30.06.2014

Mac DeMarco


Bugünkü dinleyelim-öğrenelim köşesinde Mac DeMarco'yu konuk ediyoruz. Son yılların en yetenekli isimlerinden biri olan Kanadalı müzisyen 1990 doğumlu. İlk albümünü 2012 yılında yayınlayan Mac DeMarco son albümü Salad Days'i geçtiğimiz Nisan ayında çıkardı. Lou Reed, Velvet Underground ve Kurt Vile esintileri taşıyan kendine özgü müziğine bir isim bulmuş; Blue Wave. Yeni ve lezzetli tatlar arayanlar için keyifli bir keşif...

Mac DeMarco - Chamber of Reflection

Teneke Otobüs


80'li yıllarda çocuk olanlar için mutluluğun tanımlarından birisiydi Teneke Otobüs. Doğum günlerinde ve sünnet törenlerinde erkek çocuklarına verilen demirbaş hediye. Güral oyuncak tarafından üretilen bu klasik, hostesi, neşeli şoförü, Avrupa'dan fırlamış gibi duran yolcu profiliyle paralel evrenden gelmiş bir oyuncaktı. Güzel günlerdi diyerek hepinize

Mutlu Pazartesiler..

Game Of Thrones - 80's VHS Intro

29.06.2014

Glastonbury 2014


Glastonbury, dünya üzerindeki en büyük festivallerden bir tanesi. Belki de en önemlisi. 1970 yılından beri devam eden festival Woodstock ruhununu yaşatan bir gelenek. Yağmur, çamur demeden müziğin ve özgürlüğün kol gezdiği ütopik bir yaşam alanı. Bu sene 44'üncüsü düzenlenen festivalin biletleri, her sene olduğu gibi headliner'lar açıklandıktan saatler sonra tamamen bitti. 

Bu yılki festivalde Arcade Fire, Metallica ve Kasabian gibi önemli gruplar headlinerlar kadar, Lily Allen, Lana Del Rey, Jack White, The Black Keys, MGMT, Interpol, Robert Plant, Pixies, Billy Bragg gibi isimlerde dikkat çekti. Bu sene sahneye çıkan bazı isimlerden videolar.

Arcade Fire - Reflaktor



Lana Del Rey - Ultraviolence



Metallica - One



Interpol - Anywhere



Jack White - Lazaretto

Hakkari'de bir mevsim


Kafka, karabasanlarında gördü belki seni, ama adlandıramadı
(ya da girmedin onun düşlerine)
bilseydi, senin gibi bir yer var yeryüzünde
en korkunç kitabın konusu sen olurdun.

tolstoy bilseydi seni
soyluluğundan bin beter utanırdı.
ve kimbilir belki yazarlığında
-şimdi benim utandığım gibi-

avvakum bilseydi yakınında senin gibi bir kent olduğunu,
kafkasları aşıp çile çekmeye sana gelir,
senin mağaralarında yaşardı.

dostoyevski sürülseydi sana
yer üstünden notlar'ı yazardı
ya da suç ve suç'u...

"Ferit Edgü"

Pram - Distant Islands

27.06.2014

Ulan İstanbul


Eğer sen yine İstanbul'san
Kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
Sirkeci Garı'nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
İntihar dumanları içindeki Haydarpaşa'dan
Anadolu üstlerine bakıp bakıp
Ağlayan
Sen eğer yine İstanbul'san Aldanmıyorsam
Yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa
Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
Yine senin emrindeyim
Utanmasam
Gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
Kendimi yani şu bildiğim Atilla İlhan'i
Zehirleyebilirim...

"Atilla İlhan" 
  
İstanbul; ruhani, büyülü ve bir o kadar acımasız bir şehir. Delice seveni olduğu kadar, nefret edenlerinde eksik olmadığı dev bir kazan. Geçtiğimiz günlerde 'Ulan İstanbul' yeni bir dizi başladı. Malum yaz dönemini atlatmak, tutarsa devamı gelir mantığıyla çekilmiş bir dizi. İlk bölüm itibariyle reyting ve izleyici tepkileri gayet olumluymuş. Bu dizi ile ilgili gündeme gelen haber ise yok artık dedirten bir cinsten. Çanakkale'de yaşayan bir vatandaşımız 'İstanbul'a hakaret edildiği'' gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuş. Ve şöyle bir açıklama yapma gereğinde bulunmuş.

"Ulan kelimesinin Türkçe sözlükteki karşılığı, 'Çok kaba bir biçimde öfke ve nefret anlatır' demektedir. İstanbul'da yaşayacaksınız, İstanbul'un sayısız nimetlerinden faydalanacaksınız ve sonra da şehri İstanbul'a hakaret edeceksiniz. Bu düpedüz İstanbul'a karşı saygısızlıktır, nankörlüktür. Hiç kimse İstanbul'u küçük düşüremez, İstanbul'u öfke ve nefretle anamaz. İstanbul'a karşı yapılan bu hakarete sessiz kalmak ve tepki göstermemek insanlık suçudur."

Her şeyin güllük gülüstanlık yaşandığı! ülkemizde insanlık suçu yeni bir boyut kazanıyor. Ne diyelim "Ah ulan İstanbul sen mi büyüksün  yoksa ben mi?" diyeceğim suç kardeşim...


They Might Be Giants - İstanbul

Ünlü Grupların Nefret Ettiği Meşhur Şarkıları


Hani bazı şarkılar vardır o grup ile özdeşleşmiş. Ama aslında o meşhur şarkılar bazı isimler tarafından hiç sevilmiyor. The Guardian bu konuyla ilgili olarak bir haber yapmış. İşte o şarkılar ve bunları çalmaktan, söylemekten hoşlanmayan isimler.

