20.12.2017

The Godfather of Turkish Punk


Türkiye’nin kültürel iklimi ve müziği içerisinde eritebilme yeteneği zaman zaman bizim için alabildiğine mutluluk verici süprizlere gebe olabilir. Yeni yetme bir rockçının Cem Karaca’nın da rockçı olduğuna delalet eden bir iki plağı dinlediği ve Erkin Koray’ın yaptığı şeyin arabesk mi yoksa rock mı olduğunu kendi kodlarıyla çözmeye çalıştığı bir evrede “abi üzerinde punk rock” yazan bir 45’lik buldum” şeklinde bir ifade karşısında vereceği tepkilerin aynısını 90’ların ilk yarısında ben de göstermiştim.

Kulağıma ilk çalınanlar o meşhur “Dişi Denen Canlı”-“Mesela mesele” adlı 45’lik plağın kasete çekilmiş haliydi. Gayet funky bulduğum ve sözleri itibariyle (özellikle “böyle güzele bakmak ayıp değil der eskiler” bölümünde) Türkiye’li kavrayışın keyfine vardığım bu şarkının, hemen akabinde punk rock sınıflandırmasına daha yakın duran “Mesela Mesele”yi dinledim ve bu ülkenin geçmişine olan inancımın geleceğine karşı olanından çok daha fazla olduğu bir döneme adımımı attım.

Bu ilk 45’lik özellikle 1989 yılında çıkan Bulutsuzluk Özlemi’nin Uçtu Uçtu albümü (ki albümün çıkış sloganı "Türkiye’de Rock Vardır" idi) ile ülkemiz müzikseverlerinin hayal gücüne vurulmuş ketin bireysel maceram bazında kaldırılmasına yardımcı olması bakımından da hayatımda müstesna bir yere sahip oldu. Gençliğini 90’larda yaşamış ve 2000’lerde de yaşamaya devam etme niyetinde olan ben ve kuşağımın şaşkınlıkla dolu girizgahından biraz uzaklaşıp şöyle bir Çığrışım’ın seyir defterini karıştırırsak kuşaklar arasındaki kopuşun ve Tünay Akdeniz’in müzik icrası yoluyla olmasa da Türkiye’deki rockçı taifesinin yaşamında “abi rockçı” olarak üstlendiği işlevi görme imkanı olacaktır.

Müziğin grup ile icrasının kollektif bir emeğin ürünü olduğu önkabulüne sahip olmakla birlikte Çığrışım’ın yaşam çizgisinin bütününe bakıldığında bir grup kimliğinden ziyade Tünay Akdeniz’in dönüşümüyle birlikte kadro ve sound açısından farklılaşmalara uğramış bir mütemmim cüz görmekteyiz. 1967 yılında Karabük Sanat Enstitüsü ekibinde davulcu olarak Milliyet Liseler Arası Müzik yarışmasına katılan Akdeniz, 1968 yılında üniversite öğrenimi için İstanbul’a gelir ve 1970 yılında Çığrışım Folk 4’lüsü grubunu kurar. Grubun ilk kadrosunda Tünay Akdeniz 12 telli gitar ve saz çalıp vokal yaparken, Mithat Coşkun, 12 telli gitar, vokal, saz, flüt; Şinasi Bakıcı:kaşık; Mehmet Gün ise tumba çalıyordu.1970 yılında Coşkun Plak etiketiyle yayınlanan ilk 45’likte “Yaklaş Yaklaş” (vokal: Mithat Coşkun) - Çığrı Oyun Havası (enst) - Karsa Giderim Karsa (vokal:Mithat Coşkun) - Karpuz Kestim Yiyen Yok (vokal: Tünay Akdeniz) şarkıları yer almaktaydı. Kadronun kullandıkları enstrümanlardan da anlaşılacağı üzerine grup dönemin Dönüşüm, Türeyiş, Ajlan ve 3 Ozan gibi Anadolu Pop’un folka yakın duran kesitinde yer alıyordu.


Bu kadro bir süre sonra dağılır ve yerini Atilla Ceyhan ve Çığrışım Folk adlı gruba bırakır. Söz konusu grup aslen Atilla Ceyhan (gitar ve vokal) ve Tünay Akdeniz'in (davul) ortak projesi durumundadır. Nitekim plaklarda da bu ikiliye stüdyo müzisyenleri eşlik etmiştir. Ritm 68’den Rıza Silahlıpoda orgda, aynı orkestradan Talat Kurter bassta ve Celal Kara flütte yer almış. Bu ekip 1972 yılı içerisinde “Dadduk-Karacaoğlan 9/8” adında bir 45’lik plak yapar. Dadduk (Tatlı), Tünay Akdeniz’in bir bestesiyken Karacaoğlan 9/8 tuhaf bir biçimde Karacaoğlan sözlerinin monte edildiği bir Yunan bestesidir. Tıpkı Bang Bang’in Cem Karaca yorumu olan Bir Anadolu Hikayesi, James Last vari bir Bach üzerine Halit Kakınç’ın söylediği Mevlana 75 gibi....

1972 yılındaki bu plak denemesinden sonra uzun 1975 yılına kadar Tünay Akdeniz ismi pek duyulmaz.1975 yılına kadar uzanan bu süre içerisinde Led Zeppelin ve Slade başta olmak üzere rock’ın muhtelif kanalları üzerinde irdelemelerde bulunur ve gerçek anlamda ilk Tünay Akdeniz 45’liği ortaya çıkar: SALAK. Hey dergisinde argoyu müzikte kullanan Slade’in izinden giden bir grup olarak tanıtılır artık üzerinde folk ibaresi olmayan Çığrışım.

Bu yeni Çığrışım Tünay Akdeniz’le birlikte Kenan Yavuz’un ortak projesi görünümündedir. Her şarkının sözlerin haricinde birer vecize de plağın kapağını süslemektedir. Örneğin SALAK için: “İhtiyar salaklar da vardır, genç salaklar da. İhtiyarlar yalnız biraz daha AKILLIDIR.” vecizesine yer verilmiştir. Grup, o dönem için müziğinin yanısıra sözleriyle de aradan sıyrılan bir duruşu temsil etmektedir. Nitekim dönem, Anadolu Pop devrinin tamamen kapanıp, kentsoylu şarkıların üretilmeye ve sokak müziğinin ilk tuğlalarının yerine konmaya başlandığı bir zamandır.

Akdeniz ve Yavuz, Bülent Ortaçgil’in “Benimle Oynar mısın” uzunçalarını yaptığı, şarkı yazarlarının “Edalı pullu gelin” haricinde kelam etmelerinin gerekliliğine vardıkları, daha doğrusu şarkı yazarı olma yoluna gittikleri bir dönemde manifesto gibi bir 45’lik yapmışlardı. Bu bağlamda, hem SALAK, hem de Aşkın Tarifi’nde argonun rahat kullanımı ve ülkemizde Bunalımlar’dan o zamana dek kimsenin cesaret edemediği “kötü çocuk” misyonunun sahiplenilmesine şahit oluyoruz. Öte yandan bu duruş ortaya konulan sanat ürünü bazında kendini gösterirken, grubun sahne performansı alanında aynı iddiayı devam ettirmediği, daha doğrusu dönemin basınında konser bazında kendilerinden bahsettirmediklerini görüyoruz.

