlardı. Büyümemiş bir bitkiyi kesinlikle yemezdi. Eğer özgür lamaları öldürseler bütün florayı yani kendilerini öldürüyorlardı."

Bolivya anayasası masal gibi başlıyordu. "Evvel zaman içinde, dağlar yükseldi, ırmaklar yatağını buldu, göller oluştu. Amazon bölgemiz, Chacomuz, platomuz, yaylalarımız, ovalarımız yeşilliklerle ve çiçeklerle kaplandı. Bu kutsal Toprak Ana'yı çeşitli yüzlerle donattık ve o günden bu yana, her şeyin çoğulluğunu ve varlık ve kültürler olarak çeşitliliğimizi taşıyoruz. Halklarımız böylece mutluluk içindeydi ve uğursuz sömürgecilik günlerine dek ırkçılığı asla bilmedik.

"Metin Yeğin"

Jay-Jay Johanson - So Tell The Girls That I Am Back in Town

Camera Obscura - Let's Get Out Of This Country

Yolculuk


"Yılbaşı, bir hindiye ne ifade ederse, sende benim için aynı şeyi ifade ediyorsun." dedim. Rıhtıma doğru yürüdüm; bir gemiye dönüşebilsem açılacaktım. Yolcu alır mıydım: Hayır! Kalbimin filikaları delikti.

"Küçük İskender"

jj- My Love

Say Hi - Oh Oh Oh Oh Oh Oh Oh Oh

16.05.2013

Camera Obscura Düşler Sokağı'nda


Bir sürü de ev vardır seyrek seyrek
öyle bir evin kapısından girelim:
kader sokak, 13/2
adresim oldun benim,
biliyorsun bunu değil mi?

Camera Obscura, 4 Haziran'da yayınlanacak "Desire Lines" albümünde melankolik bünyeleri unutmamış. Düşler sokağında umudunu arayan kayıp ruhlar için gelsin bu şarkı...

Camera Obscura - Fifth In Line To The Throne

The Man Who Sleeps


Yine böyle bir günde biraz daha geç, biraz daha erken saatte hiç şaşırmadan, bir şeylerin yanlış olduğunu, nasıl yaşayacağını bilmediğini ve asla bilemeyeceğini fark ediyorsun.. Bir şey kırıldı. Bu zamana kadar sana güç verdiğini düşündüğün his: varlığının hissi, dünyaya ait ya da dünyada bulunduğun izlenimi artık senden uzaklaşıyor, artık yok. Geçmişin, bugünün ve geleceğin birbirine karışıyor...

David Bowie - The Man Who Sold The World

İlhan İrem - Yazık Oldu Yarınlara

15.05.2013

Üzüntü


Bir insan çok üzgünse, dişi ağrıdığı ya da para kaybettiği için değil, her şeyin gerçekte nasıl, yaşamın nasıl şey olduğunu hissettiği için üzgünse, gerçekten üzgün demektir. İşte o vakit biraz hayvana benzer, o zaman üzgün görünür, ama her zamankinden daha gerçek ve güzeldir bu üzüntü. Öyledir işte.

"Hermann Hesse"


 
Best Coast - Who Have I Become

The Features - This Disorder

13.05.2013

Planet of the Apes


İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 1.madde derki "Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar."

Malum dün derbi vardı. Maç esnasında yaşanan zeki, çevik fakat ahlak yoksunu kavgalar, hakem hataları, maç sonrasında sosyal medyada ki kirli savaş. Falan filan. Anlayacağınız balık hafızalar devreye girdi. Futbol ve televizyon toplumların afyonudur gerçeğini birkez daha görmüş olduk. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, maç esnasında tribünlerdeki bir taraftarın Eboue ve Drogba'ya muz sallaması ırkçılık tatışmalarını alevlendirdi. 

Drogba, ırkçı ifadeler kullananlara şöyle seslendi. "Bana maymun diyorsunuz ama 2008'de Chelsea, Fenerbahçe'yi yendiğinde ağlıyordunuz. Bana maymun diyorsunuz ama geçen sene ben Şampiyonlar Ligi'ni kazanırken ekranların önünde sevinçten zıplıyordunuz. Bana maymun diyorsunuz ama Galatasaray şampiyonluk yaşadığında deliye döndünüz. Ve en kötüsü; bana maymun diyorsunuz ama dün benim maymun kardeşimin attığı iki golde de sevinçten zıpladığınızı unutuyorsunuz. Ve kendinize gerçek taraftar diyorsunuz, öyle mi?

Herkesin kendini Tatar Ramazan sandığı Abdurrahman Çavuş'ların diyarında asıl maymun kim oluyor? Cevabı çok basit aslında. Mesele özünde, sadece insan olmayı becerebilmek.