- Radiohead "Creep"
- Guns N'Roses "Sweet Child O'Mine
- Modanna "Like A Virgin"
- Metallica "Escape"
- Led Zeppelin "Stairway to Heaven"
- Nirvana "Smells Like Teen Spirit"
- Oasis "Wonderwall"
- Beastie Boys "Fight For Your Right (To Party)

Bu listeye ek olarak bildiğim kadarıyla Bob Dylan 'One More Cup Of Coffee' ve Elvis Costello 'I Want You' şarkılarından pek haz almıyorlar... Ama ne diyelim onlar yapsınlar, biz severiz...

Radiohead - Creep

26.06.2014

Bekle-mek


Ben şimdi bir yabancı gibi gülümseyen
Tanımadığın bir ülke gibi
İçinde yaşamadığın bir zaman gibi
Tam kendisi gibi mutluluğun
Beni bekliyorsun
Ve onu bekliyorsun beni beklerken...

"Edip Cansever"

Yeasayer - Wait for the Summer

En iyi 10 Pulp şarkısı


Pulp 90′lı yıllarda İngiltere’de Brit-Pop patlamasına paralel olarak hayran kitlesini artırarak sesini duyurmaya başladı. Pulp’ın kendine özgü müziğinin yapısı David Bowie’yle Roxy Music’in karışımı ekseninde; glam rock, disco, new-wave, 60’lar Avrupa Pop’u ve İngiliz indie rock’ının bir sentezi diyebiliriz. Grubun basit ama etkili synthesizer kullanımı, geniş içeriğe sahip olan melodileri ve solist Jarvis Cocker’ın saplantılı şarkı sözleri karakteristik Pulp eksenini oluşturuyordu. Solist ve Pulp’ın beyni Jarvis Cocker bir nevi Scott Walker ve Bryan Ferry karışımı duruşuyla; çağdaşlarına göre daha hisli bir müzisyendir. Jarvis Cocker, Pulp’ı 1978 yılında 15 yaşındayken kurdu. İlk olarak Arabicus Pulp olarak kurulan grubun ilk elemanları Jarvis’in okul arkadaşlarıydı. Bir yıl sonra da grubun ismi Pulp olarak değişti. Okulları devam eden grup üyeleri bu sırada başarılı konserler vermeye başladı. 1980-81 yıllarında grup bir de demo doldurdu ve bu kaydı verdikleri konserler esnasında John Peel’a verdiler. Peel kaydı beğendi ve grubu kendisiyle birlikte şovunda yer almaları için davet etti. Ve Pulp ilk Peel Session konserini 1981 yılının Kasım’ında verdi. Peel’da sahne almak aslında genelde albüm kayıt teklifleri ve şöhretle sonuçlansa da Pulp için bu geçerli olmadı ve grubun eline konser sonrasında hiçbir şey geçmedi. 


Hayal kırıklığıyla sonuçlanan bu olayın ardından 1982 yılında Jarvis hariç diğer üyeler üniversiteye gitmek için gruptan ayrıldı. Ertesi yıl Jarvis, 8 kişiden oluşan yeni üyelerle birlikte tekrar grubunu oluşturdu. Bu yeni oluşumda, Pulp folk gibi farklı melodileri müziklerine yerleştirmeyi denediler ve grup ilk albümleri olan “It”i 1984 yılında piyasaya sürdü. Piyasaya sürdükleri bu ilk albüm, grubun beklediği ilgiyi görmedi ve Pulp böylece bir kez daha istediği başarıyı kazanamadan yine dağıldı.

Bütün bunlara rağmen Jarvis Cocker ise pes etmedi ve bir kez daha yeni bir oluşum denemeye karar verdi. Bu oluşumda Jarvis Cocker’ın uzun dönem birlikte çalışacağı keman ve gitarist Russell Senior’da bulunuyordu. Pulp kısa bir süre sonra “It”le müziklerine getirdiği folk etkilerinden uzaklaşarak daha karanlık bir müzik stili benimsediler. 1985 yılında Pulp; Fire Records’tan bir dizi single çıkardı. Grubun geleceği tam belirginleşmek üzereyken solist Jarvis Cocker ciddi biçimde yaralandı. Bir kızı etkilemeye çalışırken pencereden düşmüş ve ayağını kırmıştı. 2 ay boyunca tekerlekli sandalyeyle hayatına devam etmek zorunda kalmış fakat buna rağmen konserlere de çıkmıştı. Grubun 1986 yılında piyasaya çıkan “Freaks” albümünün koyu ve karanlık bir sound’u vardı. Albümün piyasaya çıkmasının ardından grup tekrar dağılmıştı. Cocker ve Senior dışındaki tüm üyeler gruptan ayrıldı. Bir yıl boyunca grup sessiz kaldı. 1987 yılında grup, çeşitli eleman değişikleri ile tekrar bir birleşme yaşadı. Cocker Londra’da film yapımcılığında okurken Pulp, ikinci bir albüm kaydetme teklifi aldı. Bu teklifin sonucu ise 1989 yılında kayıtları tamamlanan ve o dönemde Cocker’ın keşfetmiş olduğu; acid-house ve pop etkilerinin bulunduğu “Seperations” oldu.


1994 yılının baharında piyasaya çıkan “His N Hers” birçok olumlu eleştiri ile birlikte hiç beklenmeyen bir başarı kazandı. Albüm İngiliz Müzik Listelerin’de ilk ona girerken Mercury Ödülleri içinde aday gösterildi. 1994 yılının sonu 95′in başında Jarvis Cocker; İngiliz televizyon’larının vazgeçilmez ismi haline gelmişti. Temmuz ayında ise Stone Roses, Glastonbury Festival’ine katılmayı iptal ettiklerinde gruba da yeni bir fırsat doğmuş oldu. Grubun Glastonbury festivalindeki sahnesi büyük bir ilgi ve beğeniyle karşılandı ve Pulp; İngiltere’de superstar konumuna yerleştirildi. Bu da grubun bir sonraki albümü “Different Class”ında zeminini oluşturdu. Pulp 1995 yılında yayınlanan Mercury ödüllü ‘Different Class’ ile yıldız mertebesine yükselmiş ve bir anda geniş kitleler tarafından sevilmeye başlamıştı. İngiliz işçi sınıfı erkeği rolündeki Jarvis Cocker; bazen seksi çoğunlukla kışkırtıcı vokallerinin ardına eklediği klavyeler ve gitar ile İngiliz şehir yaşamının tema müziğini yaratmıştır ‘Different Class’ albümüyle...