Kent Plak’tan Nazmi Şenel prodüksiyonuyla yayınlanan bu 45’liği, yine aynı şirketten çıkan “Eskidenmiş – Niçin Seni Seviyorum” adlı bir başka plak izler. Bu plakta davul, vokal ve ritm gitarda Tünay Akdeniz, solo gitarda Kenan Yavuz, bassta Bülent Dokur Grup Çığrışım’ın kadrosunu oluşturmaktadır. İnsani değerlerin erozyonundan dem vuran bir protest çalışma olan “Eskidenmiş”i bir rockn’roll standartı üzerine yazılmış Türkçe sözlerden oluşan “Niçin Seni Seviyorum” izler. Kent plak dönemi kapandığında, Grup Çığrışım, Tünay Akdeniz ve Çığrışım adını alarak, grubun bağımsız firması “Pardon” çatısında grubun son ve en çok ses getiren 45’liğini 1978 yılında yaparlar. “Dişi Denen Canlı - Mesela Mesele”... Plağın kapağında PUNK-ROCK yazısı, grubun daha önce Erkin Koray’ın konser bazında işlediği (Fitaş Hard Rock konseri-1974) ekol vurgusunun ilk kez bir plak üzerinde yer alması bakımından alışılmamış bir dışavurumdur.

Tünay Akdeniz ve Çığrışım “Dişi Denen Canlı”nın sexist sözleriyle beylik teenager formlarına tutunurken, bir yandan da dönemin politize ortamının dışında eğlenmesini bilen bir grup olabilmenin tadını çıkarıyorlardı. O dönemde gayet politik bir duruşu temsil eden özellikle Clash gibi sol eğilimli grupların temsilciliğini üstlendiği punk rockın ülkemizde kendini ifade ettiği sözlerin batıdakinden farklı boyutlarda kendini üretmesinin arkasında Asya tipi sol kültür üretiminin olduğu pekala söylenebilir. Böyle bir ortamda diskoteklerle pek ilgisi olmayan bir türün şarkısı her halde zıddıyla kaim olabilmek için,

"Bir de diskotekte gör bak,
Böyle bir güzele bakmak,
Ayıp değil der eskiler."


gibi sözlerle Türkiye deneyimini yaşayabiliyordu. Öte yandan, Hakkı Bulut’un bile politize olduğu bir dönemde görünüşte gayet zararsız olan şarkılarının sözleri, TRT tarafından “basit olduğu” savıyla denetimden geçmez. Bunun üzerine Tünay Akdeniz, Uğur Değirmenci’nin (Dişi Denen Canlı) ve kendi şarkı sözlerinin (Mesela Mesele) arkasında durarak TRT’yi Danıştay’da dava eden ilk sanatçı olur. Ancak askerlik gelir ve müzisyen onurunu ortaya koyduğu mücadelesine devam etmeye fırsat bulamadan sivil platformdan uzaklaştırılır.


Askerlikten döndüğünde ise artık müzisyen olarak faal olmamakla birlikte, gençlere Led Zeppelin, Queen, Status Quo ve giderek Metallica, Anthrax, Iron Maiden albümlerini kasete çeken rockçı ağabey konumundadır. Önceleri Üsküdar’daki dükkanında, daha sonra Karabük’teki evinde kaset kaydı yaparak gençlerle heyecan alışverişini kesmez ve 80’lerde yaşanan bellek kopuşunun keskinleşmesini bir ölçüde önleyen köprü simalardan biri olur.

Aynı yıllarda gençliğini yaşamış pek çok insandan farklı olduğunu 1987 gibi gereksiz bir senede yeni doğmuş olan kızı Beste Banu’ya yanılmıyorsam Iron Maiden T-Shirtü giydirip çektiği fotoğrafını Hey Dergisine göndererek ölüme ve çürümeye yüzünü dönmüş olan Türkiye’li ortalamanın dışında bir yol çizdiğini deklare eder.

Bugünün Tünay Akdeniz’i evli, 2 çocuk babası, Safranbolu’da gitar çalıp oldies tarzı şarkılar söyleyen, emekli ve 1978’den bu yana birikmiş bestelerini CD yapma gibi hayati özlemleri olan yeniyetme bir ağabey. Zayıf hafızalı zihinlere bu kez kendini internet üzerinde muhtelif forum sayfalarına bırakılmış mesajlarıyla yeniden hatırlatıyor.
Plaktan olsun, korsan CD veya kaset kaydı üzerinden olsun şu zamanlar Tünay Akdeniz’i dinlemek ve onun sergüzeşti özelinde yapmak isteyip de yapamadığımız herşeyi hatırlamak için bulunmaz fırsatlar ihtiva ediyor. Dinleyin keza o sizi de anlatıyor.

"Münir Tireli"

Ve sonunda Türkiye’nin ilk punk sanatçısı olarak görülen Tünay Akdeniz’in 70’li yıllarda yaptığı kayıtlardan oluşan "The Godfather of Turkish Punk" isimli albüm, Ironhand Records etiketiyle raflardaki yerini aldı.

Bu Dünya Kimin?


Hayvanın, bitkinin alıcısı doğru düzgün çalışıyor, insanın ki bozuluyor sürekli, kaçıncı defadır aynı durum tekrarlanıyor, vazgeçecek dünya sizden, toplu iptale uğrayacaksınız. O alıcı, dünyayla uyumlu yaşayın diye konmuş kafanızın içine, yirmiden fazla kıyamet koptu, nevri dönecek, fazla müsamaha gösterdi, kapatın petrol kuyularını, dünya bizim de yurdumuz, inip soluklanıyoruz kemiklerimizin başında, kanı mıdır, yağı mıdır çekip yakıyorsunuz, boru hatları, fabrikalar, kömür havzaları, maden işletmeleri... Kapatın hepsini, yüz sürün toprağına, gönlünü alın dünyanın, zehir şehirleri kurdunuz üstünde...

"Latife Tekin"

80'ler ve 90'lar Arası Çıkmış En Güzel 20 Albüm


80'ler ve 90'lar arasında yayınlanmış ve zamanla değerini asla yitirmeyen albümler. Kime göre, neye göre diyorsanız. Elbette bu kişisel bir liste. Müziğin en güzel yanlarından birisi de her bünyede farklı bir etkisi olması. İşte o albümlerden 20 tanesi.

The Smiths - The Queen Is Dead


Joy Division - Closer

The Cure - Disintegration


Pixies - Doolittle


The Stone Roses - The Stone Roses


INXS - Kick


The Jesus and Mary Chain - Psychocandy



Depeche Mode - Music For The Masses


Violent Femmes - Violent Femmes


- The Cure - Pornography

- Sonic Youth - Daydream Nation

- New Order - Power, Corruption & Lies

- R.E.M - Murmur

- My Bloody Valentine - Isn't Anything

- The Smiths - The Smiths

- The Human League - Dare

- Roxy Music - Avalon

- Cocteau Twins - Treasure

- The Clash - Sandinista!

- Dead Kennedys - Fresh Fruit For Rotting Vegetables


18.12.2017

5 PAZARTESi ŞARKISI


Günlerden yeni bir Pazartesi. Bugün 5 şarkılık listemizde geçtiğimiz cuma günü kaybettiğimiz Ali Tekintüre var. 67 yaşında hayata gözlerini yuman Ali Tekintüre, yüzlerce hit olmuş şarkının söz yazarıydı. Tanrım Beni Baştan Yarat, Dilek Taşı, Sürünüyorum, Kırılsın Ellerim, Duyar mısın Feryadımı, Ne Fayda, Anadan Ayrı, Baharı Bekleyen Kumrular Gibi, Senden Vazgeçmem, Birisi, Kaderi Ben Mi Yarattım, Evlat, Aldana Aldana, Beklemek İbadet Kalmak Zulümdür, Her Saat Başında, Tiryaki, Acı Gerçekler, Hepsi Geçer, Seni Yakacaklar, Canım Dediklerim, Benim İçin Üzülme, Elimde Fotoğrafın, Kahrolayım, Ümitlerim Bitince Gel, Gurbet Yolu, Akşamcı, Güldür Yüzümü, Tövbe Ettim, Aklı Yok, Bir Kadın Tanıdım, İkimizden Bir Kalmadı, Sevmez Olaydım, Hangimiz Sevmedik... gibi derin izler bırakan şarkıların sözleri ona aitti. Ali Tekintüre için arabesk müziğin gizli kahramanı dersek yanlış olmaz sanırım. 2009 yılında Ali Tekintüre şarkıları Fairuz Derin Bulut'un diri rock soundu ile buluşmuş "Arabesk" isimli güzel bir albüm yayınlaşmıştı.