MIA - Born Free

Space Oddity uzayda


David Bowie'nin efsane şarkısı Space Oddity'ye uzayda bir video çekildi. Kanadalı astronot Chris Hadfield, uzay üssü ISS'te gitar çalarak Space Oddity söylüyor. Sonuçta şarkının ruhuna uygun, uzay görüntüleri eşliğinde güzel bir cover ortaya çıkıyor.

David Bowie - Space Oddity

 

Sabaha karşı kurşuna dizilir mahkumlar


Fotoğraf: İngiliz kaleci John Osborne ( 1940-1998)

Ekseriya sabaha karşı
Kurşuna dizilir mahkumlar
Bir sünger taşına döner
Anne sütünden yapılan heykel
Bari şu trampetler çalmasa
İnsan gürültüye gitmese

"Orhan Murat Arıburnu"

Smith Westerns - All Die Young

Lana Del Rey - Young And Beautiful

11.05.2013

Ve sancı geç saatlerde


Altıkırkbeşte vapur ve sancı geç saatlerde
eski savaşçılar vesair geçmiyor bulutlardan
çiçek alıp eve götürüyoruz
bunun bir delilik olduğunu bile bile
en ıssız duyguların ucunda karakollar..

"İsmet Özel"

Jens Lekman - The End of the World Is Bigger Than Love

The Rifles - The Great Escape

I Don't Know Why I Love You


Hayatın, farklı dairelerde geçmesi güzel. Benim hayatımdaysa, karşıma bir kez fırsat çıktı, o da tam değildi. En önemli parçası eksikti. Adını, zihnime defalarca yazdım. İşte, şu anda bile hiçbir şey yapamıyorum. Tek başınayım.

Çocukken, etrafım insanlarla çevriliyken, kendimi güvende hissederdim. Ancak, soğuk bir öğleden sonrasında, okul çıkışında bir şey oldu.

Kızlar hakkında bir şey bilmiyordum.

Kızlar nereye koşarlardı?

O kız, bana neden öyle bakmıştı?

Bana o şekilde bakmış olmasaydı, topu yakalayana dek koşmayı sürdürecektim. Ya da az önce, topa doğru düzgün vurulmuş olsaydı top, okul bahçesinde kalabilirdi. Ben de kalede olup topu kurtarabilirdim. Böylece, herkes beni kutlardı. Ama öyle olmadı...

"Los amantes del circulo polar"

The Wonder Stuff - Coz I Luv You

House of Love - I Don't Know Why I Love You

10.05.2013

Uncle Acid and The Deadbeats


Yıl 2011, Cambridge'li grup Uncle Acid an The Deadbeats ilk albümleri "Blood Lust"ı çıkarıyor. Hiç kimsenin tanımadığı bu gizemli grup ilk albümlerini sadece plak formatında ve 300 adet gibi sınırlı bir sayıda basıyordu. İlk 24 saat içerisinde tükenen bu albüm grubu gizli bir fenomene dönüştürmüştü.

Sound olarak kirli gitarlar eşliğinde60'lı yıllardan günümüze ışınlanmış bir tarz benimseyen Uncle Acid The Deadbeats'ın müziklerinde; hippi ruhu, Black Sabbath, The Beatles, Pink Ployd gibi birçok referans noktası bulmak mümkün. Pek çok şarkıları cadılık, ritüeller, ikinci sınıf korku filmleri üzerine kurulu ekibimiz kendine özgü bir dünya yaratmış, tabiri yerindeyse bir tarikat gibi gizli müritler oluşturmuştu. Özellikle internette “I’ll Cut You Down” ve “Ritual Knife” şarkıları yayıldıkça grubun bilinirliği artmaya başladı.

Evet böyle güçlü refaranslara sahip ekimiz "Mind Control" ismini taşıyan ikinci albümlerini geçtiğimiz ay ortasında yayınladılar. Müzik kültürünüze yeni bir şeyler eklemek istiyorsanız, Uncle Acid an The Deadbeats tam size göre.

Uncle Acid & The Deadbeats - I'll Cut You Down

Uncle Acid & The Deadbeats - Ritual Knife

Aşkın "Ex" hali


Bangladeş'in başkenti Dakka'da 24 Nisan'da çöken 9 katlı tekstil fabrikasının enkazından 100 kişinin daha çıkarılmasıyla ölü sayısı 912'ye ulaştı. İnsan gibi koşullarda çalıştırılmayan ve kapitalist sistemin para babalarının modern hayatın köleleri olarak gördüğü işçilerin acı dramı. Yukarıdaki resim Taslima Akhter imzasıyla Time dergisinde yayınlandı. Çöken binanın enkazında birbirine sarılmış halde bulunan iki sevgilinin bu fotografı yürek burkuyor. Gerçek aşkın tarifsiz gücü.