Ve en iyi 10 pulp şarkısı:

10. "F.E.E.L.I.N.G.C.A.L.L.E.D.L.O.V.E"  (Different Class, 1995)

9. "David's Last Summer" (His 'n' Hers, 1994)

8. "The Fear" (This Is Hardcore, 1998)

7. "Babies" (His 'n' Hers, 1994)

6. "This Is Hardcore" (This Is Hardcore, 1998)

5. "Do You Remember The First Time?" (His 'n' Hers, 1994)

4. "Acrylic Afternoons" ( His 'n' Hers, 1994)

3. "Razzmatazz" (His 'n' Hers, 1994)

2. "Disco 2000" (Different Class, 1995)

1. "Common People" (Different Class, 1995)

Pulp - Do You Remember The Fisrt Time?

Nükhet Duru sample'ı


Mos Def'in 'Supermagic' şarkısında Selda'nın İnce İnce şarkısını sample olarak duymamızın ardından yeni bir sample haberi aldık. Kanadalı The Weeknd, yeni şarkısı 'Often'da Nükhet Duru’nun sesinden dinlemeye alıştığımız 'Ben Sana Vurgunum'un sample’larına kullandı.

25.06.2014

Koptu Kervan


Hayatın nabzının attığı tek sahici yer sokaklardır. Ve sokaklar özgür olmadan insanlar özgür olamazlar. Dövülerek katledildiği güne kadar sokağın gücüne inanan Rosa Luxemburg; "İlla sokak kazanacak" diyerek son nefesini vermişti. Yine bir Çin atasözünden denildiği gibi 'Evde oturan, ölür.' 

Bundan yıllar önce Manu Chao'nun önderliğinde Barselonalı sokak müzisyenlerinin birer parçalarından oluşan bir albüm yapılmıştı. Müzik pisayasının giderek ticari bir hal almasına tepki niteliğindeki bu albümün ismi 'La Colifata' idi. Albüm için sokak sanatçıları birer demo getirmişler. Bu şarkılardan bazıları doğrudan doğruya sokaklarda, kimiyse derme çatma stüdyolarda kaydedilmişti. Sonradan parçalar uygun bağlantılarla birbirine eklenmişti. Bu yasadışı albümün arka kapağında 'bu CD mağazalarda satılamaz' yazıyordu. Bildiğin karanfil elden ele misali bir güç birliği. Albüme ismini veren 'La Colifata' Buenos Aires'te bir akıl hastanesinde, hastaların kurduğu ve yayını kendilerinin yaptığı bir radyo istasyonuydu. İşin eğlenceli tarafı albümde sık sık tekrarlanan 'Siempre Fui Loco' (Daima deliydim) sözcükleri ise bu radyonun cingılıydı.


Geçmiş tarihlerin birinde Cunda Adası'nda sokaktan gelen büyülü ritimlerin peşine düşerek tanışmıştım Koptu Kervan grubuyla. Ilık bir rüzgar eşliğinde denize koşan şarkılar. Koptu Kervan, sokak müzisyenliği kavramının içini hakkıyla dolduran gezgin, göçebe güzel insanlar. Türkçe, Yunanca, Farsça, Lazca, Hintçe, İbranice ve Kürtçe şarkılar eşliğinde müziğin o doyumsuz lezzeti. Cunda, İstiklal, Büyükada, Akdeniz, İzmir ya da bir sokağın köşe başında sadece müzikle insanların nasıl mutlu olabileceğinin en güzel örneği.

Sokak ve müzik bir elmanın iki yarısı....

Sokak demişken 80'lı yılların sonunda ezilenlerin, uçta duranların, aykırı olmayı sevenlerin yanında durmak felsefesiyle Tuğrul Eryılmaz ve gazeteci arkadaşlarının çıkardığı "Sokak" isimli bağımsız bir dergi vardı. Cesur ve sivri dili, etkili yazıları, sanat ve kültüre serbest bakışı ve zorunlu askerliğe hayır kampanyasına verdikleri destekle basın aleminde epey bir ses getirmişti o dönem için.

Koptu Kervan - Kalbumi Atacağum Derenin Ortasına

Radiohead grubunun davulcusundan yeni albüm


Radiohead grubunun davulcusu Philip Selway, 2010 yılında çıkardığı ilk solo albümü Familial'ın ardından yeni bir albüm çıkardı. Weatherhouse ismini taşıyan albümden çıkan ilk single Coming Up For Air. Hipnotik gitar tınıları arasında keyifli bir yolculuk.


İstanbul'un yeni konser mekanı: Black Box


İstanbul'un en yeni ve işlevsel konser mekanı Black Box Travis konseri ile açıldı. O keyifli konseri izleyenler arasında yer aldım. Black Box Avrupa’daki benzerlerini aratmayan etkileyici bir  mekan. 5800 kişilik kapasiteye sahip olan mekan ferah, akustik, ışıklandırma ve muhteşem bir ses sistemine sahip. Mekanın hem tribün, hem de saha içi kısımlarından sahne gayet net görünüyor. Üstelik her konserde bir eziyete dönüşen alana giriş çıkışlar kapıların çokluğu nedeniyle gayet kolay. Saha içinde ve tribün katlarında birçok bar, tuvalet var. Sigara içmek için teraslar mevcut. Ama en önemlisi izlediğiniz konserin keyfini iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Şayet Black Box bu çizgisini korursa kısa sürede bir müzik mabedine dönüşecektir.