Müzik yazarı Murat Beşer'in söylediği gibi; "Radyoların cızırtılı yayınlarla minübüslerin içindeki milyonlara seslendiği, Unkapanı'nın en bereketli zamanlarında çıkardığı kasetlerle girmediği ev, sokak ve semtin kalmadığı zamanlardan baki kalan Ali Tekintüre şarkıları."

Müziğin hiç susmaması umuduyla hepinize Mutlu Pazartesiler...

Gülden Karaböcek - Sürünüyorum



Bülent Ersoy - Baharı Bekleyen Kumrular Gibi



Bergen - Benim İçin Üzülme



Müslüm Gürses - Hangimiz Sevmedik



Gülden Karaböcek - Dilek Taşı



BONUS: Fairuz Derin Bulut - Seni Yakacaklar

12.12.2017

Evrenin Hakimi Adam


Frida Kahlo, yetenekli bir sanatçının ötesinde zorlu bir yaşam hikayesinin başrolünü oynamış bir karakterdir. Aslında buna yaşam hikayesi yerine 'yaşam mücadelesi' dersek daha doğru olur sanırım. Bu güçlü kadının hayatında yaşadığı ilk travma altı yaşında geçirdiği çocuk felci sonucunda bir bacağının engelli kalmasıydı. Frida’nın kendi tabiriyle hayatında “iki büyük kaza” vardır. Bu kazaların ilki onu yatağa mahkum etmiştir. 18 yaşında geçirdiği bir trafik kazası bütün hayatını değiştirdi. Okuldan eve dönerken bindiği otobüsün tramvayla çarpışması sonucu, tramvayın demir çubuklarından birisi Frida'nın sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkmıştı. Kazadan sonra çocuk sahibi olamayacağını öğrendiğinde hayali oğlu Leonardo için bir doğum belgesi bile hazırlar Frida Kahlo. İkinci büyük kaza ise Diego’dur. Aşık olduğu adam.  Komünist, Ressam Diego Rivera. Rivera, Meksiko City'de San Carlos Güzel Sanatlar Akademisinde öğrenciyken bir öğrenci olayı sonrasında okuldan atılmış, bir süre İspanya ve Paris'te yaşamış ve Picasso, Modigliani gibi sanatçılarla dost olmuş, 1921'de ülkesine geri dönmüştü. Kendisinden tam yirmi bir yaş büyüktü Diego Rivera. İki kez evlenmişti, çocukları vardı. Çapkınlığı ve sadakatsizliği ile bilinen bu çirkin adamda bir şeytan tüyü vardı. Herşeyin ötesinde  Diego Rivera çok yetenekli bir sanatçıydı. Belki de bu ikilinin arasındaki bu derin tutkusunun sırrı sanata duyulan bir aşktı. Aralarındaki aşka bir isim bile konmuştu "bir güvercin ile filin aşkı."


Şimdi hikayemize dönersek. Kapitalizmin en büyük babalarından biri olan Nelson Rockefeler, 1932'de Diego Rivera'nın bazı mural çalışmalarını gördükten sonra Rockefeller Center bünyesindeki RCA Binası için bir mural yapmasını teklif etmişti. Rivera başta daveti reddetmiş ancak 21.000 dolarlık bir teklife ikna olmuştu. Resmin yapılacağı duvar binanın lobisinde, girişin tam karşısında 17 metre yükseklikte ve 63 metre uzunluğundaydı. Rockefeller, resim için temayı yol ayrımında, geleceğin seçimine umutla ve geniş bir vizyon ile bakan insan olarak belirlemişti. "Kavşaktaki Adam" ismiyle 1933 yılında muralin çalışmalarına başlanmıştı. Yeri geliyor Rivera günden 20 saat bu eser üzerinde çalışıyordu. Elbette çoğu zaman yanında eşi Frida Kahlo oluyordu. 24 Nisan 1933'de New York World Telegram gazetesi komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle murale saldıran bir makale yayınladı. Bu makalenin yayınlanmasından sonra Diego Rivera resme Lenin'in portresini ekledi. Elbette bu tepkiler sonucunda Rockefeller sanatçıdan Lenin portresinin kaldırmasını istedi. Ama Diego bu isteği reddetmiştir. Bir hafta sonra Diego iskele üzerinde çalışırken şirket yetkilileri yanlarına güvenlik görevlilerini alarak ona bir mektup ve bir çek uzatarak işe son vermelerini istediler. Çekle 14.000 dolarlık bir rakam ödenmiş, mural paneller ile kapatılarak halkın görmesi engellenmiştir. Şubat 1934'de parçalanarak ortadan kaldırılmıştır.

Bütün bu olayların yaşanacağını sezen Diego asistanı Lucienne Bloch'tan gizlice murali fotoğraflamasını istemişti. Rivera 1934’te Lucienne Bloch’un çekmiş olduğu bu siyah beyaz fotoğrafları referans olarak kullanarak, aynı tabloyu “Man, Controller of the Universe" olarak yeniden adlandırmış ve Meksiko City’deki “Palacio de Bellas Artes” Güzel Sanatlar Sarayı’nda daha küçük bir ölçekte ve bazı ufak tefek değişikliklerle yeniden gerçekleştirmişti.  

Aşağıdaki videoda bu duvar resmi hakkında daha detaylı bir anlatım mevcuttur.


Gitmek


Bitince, çekip gitmeli. Uzatmalarda gol atma hayaline kapılmadan, sessizce, efendice terk etmeli sahayı. İster bir iklim, bir şehir, ister bir aşk, bir insan, ister bir savaş, bir inanç olsun; yenilince, tüketince direnmemeli. Bırakıp gitmeyi, yaşanmış olanın güzelliğini korumayı bilmeli.

"Oya Baydar"


 

Tantana'nın Kahvesi


İstanbul’un en eski semtlerinden biri olan Rami’de ‘Tantana Mustafa’, nam-ı diğer Mustafa Kurtuluş'un, 70’li yılların başından 80’li yılların ortalarına kadar işlettiği ‘Tantana’ isimli Türkiye’nin ilk rock cafesi. Bir anlamda İngilizlerle özdeşleşen "pub" geleneğinin Rami'deki "rock" versiyonu. Rock cafelerin daha isminin geçmediği bir zamanda, bir semt kahvesini rock kültürünün filizlendiği ve yoğrulduğu bir mekana çeviren Tantana Mustafa, müdavimlere pikaptan Led Zeppelin ve Deep Purple gibi gruplar dinletirmiş. Ayrıca kendisininde Türkiye’nin en iyi gitaristlerinden birisi olduğu söylenir.

Hardal grubunun hikayelerinde de adı geçen 'Rami Sound'un efsane kahvesinde öncelikli unsur müzik; sonra çay, kahve, tavla, satranç olarak sıralanıyormuş. Bir dönemin kurtarılmış bölgesi için Mustafa Kurtuluş, "Hiç kimse aç kalmadı, hiç kimse zengin olmadı," diyor.