Vashti Bunyan - Love Song

The Stills - Still in Love Song

9.05.2013

Tomorrow Dies Today


Her zaman bastığın kaldırım taşlarının altında bir kumsal olduğu ihtimalini unutma. Ve o zaman hayata başka bir pencereden baktığının farkına varacaksın. Ve sonra kendi kendine yoksa herşey böyle mi başladı? diye fısıldayacaksın..


The Pains Of Being Pure At Heart - Tomorrow Dies Today

The Naked And Famous - Young Blood

Lana Del Rey - Born To Die

Sea Of Love


Yeni albüm çıkaranlar kervanına sevdiğimiz, saydığımız hisli erkekler topluluğu The National'da katıldı. Trouble Will Find Me ismini taşıyan bu albümden çıkan ilk video "Sea Of Love".

Ne diyor; The National:

Aşkın kanunu yazsam nereden
Kimi ümitleri yel alır gider
Kimi benim gibi sever gönülden
Kimi senin gibi el olur gider....

The National - Sea Of Love

Kumdan heykeller


İngiltere’nin soğuk havaya meydan okuyan festivallerden biri olan kumdan heykeller, 2006 yılından bu yana her yıl mart ayında düzenleniyor. Brighton’da, sahil kasabası  Weston-super-Mare’de toplanan dünyaca ünlü kum heykeltraşları, kumdan dev heykeller yapıyor. Bu heykeller 3 gün boyunca sergileniyor.


Kumdan heykeller festivalinin her yıl bir teması oluyor. Bu yılki tema Hollywood’du. Harry Potter’dan Batman’e, Yoda’dan  E.T.’ye, Alfred Hitchcock’tan Kaptan Jack Sparrow’a, Marilyn Monroe’dan Star Wars ekibine herkes oradaydı.  Weston-super-Mare’nin sahillerinde boy gösteren dev kumdan heykeller, soğuk havada Brit kalpleri ziyadesiyle memnun etti.

Kumdan Kaleler - Evde Yoklar

8.05.2013

Ya Sonra



Üç kere üç dokuz eder
bilirsin
birin karesi birdir
kare kökü de
bilirsin
"mutlu aşk yoktur"
bilirsin

ama baharda ya da dışarda
sonsuz göğün altında
aşkın aşkla çarpımı
nedendir bilinmez
garip bir biçimde
hep sonsuzdur

kare kökü de yoktur

İyi, hoş ama YA SONRA....


Ajda Pekkan - Ya Sonra

One Love programı açıklandı.


12. Efes Pilsen One Love Festival, bu yılın kadrosunun geri kalan isimlerini açıkladı. Daha önce Blur ismi hepimizde büyük bir heyecana neden olmuştu. Listeye New Order, Foals, Keane, The Vaccines ve James Blake gibi önemli isimler eklendi. Blur, New Order, Foals ve The Vaccines benim kişisel listemi oluşturuyor. Ayrıca bu seneki festivalin yerli katılımcıları da göz ardı edilecek isimler değil. Büyük Ev Ablukada, The Away Days, Melis Danişmend, TSU!, Mutrib, Nekizm ve Ringo Jets gibi isimler dikkat çekiyor.

Festivalin üç günlük akışı şu şekilde:

20 Haziran Perşembe Programı

Ana Sahne: Mert Tünay – Melis Danişmend – Açıklanacak – Açıklanacak – Keane
Alternatif Sahne: TSU! – Nekizm – Ars Longa – Kung-Fu

21 Haziran Cuma Programı

Ana Sahne: The Away Days – Büyük Ev Ablukada – Foals – The Vaccines – Blur
Alternatif Sahne: Fakap – Farfara – Foton Kuşağı – Yora

22 Haziran Cumartesi Programı

Ana Sahne: Rebel Moves – Wax Tailor – James Blake – New Order
Alternatif Sahne: Islandman – Mutrib – Ali Biçim – She Past Away – Post – Kim Ki O – Club Bangkok – Ringo Jets – Gramatik 

Özellikle kapanışı yapacak New Order ile Manchester dönemlerine dönmek ve Ian Curtis'in oralarda olacak ruhuna eşlik etmek hem hüzünlü, bir o kadar da keyifli olacak. HappyBlueMondays'in isim babalarından biri olan New Order'ın Blue Monday klasiğini dünya gözü ile dinlemek kıymetli bir hazine. Festivalde görüşmek üzere...