Gelelim Travis konserine; Öncelikle Travis Türkiye'yi seviyor ve bu topraklarda onları seven önemli bir hayran kitlesi mevcut. Konser keyifli, coşkulu ve muhteşem bir final ile sona erdi. Travis hayranlarının sabırsızlıkla beklediği "Why Does It Always Rain On Me?" çalmaya başladığı an konser alanı bir şemsiye cennetine dönüştü. Hep bir ağızdan söylenen şarkı ile konser sona erdi. Müziğin evrensel gücüne bir kez daha şahit olduk.


Ertesi gün yine Black Box'ta büyük ozan Bob Dylan konseri vardı. Yaşayan efsane ülkemizi 3.kez ziyaret ediyordu. Bob Dylan yeni şarkılarının ağırlıkta olduğu bir playlist sundu. Elbette "One More Cup Of Coffee" şarkısını bekleyen bir kitle yine hayal kırıklığına uğradı. Bu şarkıyı çok sevenlerin en büyük şansızlığı Bob Dylan'ın bu şarkıyı ciddi anlamda sevmemesi. Zaten ustanın düz hesap 500 konser verdiğini varsayarsak, konserlerinde en fazla 10 defa bu şarkıyı söylemiş olması. Yani istatikler ve matematik bir kez daha haklı çıktı. Bir diğer nokta Bob Dylan'ın nabza göre şerbet vermeyen duruşu ve seyirci ile fazla içli-dışlı olmamasıydı. Kimileri bu huysuz ihtiyar tavırlarını hiç sevmedi. Ama o bir Bob Dylan, elimizden gelen hiç birşey yok. Konserin en rahatsız edici anları konsere geç gelip cep telefonu ışığıyla yer arayan ve o büyülü ortamın içine eden insanların varlığı oldu. Elbette sürekli resim çekme sevdasında olup, ön taraflara akın düzenleyen kardeşlerimizi es geçmeyelim.


İstanbul'da izlediğim son konser Ekşifest kapsamında sahneye çıkan Manu Chao oldu. Mekanın uzaklığı, çıkışta yaşanan işkenceye rağmen Manu Chao tek kelimeyle bir müzik ziyafeti sundu. Sahnede devleşen Manu Chao ve ekibi insanlara müziğin evrensel gücünü bir fizik kanunu gibi ispat etti. 

Dün Pixies konseri yine Black Box'ta yapıldı. Ama hafta içi olması nedeniyle çok izlemek istediğim bu konseri izleyemedim. Bir döneme damgasını vurmuş Pixies ilk defa ülkemizi ziyaret etti. Tahminimce bu konser insanları esas Pixies hayranları ve Where is My Mind'cılar olarak ikiye ayırdı. Ben hangi taraftayım derseniz, sorunun cevabı çok net. Pixies tek şarkıya sığdırılamayacak kadar büyük bir grup. 

Başka konserlerde görüşmek umuduyla...

 

Teenage Kicks


BBC Radio 1'in kırk yıllık diskjokeyi John Peel, 2004 yılında 65 yaşında Peru'da tatil yaparken kalp krizi sonucu hayatını kaybetmişti. Büyük usta birçok grup için sıradan bir radyo programcısı değil, bir ağabeydi. Hayranı olduğu grupları sonuna kadar destekler, bu tavrıyla bütün gruplara cesaret verirdi. Öyleki bu alemde John Peel Sessions serisi olmayan müzisyenlere kız bile vermiyorlardı.

2001 yılında John Peel, The Undertones grubunun "Teenage Kicks" şarkısının sözlerinin niye mezar taşına yazılmasını istediğini anlatmıştı.

Albümü bulmakta hiç zorlanmayacaksınız. Diğer tüm zamanlar favorilerimle birlikte (Stanley Wilson'dan "No More Ghettos In America", Quads'dan "There Must Be Thousands", Don French'den "Lonely Saturday Night") rafın en sağında duruyor. Bugün, albümün çıkışından 23 yıl sonra, Undertones'un "Teenage Kicks"i hala tüm diğer plakların değerlendirilmesinde en büyük kıstastır benim için. Yeni yayınlanan can sıkıcı müziklerin gitgide daha fazla öfkeye, ama diğer yandan da gitgide daha karaktersiz bir çorbaya dönüşmesinden umutsuzluğa kapıldığım her seferinde "Teenage Kicks"i dinlerim ve iyi bir plağın nasıl olması gerektiğini hatırlarım.

Kendi çocuklarımdan tutun da, etrafta rastgeldiğim insanlara kadar herkes bu plakta ne bulduğumu soruyor. Bunun yanıtını henüz net olarak verebilmiş değilim, ama söyleyebildiğim tek şey şu: Bu plağı daha iyi hale getirebilmek için ona ekleyebileceğiniz ya da ondan çıkarabileceğiniz hiçbir şey yoktur.

Ne de olsa beni her dinlediğimde hala gözyaşlarına boğan bir kayıttan bahsediyorum. Bu şarkıyı her çalışımdan sonra aralık vermeden bir başka şarkı koyarım ki kendimi toparlayıp proğrama devam edebileyim. Eşim Sheila, ölümümden sonra mezartaşımda ismimin yanında "Teenage Kicks" sözlerinin yazılmasını istediğimi biliyor: "Yeniyetmelik düşleri. Mağlup etmek öyle zor ki!"

Bir insan daha ne ister...


Undertones - Teenage Kicks

On The Bride’s Side


Abdullah, 30 yaşında, Suriye'deki  İç Savaşın kurbanlarından biri. 2013’te yaklaşık 400 kişilik bir grup ile birlikte bir balıkçı teknesinde yola çıkar. Ertesi gün İtalya’nın Lampedusa Adası’na ayak bastığında bu ölümcül yolculuktan sağ kurtulmayı başaran 140 kişiden biri olur. Trapani şehrinde bir mülteci kampına yerleştirilen Abdullah, buradan da kaçarak Milan’a ulaşır ve burada kaderin bir cilvesi olarak mülteci hakları aktivist ve gazeteci olan Gabriele Del Grande ile tanışır.