5.12.2017

Vicdan


Litost, başka dillere çevrilmesi olanaksız Çekçe bir sözcüktür. Adamakıllı açılmış bir akordeon gibi sonsuz bir duyguyu, başka birçok duyguların birleşimi olan bir duyguyu anlatır: Hüzün, acıma, pişmanlık ve özlem. Sözcüğün ilk hecesi, terk edilmiş bir köpeğin sızlamasını duyuracak biçimde uzun ve güçlü bir biçimde vurgulanır.

Türkçe'de de buna benzer bir sözcük vardır aslında. Vicdan. Edebiyattan, sinemaya, günlük hayattan içimizdeki en karanlık koridorlara iyi ve kötü arasındaki ince çizgi. TDK'ye göre Vicdan;  Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç'tür. Aslında vicdanın net bir tanımını yapmak çok zordur. Vicdan, adalet, sevgi, saygı, acıma, dürüstlük, empati gibi birçok sözcüğü içinde barındırır. Bir tür adalet terazisi olarak kişisel hesaplaşmalara yataklık eder. Bu yüzden sürekli olarak bilinci uyarır, uyumaz. Tanrısal bir güç olarak herşeye şahit olur, yeri gelir tanrıyla hesaplaşır. Vicdan insanın son sığınağıdır. Kalbe en yakın, naif, kırılgan, insanı insan yapan içimizdeki son romantiktir.

Vicdan, bu modern denilen çağda ihtiyacımız olan en büyük nimettir aslında. Hayvanlara, kadınlara, doğaya, geleceğimize ve dünyaya karşı en acımasız şiddetin yaşandığı bu zaman diliminde en büyük eksikliğimiz. Kalabalık şehirlerde, apartman daireleri arasında sıkışmış büyük yalnızlığımızda temposu gittikçe düşen vicdanımızın sesine kulak verelim. Birazcık olsun vicdanımız sızlasın, ruhumuz üşüsün...


4.12.2017

5 PAZARTESİ ŞARKISI


*Fotoğraf: Lorenzo Meloni, 2013 Lübnan

Bugün günlerden yeni bir Pazartesi. 5 şarkılık listemizin konusu ise sevdiğim müzik insanlarının yayınlamış oldukları yeni şarkılar. Ne diyordu hisli bir yazar;

"Ev kuşuyduk biz. Radyo dinlerdik, çay içip bisküvi yerdik, bu da yetmezdi bisküvimizi çaya batırırdık: Gülüşümüzün bütün dişleri tamdı da gençliğimizin üç dişi eksikti."

Müziğin ve vicdanlarımızın hiç susmaması umuduyla. Hepinize Mutlu Pazartesiler..

Django Django – In Your Beat



El Perro Del Mar – Fight For Life



The Fratellis – Stand Up Tragedy



Teleman - Bone China Face



Björk - Blissing Me

20.11.2017

5 PAZARTESİ ŞARKISI


Bugün günlerden yeni bir Pazartesi. Beş şarkılık listemizin konusu ADA Müziğin 10. yılına özel 1996 yılında çıkarmış olduğu "Sular Yükseliyor" albümünden seçtiğim şarkılar. Memleket tarihindeki en güzel toplama albümlerden bir tanesi olan Sular Yükseliyor "Yüksek Dinlenecek Ondört Türkçe Rock Şarkısı" manifestosunu albümün kapağına kazımıştı.  

Albümün önsözünde ise şunlar yazıyordu. "ADA'nın 10. yılında müzik endüstrisi Türkiye'de hızla gelişiyor. Hergün yeni bir 'sanatçı' yaratılıyor. Müzik kanalları, radyo istasyonları, büyük müzik marketler pıtrak gibi çoğalıyor. Ve artık "Unkapanı Plakçılar Çarşısı"ında dev yapım şirketleri var. ADA, bunlardan biri değil; olmayı da düşünmüyor. Çünkü müziğin bir seri üretim ve gündelik tüketim nesnesi olmasını kabul etmiyor. Her geçen gün tekdüzeleşen, birbirine benzeyen pop, arabesk, fantazi gibi türlerle ilgilenmiyor. ADA imzasını taşıyan albümlerin kalıcılığını önemsiyor. Varolanı reddeden, unutulanı unutturmayan, gelenekselle geleceği bugünde birleştiren bir müzik arşivi yaratmayı hedefliyor. Bu nedenle 'rock' ADA koleksiyonunun önemli bir alt başlığı. Çünkü rock, "cesur ve yeni bir dünya için verilmiş sözdür". Çünkü rock, "ötekileri" korkutuyor. Onların canlarını sıkıyor. Onlara çevrelerinde suların yükseldiğini, yakında iliklerine kadar ıslanacaklarını söylüyor. Ve çünkü rock, "bugün kaybeden elbet yarın kazanacak" diyor ve "bugün en önde giden yarın sona kalacak".

Bir bilgenin dediği gibi "Yolculuk etmek, çok işe yarar, düş gücünü çalıştırır. Gerisi yalnızca düş kırıklığı ve yorgunluktan ibarettir."

Ülkeler, şehirler, sokaklar, müzikler, kitaplar, insanlar ve aşk'lar. Yolcuğunuz hiç bitmesin. Hepinize Mutlu Pazartesiler...

Kumdan Kaleler - Evde Yoklar




İstasyon - Yeminin Mi Var



Kesmeşeker - Tut Beni Düşmeden



Mor ve Ötesi - Yalnız Şarkı



Nekropsi - Crying Game



BONUS: Kramp - Lan N'oldu

17.11.2017

Music From The Penguin Cafe


Bugün tozlanmayan albümler köşesinde 1976 yılına uzanıyoruz. The Penguin Cafe Orchestra grubu 1970'lerin en özgün albümlerinden birine "Music From The Penguin Cafe" ismini vermişti. Sürreal albüm kapağı ve yerleşik müzik kalıplarını hiçe saymasıyla albüm müzik tarihinin en özgün çalışmalarından birisi olmuştur. Grubun kurucusu Simon Jeffles, Fransa'da yediği balıktan zehirlendikten sonra rüyasında bu grubu kurması gerektiğini görmüştü.

3 yıllık bir sürede kaydedilen 45 dakikalık bu albüm caz, avangart, barok ve pop unsurlarıyla destansı enstrümantal bir yapıya bürünüyordu. Albüm'ün ilginç bir yönü ise grubun kariyerindeki tek vokal performansı olan 'Milk' şarkısının bu albümde yer almasıydı. Üstelik bu vokal performansı sadece tek sözcükten oluşuyordu. Bir aşk ilişkinin görkemli hikayesini anlatan muhteşem isimli "The Sound Of Someone You Love Who's Going Away And It Doesn't Matter" şarkısı grubun yaptığı müziğe özet tadında bir giriş dersek yanlış olmaz sanırım. 