New Order - Blue Monday

Blur - Girls And Boys

7.05.2013

ALEXANDER ROBOTNICK “Bir Sanat Olarak Disko”



1983 yılı. 3 yıl caz gitarı eğitimi alıp caz standartları çalan 27 yaşındaki Maurizio Dami, Floransa yakınlarındaki karanlık, teknik açıdan yoksun bir stüdyoda bir 808 Roland, 2 tane TB303, 1 tane Synt Korg MonoPoly, 1 tane Gibson gitar, 1 tane Quadra ve 16 kanallı bir TEAC ile modern elektro ile Chicago house'un en önemli ilham kaynaklarından birini oluşturacak olan başyapıtı, müziğin yatağını değiştiren ve bugün de hala dün kaydedilmiş hissi uyandıran "Problemes d'Amour'u çıkarmıştır. Bu kayıt için Alexander ismini ve Rusça'da "işçi"anlamına gelen Robotnick soyadını seçmiş, şarkıyı her zaman hayran olduğu Fransız kültürünün etkisiyle koyu bir Alp aksanlı Fransızcayla söylemiş, bu isimle aynı zamanda Paris'e göç eden avangart Rus göçmenlerini çağrıştırmakla kalmayıp müziğindeki gelecek kurgusunu ve ironiyi de yansıtmıştır. Kendi deyimiyle "son 30 yıldaki tek ve en önemli müzikal devrim olan" house müziğinin yapıtaşlarından birini oluşturan ve İtalya'da görmezden gelinen plağın 10 bin baskısının tamamını Amerika'lı bir ithalatçı alarak Chicago, New York ve Detroit'te dağıtmıştır.


Kösnül erotizmiyle bu alışılmadık parça Amerika'daki yeraltı kulüpleri ve radyolarca baştacı edilmiş, korsan baskıları yapılmış, Maurizio ise bestelerinin house-elektro-tekno üzerinde ne kadar büyük etkisi olduğunu ancak 1995'te internet sayesinde anlayabilmiştir. Dance Boy Dance'in ardından 1984'te Robotnick'i rafa kaldıran Maurizio ortada henüz böyle bir kavram yokken bir multimedya-merkezli oluşum olan "Giovanotti Mondani Meccanici"a katılarak tiyatro oyunları, çizgi filmler ve videolar için müzikler yapmış, 80'lerde özel gösteriler ve moda şovları için ambient eserler bestelemiş, Afrikalı, Kürt ve Hintli müzisyenlerle dünya müziğine yönelmiş, 2000'de kariyerindeki farklı evreleri sergilemek üzere Hot Elephant Music'i kurmuş, Ludus Pinsky ile Underwater Cafe adı altında yeni sesleri ve teknolojileri desteklediği bir proje yaratmıştır.

2002'de tekrar elektroya dönerek ilk çalışmalarına çok benzeyen (yaylılar, kusursuz bas örgüleri, romantizm, 4/4 ölçüler vs) karanlık ve mizahi "Oh no..Robotnick" albümünü; 2003'te ise Kiko ve Hacker ile birlikte "Les Grands Voyages de I'Amour EP'sinde yer alacak olan yeni parçası "Viens Chez Moi"i, eski parçalarını topladığı "Rare Robotnick" albümünü ve 80'lerle günümüz müziği arasındaki yakın akrabalıkları gösterme çabası olup en sevdiği parçaları ve kendi bazı bestelerini ona özgü laptop DJ'liği tarzıyla bir araya getirdiği "The Disco Tech of..Alexander Robotnick"i yayımlamıştır. 80'lerden ilham alan elektrocuların gözünde bu avangart isim gerçek bir efsanedir. Miss Kitten, Kiko, The Hacker ve bir çok isim en ünlü şarkısını yorumlayarak bu dahiye olan borçlarını ödemiştir.


Elindeki Roland 808 ve 303'ün tüm olanaklarını ustaca kullanarak 303'ten şık pop parçaları, 808'ten etnik-egzotik harikalar çıkaran Robotnick deneysel ses alanları, derinlikli disko parçaları, romantik vokalleri, funky ama yine de fütüristik bass örgüleriyle yeniçağ müzisyenleri için yeni olasılıklar yaratmıştır. Onu canlı olarak izlemiş biri olarak sahnedeki karizmatik varlığı, rap üslubu, şaşırtıcı sample'ları, David Brynevari dansları, funky hareketleri ve ona özgü mizah anlayışını gerçekten izlemeye değer.

Alexander Robotnick - The Dark Side Of The Spoon (Bangkok Impact Rmx)

Alexander Robotnick - Supermarket

A Ton Of Love


Post-punk'un yaralı neferleri Editors 4 yıllık bir aranın ardından "The Weight Of Your Love" isimli bir albüm çıkarıyor. Yaşadığı talihsizlikler ve bir önceki albümün beklenen ilgiyi görmemesi Editors açısından yeni albümün, çok kritik bir sınavdan geçeceğini gösteriyor. İlk single "A Ton Of Love" ise umutlarımızı yüksek tutmamıza neden oldu.

Editors - A Ton Of Love
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...