Abdullah’ın öyküsünü dinleyen Del Grande, genç adamın hedefinin İsveç’e varmak olduğunu öğrenince ona yardım etmek için elinden geleni yapmaya karar verir. İtalyan film yönetmeni Antonio Augugliaro ve Filistinli şair Khaled Soliman Al Nassiry de gazetecinin yakın arkadaşları olarak maceraya dahil olur ve hep birlikte Abdullah’ın Avrupa’da kalabilmesini sağlamanın yollarını aramaya başlarlar ve çok ilginç bir fikir ortaya çıkar: Sınırlardaki kontrol noktalarını bir düğün konvoyu maskesi altında geçmek. Del Grande bu çılgın yolculuk için gerekli lojistik çalışmalara başlarken Augugliaro da bu serüvenin tamamını bir belgesel filme dökmeye karar verir. Projenin ismini bulmak da zor olmaz: On The Bride’s Side yani Gelin Tarafı’nda.

Ortaya çıkan düğün konvoyu çok renkli olur. Abdullah damat olacaktır. 25 yaşındaki Filistinli Tasneem (ki kendisi de Suriye’deki Yarmouk Mülteci Kampı’ndan Avrupa’ya ulaşmayı başarmış) de gelin olmayı kabul eder. İskenderiye’den kalkan bir gemi ile İtalya’ya ulaşmayı başarmış 12 yaşındaki Filistinli Manar ve babası da ‘akraba’ kontenjanından konvoya dahil olur. Gene Yarmouk Kampı’ndan kaçmış olan Mona ve Ahmed çifti de konvoya eklenen son yolcular olurlar.

Niyet elbette çok güzeldir ama tehlikelidir de. Ekibe işin yasal sonuçlarını değerlendirebilecek bir uzman gerekmektedir. Milan Üniversitesi’nde hukuk alanında öğretim görevlisi olan 32 yaşındaki Valeria ekibe davet edildiğinde önce tereddüt eder. İtalyan yasalarında göre kanun dışı mülteci yolculuklarına yardım etmek suçu 15 yıla kadar hapis ile cezalandırılabilir. Fakat riskler Valeria’yı bu maceradan alıkoymaya yetmez.

Toplamda 23 kişilik düğün konvoyu 14 Kasım 2013’te yolculuğuna başlar. Damatlığı, gelinliği, süslenmiş arabaları ve neşeli müzikleri ile gerçeğinden ayırt edilemez bir şenliktir bu. Fransa, Avusturya, İsviçre, Danimarka derken ciddi hiçbir engele uğramadan aşarlar yolları. Gerçek hukuki dokümanların bulunduğu tek araba önlem olarak hep yarım saat öncesinden varır kontrol noktalarına. Gümrük görevlileri ise sadece “Tebrikler” demekle yetinir.

3 günde 2900 km yapan konvoy nihayet Danimarka’ya ulaştığında artık veda vakti gelmiştir. İsveç’e giden bir trene binen mülteciler kameraların da yardımı ile etraftan bir düğün seremonisinin son karesi gibi görünürler. Bu maceraya girişen çılgın grup filmin montajı ve dağıtımı için gerekli 100.000 dolarlık meblağı toplayabilirlerse Eylül 2014’teki Venedik Film Festivali çok ilham verici bir ‘düğün kasetine’ sahne olacak. Şimdilik ihtiyaç olan paranın büyük bir kısmı bağışlar ile toplanmış durumda.

"Sevgi Özpehlivan, Radikal Blog" 

24.06.2014

Sere serpe


İlk başta tam olarak hissedemediğimiz kırılma anları var. Zamanla harap edici duygulara dönüşüyorlar. Yaralanmanın sıcaklığıyla ilk anda hissedilmeyen kurşunlar gibi. Böyle durumlarda 'biraz zaman' her şeyi daha da beter ediyor. Bizi yere seren büyük sorunlar olmuyor hiçbir zaman. Bizi yere seren evdeki şekerin bitmesi oluyor, kaybolan bir kitap, kesilen elektrik oluyor.

"Emrah Serbes"

Au Revoir Simone - Fade Into You

12.06.2014

Gurur ve acı



Dolunaylı bir Pazartesi gecesiydi. Sağ avucumda deniz, sol yanımda üşüyen zeytin ağaçları, tepemde karanlığın bilge kuşu baykuş.  Bir kiraz yediğimi hatırlıyorum kurtluydu. Etrafım boş kalabalıklardan geçilmiyordu. Çok korkuyordum kaybolmaktan çokluk içinde. Gerçi etrafları tarafından anlaşılmayan, haklarında daima yanlış hükümler verilen insanların zamanla bu yalnızlıklardan bir gurur ve acı bir zevk duymaya başladıklarını biliyordum.

Bir kenti güzelleştiren insanlar ağır ağır göçmüştü. Yoksa her şey böyle mi başlamıştı diye ürperdim. Bütün ölüleri kuş yuvalarına gömüp, geriye parça tesirli bir mektup bırakıp, gitmeli kara bir trenle. Son durakta,  bir gece vakti anadan üryan koşmalı tüm dünyayı…

Chapel Club - Roads

Ölmek


En kötü alışkanlığım ölmekti durmadan;
bir kamyon geçince ölmek, camilere girince,
utanınca büyüklerden ve bahar yollarından..

"Ülkü Tamer"

INXS - Never Tear Us Apart

The Whitest Boy Alive dağıldı


1975 doğumlu Erlend Oye kuzey ışıklarının en güzel yansımalarını sunan Norveç'in Bergen şehrinden tıpkı Jarvis Cocker gibi bir anti-pop kahramanı olarak dünyaya açıldı. Bu sıcak ruhlu kuzey insanını önce Röyksopp albümüne verdiği sesi ile tanıdık. On farklı şehirde farklı müzisyenlerle kaydedilen ve kendine özgü elektronik müzik anlayışını yansıttığı Unrest albümü, yanına Eirik Glambek Boe'yi alarak naif melodiler üzerine inşa edilmiş modern müziğin akustik manifesto projesi Kings Of Convenience ve son olarak Berlin'li saz arkadaşlarıyla kurmuş olduğu The Whitest Boy Alive.