16.11.2017

Avustralya'nın En Sevilen Sahte Şairi


Edebiyat tarihinin en ilginç olaylarından bir tanesi 1940'lı yıllarda Avustralya'da yaşanmıştı. Ernest Lalor Malley, ülke tarihinin en ünlü şairlerinden biri olarak bilinir. Aslında Malley hiçbiri anlamlı olmayan sadece 16 adet uydurma şiir yazmıştır. İşin aslına dönersek, Malley ismi, genç ama muhafazakar iki Avustralyalı şair James Phillip McAuley ve Harold Frederick Stewart tarafından, modern Avustralya şiiri karşısında duydukları öfke ve bu akımın ateşli savunucularından Angry Penguins dergisi editörü Max Harris'e bir ders vermek amacıyla uydurulmuştur. Her ikiside ordu mensubu olan McAuley ve Stewart, Malley'in şiir antolojisini canlarının sıkıldığı bir gün sadece çevrelerinden gördükleri neslelerden türetmişlerdir. Örneğin;

"Bataklıklar, Çamurlu Topraklar, Ariyet Çukurları ve,
Durgun suyun hizmetini sunduğu o diğer yerler,
Değil miydi bizi besleyen."

dizeleri sivrisinekler hakkındaki bir Amerikan ordu raporundan alınmıştı. İkili tarafından kurgulanan sahte bir kızkardeş, Temmuz 1943'de genç yaşta tiroidden öldüğü iddia ettiği ağabeyinin şiirlerini dergiye gönderdi. Editör Harris derginin 1943 Sonbahar sayısında "Kararan Güneş Tutulması" başlığı altında bu şiirlere yer verdi. Hatta hızını alamayarak Ern Malley'i şair Dylan Thomas'a benzeterek övgüler yağdırdı.

25 Haziran 1944'te Sunday Sun gazetesi ikilinin sözde şairi ve şiirlerini nasıl kurguladıklarını detaylı bir biçimde itiraf ettikleri bir yazı yayınladı. Bunun üzerine bizim meşhur editörümüz yandı gülüm ketan helva ama olsun diyerek, ikilinin bilinçsiz de olsa güzel şiirler yazdığını iddia etti.

Gerçek edebiyat ölmez, seksenler unutulmaz diyerek son sözü Paul Engemann kardeşimize bırakıyoruz... O zaman dans...


En Canlı Müzik


Yıl 1982. Barış Manço ve Kurtalan Ekspres, Almanya'da yayınlanan Bio'nun İstasyonu programına konuk oluyor. Programda mekan olarak eski bir tren istasyonu kullanılıyordu. Barış Manço canlı performansları öncesi programın sunucusu ile keyifli bir sohbet yapıyor ve ardından Hal Hal icra ediliyordu. Bir tren vagonunda canlı olarak çalınan parçada özellikle basta Ahmet Güvenç ve klavyede Kılıç Danışman adeta döktürüyordu. Canlı müzik nedir sorusunun cevabı gibi bir performans. Ne varsa eskilerde var diyerek tekrar o günlere dönüyoruz... 


2.10.2017

5 PAZARTESİ ŞARKISI


 "İnsanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. Olmak istedikleri ama olamadıkları 'kişi'yi anlatırlar."

Yusuf Atılgan

Günlerden yeni bir pazartesi aylardan Ekim. Arafta olmak misali bir yanımız sonhabar, bir yanımız kış. Bugün 5 şarkılık listemizin konusu birbirinden değerli müzisyenlerin hayatlarının bir döneminde yaşamış olduğu ilginç anılar ve bazı şarkıların öyküleri eşliğinde o müzik insanlarından seçmiş olduğum şarkılar. 

Hüzünlü bir kadının söylediği gibi: "Huzurlu olmayı öğreniyorum, kendi yanıma uzanmışım sessizce."

Hepinize Mutlu Pazartesiler...

Cem Karaca ve Apaşlar - Oy Bana Bana

Yıl 2003. 6-7 Eylül tarihlerinde Coca- Cola (Captain Fantastic filminde geçen doğru ifadesiyle zehirli su) Türkiye'de ''Rock'n Coke'' adı altında bir festival gerçekleştireceğini duyurur. Bir anlamda Amerikan emperyalizminin en önemli simgelerinden biri olan bu markanın bir festival gerçekleştireceğinin duyulması üzerine, Türkiye'deki barış yanlısı gençler bir ''karşı festival'' fikri ile "Rock Şişede Durmaz" sloganı ile Barışa Rock'ı düzenlemeye karar verirler. Bazı kesimlerin itirazına rağmen festivalde yer alması düşünülen isimlerden biri de Cem Karaca'dır. Festival günü Cem Karaca evde huzursuz. Eşine "gelmezler bu adamlar" diyerek bir taraftanda biraz demleniyor. Aksilik bu ya o gün Cem Karaca'yı almaya giden araba yolda arızalanıyor. Ama bir şekilde Cem Karaca'yı alıyorlar ve sahneye çıkıyor. Konser sırasında bir ara sahneden düşüyor. O esnada konseri izleyen yaklaşık 10.000 kişi de büyük bir sessizlik. Hemen görevliler müdahale ediyor ve Cem Karaca tekrar sahneye çıkıyor. Seyirciler hep bir ağzından "Cem Baba sen bizim her şeyimizsin" sloganının atmaya başlıyor. Usta sanatçı bir bakıyor ki başından hiç çıkarmadığı şapkası yok. O kargaşa esnasında muhtemelen şapka bir yerlerde düşüyor. Cem Karaca seyicilere dönerek "Şapka nerde ya, muhtemelen Uzan grubundan birisi almıştır." diyor. Hikayenin aslı ise o dönem Cem Karaca Star gazetesinin seslendirmesini yapmış ama parasını vermemişler. 



Neşet Ertaş - Ah Yalan Dünya

Bu anı için sözü Kalan Müzik'in sahibi Hasan Saltuk'a bırakıyoruz. Sene 2000. Kurduğumuz güven ilişkisinin de etkisiyle ikna oldu sanırım, Harbiye Açıkhava'daki konsere. Kulisteyiz. Neşet heyecandan titriyor. Bir duble rakı vermeye yeltendim, istemedi. "Hasan, bizimkiler dışarıda mı?" diye sordu. Sanıyor ki konsere sadece İstanbul'da yaşayan Kırşehirliler gelmiş. "Abi yok" dedim, "Bak şu perdenin kenarından, kimler var." Üniversite öğrencilerini, her yaştan insanı, o tıklım tıklım kalabalığı görünce istedi, önce kabul etmediği o dubleyi.

Bir de, "Senden bir ricam var, bizimkiler, bir ceplerinde konyak şisesi, bir ceplerinde tahta kaşıklar dışarıda bekliyorlardır. Garibanlar bilet alacak parayı bulamamıştır, benim paramdan kesin, garipleri içeri alın" dedi. Kapının önüne çıktım, 80-100 kişilik bir grup, aynen onun dediği gibi çimenlerde oturuyor. Zaten konser de, onlar girdikten sonra başladı esas.

Şener Şen'le, Arif Keskiner de oradaydı. Kırşehirliler kaşıklarla oynamaya başlayınca, korumalar engellemeye çalıştı önce. Şener'le Arif korumaları devreden çıkarınca, Neşet'in de keyfi yerine geldi. İşte o konserle yeniden barıştı Türkiye'yle. Bir yandan albümler, bir yandan Türkiye'nin her yerinden konser teklifleri... Buraya yerleşme kararı aldı sonunda.




