20.09.2011

EN iYi DEBUT ALBüMLER PART- 2



VIOLENT FEMMES - VIOLENT FEMMES

Müzik tarihinin en özgün işlerinden biri olan Violent Femmes'in kendi adını taşıyan bu debut albüm sokak müzisyenliğinin mainstream sularından uzak bir şekilde zamanın ötesinde ruh bulmuş hali sanki. Akustik müziğin punk havası ile buluşması ve vokalist Gordon Gano'nun sinirli konuşma tarzındaki vokali albümün özünü oluşturuyor. Gergin fakat eğlenceli bir atmosfer eşliğinde su gibi akıp giden bir kayıt. Sanırım bu dünya üzerinde Mısır Piramitleri üzerinde kaygısızca müzik yapabilecek tek grup Violent Femmes olsa gerek.


Violent Femmes – Blister In The Sun



BELLE & SEBASTIAN - TIGERMILK

Rüyalarının peşinden koşan İskoç Stuart Murdock önderliğinde kurulan Belle and Sebastian 90'lı yılların benim açımdan masalsı bir şekilde geçmesinin en büyük etkilerinden biriydi. Bir grup gencin kolejlerinin son senesinde hazırladıkları bu albüm insana yaşama sevinci veren, melodik, keyifli ve huzur dolu bir albüm. Müzik endüstrisinin çarkları altında ezilmeyen ve izole bir hayat yaşayan Belle And Sebastian grubu bu dünyayı hala anlamlı kılan en güzel şeylerden bir tanesi.


Belle And Sebastien - The State I Am In



VELVET UNDERGROUND & NICO

Müzik tarihini en fazla etkileyen albüm namı diğer bu muzlu albüm olsa gerek. 60'lı yılların sonunda hippilerin cirit attığı bir dönemde vokal ve gitarda Lou Reed, bas ve klavyede John Cale, gitarda Morrison, davulda M.Tucker , tefi ve vokaliyle dünyalar güzeli Nico ve beyin takımında Andy Warhol içten içe çürüyen Amerikan yaşamının ipliğini pazara çıkarmak amacıyla manifesto niteliğinde bir albüm yapıyorlar. Karanlık tınılar, başıbozuk vokaller, esrarlı besteler barındıran bu albüm için müzik tarihinin kilometre taşı diyerek fazla söze gerek olmadığını belirtelim.


The Velvet Underground and Nico – Heroin



JEFF BUCKLEY - GRACE

Büyüleyici, erişilmez, keskin, ölçülü, etkili, trajik, muazzam, ihtişamlı, çarpıcı, korkutucu. Grace bütün bu sıfatların işaret ettiği kusursuz bir albüm. Rock efsaneler ile beslenir. Ölüm, intiharlarla hayranlık yaratır, nedeni meçhul ise sonsuza kadar kutsanır. Erken ölüm ise imrenilecek bir tat bırakır hafızalarda. Tıpkı Mystery White Boy Jeff Buckley gibi. Jeffrey Scott Buckley, 17 Kasım 1966 yılında Kaliforniya’da kendisi gibi sanatçı olan Tim Buckey’in oğlu olarak dünyaya geldi. Jeff Buckley müzik dünyasının en cool, gezegenin en sıkı müzisyen şairlerinden biri olarak ender rastlanan bir kişilik olduğunu gösterdi. 1990 yılında New York avangart camiasının içine girmesiyle kendini ispatlamaya başladı. New York’dan önce Los Angeles’a müzik okumaya giden Buckley, burada Shinehead başta olmak üzere bir çok funk ve jazz grubuyla çalıştı. Daha sonra yola tek başına devam etme kararı alan Buckley, 1993 yılında Colombia plak şirketiyle anlaşma imzalayarak ilk EP’si olan “Live at Sin-e”piyasaya çıkardı.
Son konserini 29 Mayıs 1997 yılında veren Buckley, aynı gece aniden Mississippi nehrinde yüzmeye karar vererek kıyafetleriyle suya girdi ve dalgalar arasında kaybolarak boğuldu. Cesedi 4 Haziran’da bulunan Buckley, öldüğünde 30 yaşındaydı. Babasını hiç tanımayan bu genç ozanın tıpkı babası gibi genç yaşta hayata gözlerini yumması hayranları arasında büyük bir üzüntüye neden oldu. Zaman zaman depresif olabilen Jeff, şarkılarını söylerken onların içinde kayboluyor, 4 oktavlık tenor sesi ile haykırarak kendinden geçiyordu. 13 Nisan 1995’de Fransa’nın prestijli ödüllerinden olan ve her sanatçıyı imrendiren, bugüne kadar “Edith Piaf, Jacques Brel, Yves Montand, Bruce Springsteen, Leonard Cohen, Bob Dylan” gibi efsanelerin aldığı “Gran Prix International Du Disque-Academie Charles CROS” ödülünü aldı. Ayrıca “Grace” albümü Fransa tarafından altın sertifikaya layık görüldü.


Jeff Buckley – Grace

0 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...