The Whitest Boy Alive, birbirinden güzel iki albümün ardından dağılma kararı aldı. Son olarak 2009 yılında 'Rules' albümünü yayınlayan ekip, ruhumuzda ve kulaklarımıza naif melodiler bırakarak yolun sonu dediler. Sizleri özleyeceğiz çocuklar..

Whitest Boy Alive - Burning

11.06.2014

Kendimden Geçtim Ama


Yaşamın, tasarladıkların ile gerçekleştirebildiklerin arasında gidip gelecek: Gerçekleştirebildiklerin tasarladıklarından hep eksik; tasarladıkların gerçekleştirebildiklerinden hep fazla. Hep hem eksik, hem fazla olacak yaşamın-gerçekleri eksik, tasarıları fazla-. Hep eksiklikler yaşayacaksın ve hep fazlalıklar.. Yaşamın bu olacak işte: eksik-fazla...

"Oruç Aruoba"

Hariçten Gazelciler’in vokalisti ve çağlama isimli enstrümanın mucidi Ömür Kılıçaslan, sabaha karşı hayatını kaybetti. Güzel insanların kaybı hep buruk bir veda kokuyor...
 

Hariçten Gazelciler - Kendimden Geçtim Ama

Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku


Böyle olmasını istemezdim ama hep olurdu. Dünyanın bütün kızılderilileri yenilir, Spartaküs kaybeder, gün batarken sararır, kuşlar döner, Sadri Alışık denilen hergele, her filminde ağlardı. O ağladıkça ben de ağlardım. Nedenimi bilmez ağlardım. Ağladıkça Sadri’ye kıl kapar gıcık olurdum. Üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, Sadri’nin bu mecburiyetlere, giden kişinin özgürlüğü olarak bakıp, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine...

"İlhami Algör" 

Ankara'nın gururu, Bestekar'daki Kebap 49'un müdavimi ve uzun Marlboro sigarasından asla taviz vermeyen Behzat Amirim yeni bir projeye imza atıyor. Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü kazanan Çiğdem Vitrinel imzalı 'Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku' filminde Erdal Beşikçioğlu ve Sezin Akbaşoğulları buluşuyor. Film başroldeki Arif karakterinin kadınları ve aşkı anlamak için giriştiği mücadeleyi anlatıyor. Filmin müziklerini ise Harun Tekin yapacak. Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku'nun, İlhami Algör'ün bir romanı olduğunu hatırlatalım.

The National - About Today

Alın yazısı


Kuşlarımız ürkütür tüfeklerini
Hiç çiçek ve çocuk olmamış o adamların...

"Ergin Günçe"

R.E.M. - Everybody Hurts

Yeni Blonde Redhead albümü


Koyu siyah gecelerin can yoldaşı Blonde Redhead yeni albüm çıkarıyor. Eylül başı gibi yayınlanacak olan 9. albüm Barragán ismini taşıyor. Ayrıca grubun Eylül ayında ülkemizi tekrar ziyaret edeceğini hatırlatalım. Umarım o konserde görüşürüz. Albümden gün yüzüne çıkan ilk şarkı 'No More Honey' ismini taşıyor. Yeniden hoşgeldin Blonde Redhead...

Blonde Redhead - No More Honey

10.06.2014

Ustalara Saygı : Cocteau Twins


Bir Ezop Masalında anlatıldığı gibi bir gün fareler bir araya gelirler ve başlarına musallat olan bir kediden kurtulma planları yaparlar. Pek çok fikir öne sürülür. Hiçbiri kabul görmez. En sonunda genç bir fare kedinin boynuna bir çan asmayı önerir. Böylece kedi kendilerine yaklaşırken farkına varacak ve kaçabileceklerdir. Bu öneri herkes tarafından alkışlarla onaylanır. Bu arada bir köşede sessizce onları dinlemekte olan yaşlı fare ayağa kalkar ve önerinin çok zekice olduğunu, başarılı olacağından hiç kuşkusu olmadığını belirtir. Fakar der, Kafamı bir soru kurcalıyor. Aramızdan kim kedinin boynuna çanı asacak?


İşte Cocteau Twins zamanında kedinin boynuna o çanı asmış gruplardan bir tanesi. Üç farkı insanın İskoçya’da kesişen hayatlarının müziğe yansımış hikayesidir Cocteau Twins. Yerel bir otel’in diskosunda düzenlenen punk gecelerinde DJ’lik yapan Robin Guthrie, onun arkadaşı Will Heggie ve İskoçya’daki sıkıcı hayatın onları buluşturduğu bu mekan da en iyi dans eden kadın Elizabeth Fraser. 1979’da Grangemouth’lu üç yakın arkadaşın kurmuş olduğu grup ismini Simple Minds’ın çok bilinmeyen karanlık bir şarkısından alıyor. Grubun 4AD firması ile temasa geçmesinde çok sevdikleri The Birthday Party'nin etkisi büyüktür. Demo kasetlerini dinleyen 4AD Records’un sahibi Ivo Watts-Russell grubun yaptığı müzik karşısında hissettiği heyecan Cocteau Twins’in albüm kayıtları yapması amacıyla Londra’ya taşınmaları ile sonuçlanmıştır. Çok kısa bir sürede tamamlanan ilk albüm Garlands, minimal gitar dokunuşları eşliğinde ruhani ve koyu bir yolculuğun haberciliğini yapıyordu.

BBC Radio 1’in efsane DJ’i John Peel bu albümü baş tacı etmiş ve programında sık sık çalmıştır. Çıktıkları ilk dönemde Siouxsie And The Banshees benzetmesi yapılan grup kısa zamanda ayrı bir kulvarda olduğunu kanıtlamıştır. Herşeyin yolunda gittiği bir dönemde 1983 baharında Heggie gruptan ayrıldı (Sonraları Lowlife grubuna katılacaktır). Bu ayrılık sonrasında gruba basçı olarak katılan Simon Raymonde bu süreç içerinde beste ve düzenleme alanında önemli bir yetenek olduğunu göstermiştir.