Taner Öngür - Kara Kız

Değerli müzisyen Taner Öngür'ü Moğollar'ın bascışı olarak tanıyoruz. Taner Öngür geçtiğimiz ay 'Elektrik Gramofon' isimli bir plak çıkardı. Sadece 250 adet basılan plağın neredeyse tamamı bir günde Kadıköy Plak Günlerinde satıldı. Şu an plak tükenmiş durumda ve yeni bir baskısı bekleniyor. Hikayemize gelirsek; Taner Öngür askerliğini yaptıktan sonra, 1980 askeri darbesi öncesi Almanya Frankfurt'a gidiyor. Kaldığı mekan 1968 öğrenci hareketleri sırasında işgal edilmiş on katlı meşhur bir İşgal Evi. Her katında on oda bulunan binanın bir komitesi var ve demokratik bir işleyiş düzeniyle ortak kararlar alınıyor. Bir nevi kominal bir yaşam alanı. Binada kimler yok ki. Anarşistler, punklar, hippiler, yeşil hareketin doğuşunda yer alan aktivistler. Taner Öngür ve arkadaşlarından oluşan dört kişilik Türk grubuna en üst katta yer veriliyor. Türkiye'de darbe olduğunu o binada kalan kişilerden öğreniyorlar. Bu sırada işgal evinin birçok konuğu oluyor. Hatta bazı okullardan öğretmenler, öğrencilerini yanlarına alarak evi gezdiriyorlar. Taner Öngür ve arkadaşları bu ziyaretçiler için bir odada müzik yapıyorlar. Herkesin korktuğu hatta işgal evinde kalanların bile yaklaşmaya cesaret edemediği ve her eylemde hep en ön safta yer alan yaklaşık 100 kişilik Berlinli bir punk topluluğu bizim Türklerin en iyi arkadaşı oluyor. O dönemde Frankfurt Havalimanı'nı büyütmek için orman kesilmek isteniyordu. Malum yaşanan atmosfere paralel olarak işgal evi fazla mesai yapıyordu. Gösteriler, eylemler, konserler. Bu nedenle kaldıkları bina sık sık polis tarafından kuşatılıyordu. O kuşatmalarda kim hangi enstrümanı bulursa pencerelerden polise karşı ses'li bir tepki veriyordu. Bizimkilerde bu tür kuşatmalarda davul ve zurna ile Alman polise karşılık veriyormuş.




Frank Zappa - Montana

Şimdi sözü Frank Zappa'ya veriyoruz:

1971 kışıydı, Stockholm'deydik. İki konser vermiştik. Salondan çıkarken iki oğlan durdurdu beni. Çılgın bir fikirleri olduğunu, onlara katılıp katılmayacağımı sordular. Küçük kardeşleri Hannes, ertesi gün okulu olduğu için konsere gelememişti. Birlikte eve gitseymişiz, ben Hannes'in odasına girip 'sen bana gelmeyince ben sana geldim' diyerek onu uyandırsaymışım. Peki dedim, şehrin 20 kilometre dışındaki evlerine gittik. Hannes'i uyandırdım. Tahmin edilebileceği gibi, çok şaşırdı. Annesiyle babası da yataktan kalkıp geldiler. Çok hoş insanlardı. Sabah 5.30'a kadar mutfakta oturup politika konuştuk.




Kesmeşeker - Metin Kurt Yalnızlığı

Metin Kurt. Türk futbolunun aykırı ismi. 1971-73 yılları arasında üç kez üst üste şampiyon olmuş Galatasaray takımının sağ kanattaki yıldızıydı Metin Kurt. Aynı zamanda altı yıl boyunca aralıksız olmak üzere 26 kez de milli formayı sırtından çıkarmamıştı. Bir zaman Türkiye Kupası’nda Galatasaray finale çıkıp da futbolcu primleri ödenmeyince, Metin Kurt dört arkadaşıyla beraber idmana yarım saat geç çıktı. Kulübün menajeri tarafından futbola anarşi sokmakla suçlandı, sonra da futbolun patronlarıyla yıldızı hiç barışmadı. Bir sonraki sezon sözleşmesi kendisine sorulmadan, normalden düşük bir paraya uzatıldı. Çoğunlukla kadro dışı bırakıldı, pirimleri ödenmedi. Oynadığı maçlardaysa iki devreyi iki ayrı kanatta, kendi ifadesiyle “sahanın yöneticilere uzak, halka yakın bölgelerinde” oynayarak doldurdu. Sonraki süreçtede Kayserispor’a satıldı. 2.Lig’deki Kayserispor’da da göze batmaya devam etti. Maden-İş grevinde sendikaya destek olmak için halktan para topladı, hatta metal fabrikasında işe girdi. Bir dönem basına demeç verme yasağına çarptırıldı. Yasağa uymayınca da kadro dışı kaldı. Fakat işçiler o kadar baskı yaptı ki, yönetim cezayı geri almak zorunda kaldı. İşte o Metin Kurt bir anısı şöyle anlatıyordu:

İzmir'de Polonya'yla milli maçımız vardı. Bu maç yöneticiler için de halk için de çok önemli bir maçtı. Çünkü o maçta kazanırsak bir moral kaynağı olacaktı halka. Ve o maçı biz 1-0 kazandık. Maçtan sonra halk bindiğimiz otobüsü neredeyse omzuna alacak, öylesine çoşkulu. O sırada pencereden dışarı bakıyorum ben, bir baktım bir çocuk kalabalığın arasından fırlayıp geldi. Zıplaya zıplaya otobüse vuruyor, Metin Abi! Metin Abi! diyor bana, diyor ayakkabının bağını verir misin. Şimdi ben ne yapayım napayım derken bizim otobüs hareket etti. O sırada baktım ki çocuğun ayakları çıplak. Ya çıplak bir çocuk bizden ayakkabı bağı istiyor. Ondan sonra düşündüm. Dedim ki; abi biz ne işe yarıyoruz acaba? Biz bu işi yapıyoruz da kimin için yapıyoruz, kimin yararına yapıyoruz?




BONUS: Captain Fantastic - Sweet Child O' Mine

Finali yazımda bahsi geçen Captain Fantastic filminin o muhteşem sahnesi ile yapalım. Film yaşadığımız çağa, bize dayatılan dünya düzenine dair o kadar güzel mesajlar veriyordu ki. Geleceğimiz olan çocukların eğitimi ve bilinçli olarak yetiştirilmesi ne kadar önemli bir konu aslında. Özetle fikri hür, vicdanı hür, kula kulluk etmeyen yeni nesillere ihtiyacımız var.  Müziğin, sanatın, edebiyatın, vicdanın, özgürlüğün, aklın, zekanın ve bilim ışığının hiç sönmemesi umuduyla...


25.09.2017

5 PAZARTESİ ŞARKISI


*Yukarıdaki fotoğraf Bob Dylan'ın 1963 tarihli "The Freewheeling'Bob Dylan" albümüne ait. Fotoğrafta Dylan o zamanki kız arkadaşı Ruze Rotolo'yla meşhur olduğu Greenwich Village'da yürürken görülüyor.

Mevsim değişiyor, günler kısalıyor. Hazan mevsiminden kışa doğru bir yolculuğa başladık. Geride bırakılan bir yılın muhasebesi eşliğinde elbette yine müzik diyoruz. Bugün 5 şarkılık listemizin konusu birbirinden ünlü müzisyenlerin hayata, kendilerine ve insanlığa dair söylemiş olduğu sözler eşliğinde, o müzik insanlarından seçmiş olduğu şarkılar.

Müziğin hiç susmaması umuduyla: "Hepinize Mutlu Pazartesiler." 

Bob Dylan - Blowin'In Wind

"Bir kurtarıcı ya da peygamber olmayı hiç istemedim."

Bob Dylan



Nick Drake - River Man

"Müzik yapmakla başka bir şey arasında  gayet doğal bir bağ olduğunu bulabilseydim, o zaman başka bir şey yapmaya başlayabilirdim."

Nick Drake




Leonard Cohen - Lover, Lover, Lover

"Şarkı sözü yazmak özünde bir kur yapma sürecidir, kadın avlamak gibi bir şeydir. Çoğu zaman zor bir mücadeledir."

Leonard Cohen



David Bowie - Heroes

"21.yüzyılın başlangıcı yetmişlerdeydi."