Büyük ölçüde The Birthday Party, Siouxsie and the Banshees ve diğer punk ikonlarının etkisini üzerinde taşıyan Cocteau Twins kendi özgün yapısıyla şekillendirdiği müziğini diğer bir kuşağa aktararak Post-punk, New-wave, New-romantics ve Goth gibi müzik tarzlarına bir şeyler kattı. Özellikle 90 yılların başında parlayan shoegaze akımı ve bu akımın önemli grupları olan Slowdive, Lush, My Bloody Valentine, Ride, Curve gibi isimler Cocteau Twins ve onun esrarengiz ambiyant pop müziğine çok şey borçludur. Galaksinin zamanın ötesinden tarifsiz sesler sunan bu eşsiz grubuna hayatınızın belli bir döneminde mutlaka zaman ayırın.


Cocteau Twins - Alice

Cocteau Twins - Cherry-Coloured Funk

Cocteau Twins & Ian McCulloch - Candleland

Halou - Half-Gifts (Cocteau Twins Cover)

9.06.2014

Mars Günlükleri


Öyleydi ya! Her insan gerçeklerle yüzleşmeliymiş. İçinde bulunduğu zaman ve mekanla yüz yüze gelmeliymiş! Böyle olmayan her şey atılmalıymış. Bütün o güzel edebi yalanlar ve uçuşan hayaller havada vurulup yere indirilmeliymiş. Böylece, otuz yıl önce, 1975’in bir pazar sabahı hepsini, Noel Baba’yı, Başsız Binici’yi, Pamuk Prenses’i, Rumpelstiltskin’i, Ana Kaz’ı bir kütüphane duvarına yasladılar -ah, feryatları gitmiyor kulağımdan- ve onları kurşuna dizdiler. 

Kağıttan şatoları, peri masallarının kurbağalarını, yaşlı krallarını ve ‘sonsuza dek mutlu yaşayan insanları’ yaktılar (çünkü kimsenin sonsuza dek mutlu yaşayamayacağı bir gerçekti elbette!), ‘evvel zaman içinde’ler, ‘asla!’ oldu. Hayalet Çekçek’in küllerini, Oz Diyarı’nın molozlarıyla birlikte savurdular, İyi Glinda ve Omza’nın etini kemiğinden ayırdılar ve çok renkliliği bir tayfölçerde ayrıştırdılar, Biyologların ziyafeti’nde krema eşliğinde Balkabağı Jack’in servisini yaptılar! Fasulye Sırığı, dikenli bir bürokrasi böğürtlen çalısı tarafından kurutuldu. Uyuyan Güzel, bilim adamının bir öpücüğüyle uyandı ve onun şırıngasının ölümcül batışıyla göçüp gitti. Alice’e bir şişeden öyle bir meret içirdiler ki, ‘tuhaf ve daha tuhaf’ diye bağıramayacağı kadar ufaldı ve ayna’ya balyozu indiriverip, onu, Kırmızı Kral’ı ve İstiridye’yi binbir parçaya ayırdılar!

"Ray Bradbury, Mars Günlükleri"


 
Massive Attack - Angel

Derinler

bu hep böyledir
aşk gururu yok eder
eskiden masum olan şey
taraf değiştirir
beynimin içinde bir bulut dolaşıyor
her hareketimi gözleyen
aşkın ne olduğuna dair anılarımsa çok derinlerde kaldı...

Günün dinleme önerileri:

- Jeremy Jay "Gallop"
- Band Of Horses "The Funeral"
- Future Islands "Like the Moon"
- Grandaddy "Elevate Myself"
- Bombay Bicycle Club "Flaws"

Günün Filmi:



Flandersui Gae (Havlayan Köpekler Asla Isırmazlar), 2000 Yön: Joon-Ho Bong.

Kent yaşantısının birbirinden kopardığı insanların iç dünyalarını anlatan film, iki ana karakteri köpekler sayesinde bir araya getiriyor. Küçük ama insanın içine işleyen bir ilk film...

İnsan gazozuna maç yaptığı çocukluğunu asla terketmemeli...

Mutlu Pazartesiler...

The Shins - Know Your Onion

8.06.2014

Kış Uykusu Vizyona Giriyor


Nuri Bilge Ceylan’ın 67. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanan son filmi Kış Uykusu 13 Haziran 2014’te vizyona giriyor.

 Kış Uykusu eski bir tiyatro oyuncusu olan Aydın'ın Anadolu bozkırlarının ortasında, yalnızlığın kol gezdiği zamansız bir mekânda, kendisiyle, hayalleriyle, sevdikleri ve taşrayla kurduğu karmaşık ilişkilerine odaklanıyor. İnsana dair her türlü duygunun sınırlarda yaşandığı bir iç dünya savaşı....

 

Acaba anlatabiliyor muyum?


Cahit Zarifoğlu’nun eşi Berat Hanım’a yazdığı bir mektup;

Berat’e

Bana soruyorsun şu resimdekiler kim, diye.

Emin ol kim olduklarını çıkaramadım. Görünüşe bakılırsa mutlular. Fakat insanlara tavsiyem şudur ki, nasıl “zenginin parası, parasızın çenesini yorarsa”, başkalarının mutlu görünümü, insanı kendi mutlu olma imkanını, kabiliyetini görmekten alıkoymamalı. Filmler, resimler birer hayaldir. Başka insanların dış görünümleri de bizi aldatmasın. İnsan kendi mutlu olma imkanını görebilmeli. Mutluluksa filmlerin, romanların içinde değil, kendi yaşadığımız basit hayatın içindedir. Ve önemli olan yaşanılan “an”dır. Onu ibadet, sabır, anlayış, tevazu ve merhamet ile anlamlı hale getirmek mutluluğun ta kendisidir. Yoksa deniz kenarında fotoğrafçılar tarafından düzenlenmiş bir mutluluk tablosu sahtedir ve bazı saf kimselerin duygularını istismar etmekten başka bir şey ifade etmez.