David Bowie



The Cure - One Hundred Years

"Ben pop müzik değil, Mahler'in senfonileriyle eşdeğer müzik yapmamız gerektiğini düşünüyorum."

Robert Smith



BONUS: Fikret Kızılok - Leylim Leylim

"1960'lı ve 70'li yıllar bizler için dünyayı değiştirebiliriz umuduyla geçen gençlik yıllarıydı. Kendimizi ifade etmemizin dışa vurumu şarkılarımız, türkülerimiz, öykülerimizdi. İlericiydik, haklıydık, aceleciydik. İklimi uymadı çağımızın, başka bahara kaldı işimiz. Aldandık, anlattık. Doğal ki usanmadık ama uslandık. Elleriyle tutmasın ateşi diye dingin şarkılar yeğledik çocuklarımıza."

Fikret Kızılok


31.07.2017

5 PAZARTESİ ŞARKISI


Bugün beş şarkılık listemiz için tam 40 yıl öncesine 1977 yılına gidiyoruz. Punk'ın 1976 yılında müzik hayatımıza girmesiyle, birçok grup bir yıl sonra adeta punk sahnesini işgal etmişti. Zaten punk basit bir çözüm yolu sunuyordu: "Bir gitar kap ve kendini ifade et." O zaman 1977 yılında çıkan albümlerden seçtiğim şarkılar ile müzik yolculuğuna başlayalım.

Müziğin hiç susmaması umuduyla, hepinize Mutlu Pazartesiler..

The Clash - White Riot

Punk denince isimleri hep haksızca hep Sex Pistols'ın ardından anılan The Clash, punk'ın yıkılıcılığından ziyade, sivri dilli şarkıları ve akılda kalıcı müzikal yapısıyla dikkatleri çekmiştir. Joe Strummer, Mick Jones ve Paul Simonon bu 14 şarkılık çıkış albümlerini sadece üç haftada kaydetmişti. Albümün en özel yanlarından biri kuru gürültü slogan çığırıcılığı yerine farklı müzik türlerini, kendi sound'larında birleştirmesiydi. Özetle bu albüm sadece punk etiketi altında ezilmeyen bir grubun doğuşunu müjdeliyordu.




Wire - Three Girl Rhumba

Pink Flag hala punk'ın demirbaş albümlerinden biri kabul edilir. 21 şarkıyı 30 dakika gibi bir süreye sığdıran bu albüm kısa ve öz müzik nasıl yapılır sorusunun cevabı gibidir. Pink Flag bu albümle punk rock şablonunu aşırı uçlara taşıyordu. Daha sonraki albümlerinde post-punk'ın etkisi daha fazla hissedilen Wire zaman zaman tekrar bir araya gelip sessiz sedasız albümler yayınlamaya devam ediyorlar. Ayrıca Elastica grubunun 1994 tarihli Connection şarkısında Three Girl Rhumba'yı kullandığını dip not olarak belirtelim. Serdar Ortaç kardeşimizinde 1997 tarihinde yaptığı! Nereye şarkısında Elastica'nın 2:1 şarkısını arakladığını başka bir dip not olarak belirtelim.



Talking Heads - Psycho Killer

New York'ta İskoç kökenli David Byrne önderliğinde kurulan Talking Heads, özellikle canlı performansları sayesinde CBGB camiasının en çok seyirci toplayan gruplarından biriydi. 1977 yılında yayınlanan Talking Heads:77 albümü funk, punk ve disko müzik unsurlarını çok başarılı bir şekilde aynı potada eriyordu. Zaten ünlü müzik dergisi Rolling Stones onları Peter Gabriel'la birlikte 1977'nin en umut verici yeni grubu seçmişti. Psycho Killer şarkısı bir rivayete göre ünlü seri katil Ted Bundy'den ilham alınarak yazılmıştır. 




Suicide - Ghost Rider

İşte müzik tarihinin iki kişilik dev kaotik orkestrası. İlkel bir davul makinası, Martin Rev'in fuzz efektli orgu ve Alan Vega'nın blues haykırışları. Brookklyn’li Alan Vega ve Bronx’lu Martin Rev ikilisinden oluşan Suicide ucuz aletlerle rockabilly ve elecktronik müziği muhteşem bir şekilde harmanlayarak kaotik deneysel seslere ulaşıyorlardı. Bu kaotik ses harmonikasını Alan Vega’nın karanlık vokali ve nihilist bir sahne şovu bütünlüyordu. 1977 tarihli bu ilk albüm Dadaist akımın etkisi altında hipnotik bir sound sunuyor bizlere. Bu bağlamda dar anlamda punk sınırları, geniş anlamda tanımsız çizgi ötesi bir galaksiden yaşam hakkında kısa hikayeler anlatıyordu. Bütün bunlara kanlı bıçaklı imgelerle dolu bir albüm kapağını eklediğiniz zaman ortaya zamansız bir müzik çıkıyordu. Yıllar sonra MIA'nın Ghost Rider'ı Born Free isimli şarkısında kullandığını hatırlatalım. 




Television - Marquee Moon

Television CBGB camiasının ticari anlamda an başarısız grubuydu. 1977 tarihli  Marquee Moon kısa bir tanımla benzersiz bir gitar albümüydü. 1960'lara sırtını dayamış bu albüm özellikle eleştirmenler tarafından çok beğenildi. Albüme ismini veren 11 dakikalık Marquee Moon şarkısı ise bu herifler neler yapmış diyenler için uzun bir özet tadında. Müzik tarihinin yeterince hakkı verilmemiş gizli hazinelerinden biri Television olurdu diyerek konuyu kapatıyoruz.




BONUS: Sex Pistols - God Save The Queen

Her ne kadar müzikal anlamda doyurucu bir zenginliğe ulaşamamış olsalarda punk tarihinin özeti tek bir şarkı olsa sanırım God Save The Queen olurdu.  Ülkenin yaşadığı on yıllık huzursuzluk içinde, gri sokaklarda dolaşan işsizler ordusu, gülmeyi unutmuş bir toplum ve Sex Pistols'un bacak arasına attığı sert bir tekme. Sözlerinden, klibine, piyasaya sürülme zamanına kadar tek kelimeyle punk. 1976 sonbaharında 'No Future' adıyla yazılan şarkının ilk demosu Ocak 1977'de yapılmış ve God Save The Queen adıyla kraliçenin tahta çıkışının 25.yıl kutlamalarının arifesinde , 'alternatif milli marş' olarak piyasaya çıkarılmıştır. Şarkı gördüğü tepkiler üzerine plak şirketi tarafından toplatılmış, grupla yapılan sözleşme de feshedilmiştir. Fakat Mayıs 1977'de kraliçenin gümüş yılı kutlamalarından bir ay önce tekrar piyasaya sürülen şarkı, BBC ve medyanın sansürüne rağmen listelerde birinci sıraya oturmuştu. Bir ulusun gençliğinin öfke ve acı dolu yıllarının özeti...


19.06.2017

5 PAZARTESİ ŞARKISI


Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla – ha düştü, ha düşecek –
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.

"Can Yücel"

Bugün günlerden yeni bir Pazartesi. Beş listelik şarkımızın konusu Babalar Günü'ne ithafen babalı şarkılar. Müziğin hiç susmaması umuduyla;

Hepinize Mutlu Pazartesiler.