Acaba anlatabiliyor muyum?

Cahit


 
The Cure - A Letter To Elise

Coffee and Cigarettes


- Sigara kullanıyor musun?
- Sadece içerken...

Oasis - Cigarettes & Alcohol

6.06.2014

Dothraki dilini öğrenmek isteyen


Game Of Thrones dizisinde Dothrakilerin kraliçesi olan ‘Khaleesi‘, Dothraki dilini konuşuyor. Bu dili öğrenmek isteyenler için internet üzerinden dil dersi veren ‘Living Language‘, 7 Ekim’den itibaren Dothraki dili kurslarına başlayacağını açıkladı. Kursta da, öğrencilerin bu ‘yapay‘ dili hızla öğrenebilmesi için CD’ler ve kitapların yanı sıra bir cep telefonu uygulaması olacak. Dersi, bu dili yaratan dil bilimci David J. Peterson hazırladı. CD’leri seslendiren kişi de bizzat Peterson olacak.

Ne diyelim sadece diziyi izlemek beni kesmek diyenler ve eşe dosta hava atmak isteyenler için yeni bir fırsat.

London Grammar - Devil Inside(INXS Cover)

5.06.2014

Tiananmen Katliamı


Dün Tiananmen olaylarının yıldönümüydü. Çin elbette kendine yakışır! bir baskıcı tutumla meydanda çok büyük güvenlik önlemleri aldı. Kulağa çok tanıdık geliyor! Sadece olaylarda hayatını kaybedenlerin akrabalarına, polis kontrolünde yakınlarının mezarlarını ziyaret etme izni verildi. Hükümet sosyal medyaya büyük bir sansür uyguladı. 'Tiananmen', 'Öğrenci Hareketi', '25'inci yıldönümü', '4 Haziran' gibi kelimeler Twitter'dan kaldırıldı. Asıl en komik olanı ise; o dünyaca ünlü 'tankları durduran adam' fotoğrafını paylaşamadıkları gibi, fotoğraftaki tankların yerine sarı plastik ördeklerin yerleştirildiği fotoğraflar Pekin'in gazabına uğramış. Çin genelinde 'sarı ördek' kelimelerinin internette aranması yasaklandı. İşte korku böyle bir şey. Sahi Çin dünya ekonomisinde kaçıncı sırada? Bildiğim kadarıyla üst sıralarda. Demek ki ekonomi rakamları demokratik olmaya yetmiyor..

Peki neler olmuştu o meydanda. 15 Nisan 1989'da öğrenciler, aydınlar ve işçilerden oluşan eylemciler meydan da işgal eylemi başlattı. Çin hükümeti, 4 Haziran'da eylemi bir vahşetle bastırdı. İnsanların üzerine gerçek mermiler ile ateş açıldı. Pekin ölü sayısının 300 civarında olduğunu söylese de gerçek rakamın 2 bin ile 3 bin arasında olduğu söyleniyor.

Ama özgürlük bu... Özgürlük, yakanı hiç bırakmayan hayallere sonunda teslim olmaktır....

Joe Strummer & The Mescaleros - Redemption Song

25. Ankara Film Festivali başlıyor


Ankara kültür ikliminin en önemli parçalarından biri olan Ankara Film Festivali bu akşam başlıyor. Festivalde dünya sinemasının ilgi çekici örnekleri kadar, Ulusal Yarışma bölümünde Türk Sineması'nın en yeni yapımlarına yer veriyor. Festivalde; Richard Linklater imzalı 'Boyhood', Andrzej Wajda filmi 'Walesa', Kanada'nın dahi çocuğu Xavier Dolan'ın 'Tom at the Farm'ı, Polonya sinemasının dikkat çeken yönetmenlerinden Pawel Pawlikowski'nin çeşitli festivallerde toplam 16 ödül kazanmış filmi 'Ida' ilk aşamada dikkat çeken yapımlar.

Elbette Festival sadece bunlarla sınırlı değil. Belgesel ve kısa film yarışması, Tanıklar, En Kısa Festival, Romanya Belgeselleri, Ulusal Belgesel Forumu, Romen Sineması, Avustralya Genç Sineması, Çocukların Festivali gibi bölümler meraklılarını bekliyor.

Ne diyelim "Bir mucizedir sinema...."


25. Ankara Uluslararası Film Festivali Uzun Teaser from Ankara Film Festivali on Vimeo.

4.06.2014

Alfred Eisenstaedt


Savaş sonrası ülkesine dönen Amerika'lı bir askerin New York'un ünlü Times Meydanı'nda bir hemşireyi öptüğü fotoğraf 2.Dünya Savaşı'nın bitişini simgeleyen en ünlü karelerden birisiydi. Alfred Eisenstaedt'in çektiği siyah-beyaz fotoğraf Life dergisinde yayımlanmış, kahramanların kimliği uzun süre ortaya çıkmamıştı. 

Eisenstaedt, 1. Dünya Savaşı'nda 1916'dan 1918'e kadar Alman ordusunda görev yaptı, bacaklarından yaralandı. Tutkuyla bağlandığı fotoğrafçılıkta gittikçe ustalaştı. Özellikle 1930'ların başlarında 35 mm Leica makinesiyle bir çok anı ölümsüzleştirdi. Hitler'in iktidara giden yolculuğunun en önemli şahitlerinden biriydi. Almanya'nın işgali sonrası Amerika'ya gitti ve Life dergisinde çalışmaya başladı. Eisenstaedt'ın çalışmaları sayıca çok ve çeşitlidir. Kralların, diktatörlerin, sinema yıldızlarının portrelerinin yanı sıra, sıradan insanları günlük yaşamları içinde görüntülediği duyarlıklı yapıtları da vardır. Haber fotoğrafçısının yapması gereken işi "olayı anlatan anı bulmak ve yakalamak" olarak tanımlamıştır.










I Know Leopard - Hold This Tight
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...