Cat Stevens - Father and Son



Fikret Kızılok - Ama Babacığım



Mogwai - My Father, My King



Cem Karaca - Baba



Nekropsi - Baba



BONUS: Son şarkımız bir başka babadan. Arabeskin babası Müslüm Gürses söylüyor. "Hangimiz Sevmedik"

22.05.2017

Hüzün ve Şiddet


Gitar parçalama rutini kaza eseri başladı. Kopenhag’da çalarken beni sahneden aşağı çektiler. Her şey harika gidiyordu. Gitarımı sahneye fırlatıp sahneye geri atladım. Gitarımı yerden aldığımda ortasında bir çatlak oluşmuştu. Tepem attı ve lanet şeyi parçaladım. Seyirci çıldırdı -’kayıp akort’u bulmuştum sanki. Bu sadece gösteri amaçlı değil, izah edemeyeceğim bir duygu. Annen baban seni izlemediğinde içinden geleni yapmak gibi…


İçimdeki kötü parçaların dışavurumu belki. Yani ne kadar tatlı ve sevimli olursan ol, derinde bir yerde kara ve çirkin şeyler var. Ben benimkileri sahnede dışavuruyorum, böylece kimsenin canı yanmıyor. Bu, seyircinin de yararına. Sistemlerindeki bütün o şiddeti açığa çıkarıyoruz. Biz şiddet içeren müzik çaldığımızda onların içindeki şiddet de açığa çıkar. Bunu birbirimizin kafasını patlatarak yapmayız, ipeksi bir şiddettir bu daha çok. Yani, hüzün de şiddet içerebilir...

Sıfırdan Başlamak: Benim Hikayem "Jimi Hendrix"

16.05.2017

Postmodern hayatın fon müziği: Boards Of Canada


İskoçya'nın kuzey sahillerinden pastoral bir yaşam formunun modern hayata yansımış muğlak hallerinden biri Boards Of Canada müziği. Marcus Eoin ve Michael Sandison ikilisinden oluşan Boards Of Canada'nın yapmış olduğu müziğin net bir tarifi olmasada şöyle tanımlamayı deneyelim: Brian Enovari ambiant melodilerin, deneysel down tempo ritimlerle süslenerek IDM müziğin hippie hali. Post-apocalyptic düşler.

Eoin ve Sandison ikilisi henüz çocukken müziğe ilgi duymaya başlamışlar. Hatta Sandison henüz dokuz yaşında bir grup kurup kendince sintisayzırlar ve davulla deneysel müzik yapmaya girişmiş. Grup ismini ise National Film Boards Of Canada isimli bir film yapımcısı bir şirketin yaptığı belgesel ve film müziklerinden etkilenerek almış. BOC'nın ilk resmi çalışması kendi plak şirketleri olan Music 70'ten çıkan "Twoism" isimli albüm. Özellikle İngiltere'de Phoenix Festivali'inde Autechre öncesinde yaptıkları açılış elektronik müziğin kutsal mekanı Warp Records'ın dikkatini çekmişti.



Warp etiketiyle yayınladıkları "Music Has The Right To Children" akıllara durgunluk veren bir çalışmaydı. Albümü ilk dinlediğim anı hatırlıyorum da. Bu eşsiz müziği tarif etmeye bir tanım bulamamıştım. İskoçya'nın rüzgarlı kıyılarında yankılanan o sesler ruhuma işlemişti.

Bir şehir efsanesine göre BOC müziklerinin içinde işleyen gizli bir algoritma ile dinleyicilere bir takım mesajlar veriyorlarmış. Kimbilir belki de o harika albümlerin büyüsüne kapıldığımıza göre bunda bir gerçeklik payı olabilir.

15.05.2017

5 PAZARTESİ ŞARKISI


Bugün 5 şarkılık listemizin konusu en kutsal varlıklarımızdan biri olan Anne'ler. Anne çocuk ilişkisi babaya göre daha duygusal bir bağ içeririr. Çünkü onlar babalar gibi duygularını içine gömüp, kaçak dövüşmezler. Bütün sıkıntılarını, dertlerini, acılarını, sevinçlerini annelerle paylaşmak güzeldir. Gidersin ona sımsıkı sarılırsın ve o an herşeyi unutursun...

Murat Menteş yıllar önce yazmış olduğu bir yazıda ne diyordu;  

“Neden böyle oldu? Türkiye’de niçin her yerde erkekler boy gösteriyor? Hep erkeklerin sesi duyuluyor. Memleketin üç tarafı testosteron deniziyle çevrili sanki. Burası bir yurt yuva mı, yoksa çakal panayırı mı? Bir anne tembihine, nine nasihatine, bacı öğüdüne, sevgili ikazına, bir kadın tebessümüne, jestine, sesine hasret kaldık. Türkiye’nin gök kubbesinde hoş seda filan yok. Böğürtüler, hırıltılar, zırıltılar yankılanıyor. Bu artık erkek egemenliğinden öte bir şey. Herif tahakkümü, hödük tasallutu, hanzo taziri. Kadınların gülümsemediği bir ülkenin erkekleri cesur olamaz…”

Son olarak bilim insanlarının yapmış olduğu araştırmalara göre erkekliği belirleyen Y kromozonu ölüm sürecine girmiş durumda. 5 milyon yıl içinde de tamamen yok olacağı belirtiliyor. 3 milyon yıl önce Y kromozomu üzerinde bin 400 gen bulunduğunu, ancak günümüzde gen sayısının 45'e indiğini açıklanıyor. Yani Y kromozonu giderek kısalıyor. İngiliz bilim adamı Bryan Skyes'in "Kadınla karşılaştırıldığında birçok eksiği bulunan erkek, genetik bir çöp" yorumu ise erkeklere son darbeyi vuruyor.

O zaman son söz yine müzikte olsun. Hepinize Mutlu Pazartesiler...

Yaşar Kurt - Anne



Umay Umay - Şeker Anne



3 Hürel - Ağlarsa Anam Ağlar



Zeki Müren - Annem



Ahmet Kaya - Hani Benim Gençliğim



BONUS: John Lennon - Mother

8.05.2017

5 PAZARTESİ ŞARKISI


Günlerden yeni bir Pazartesi ve yine müzik diyoruz. Bugün 5 şarkılık listemizin konusu "isimli" şarkılar. Elbette bu katagoriye giren tonlarca şarkı olabilir. O yüzden benim seçtiklerim ilk aklıma gelenler diyerek konuyu kısa kesiyorum. İnsanoğlu doğuyor, sonra bir ismi oluyor ve garip bir hayat yolculuğuna çıkıyor. Kimisi insana yakışır bir şekilde hayat sürüyor, kimisi rezilce dünyayı kirletiyor. Ne diyordu Bilge Karasu bir kitabında; 

"Biz zamanlar kediymişim ben Haluk. Sonra, herhalde kediler arasında işlenebilecek en büyük suçu işlemişim ki dünyaya bir daha gelişimde insan olmak cezasına çarpılmışım."

Çevremizi ve kalplerimizi temiz tutmak umuduyla, hepinize Mutlu Pazartesiler...

Seyyal Taner - Leyla

"Mecnunun dilinden dinledi bütün dünya
Leyla Leyla diye inledi bütün dünya
Zamandır bu değişti
Ne çöl kaldı ne sahra
Kendine mecnunsuz bir yol seçti Leyla..."

Seyyal Taner, pop müziğin sahne kısmını bütünüyle dolduran nadir yorumculardan birisi oldu. Birbirinden önemli müzisyenler ve dansçılarla çalıştı. Onun için bu ülkenin Tina Turner'ı desek yanlış olmaz sanırım. Bu şarkı Seyyal Taner'in 1986 yılında yayınladığı Leyla ismini taşıyan ikinci albümünde yer alıyordu. Sözleri ve bestesi Olcayto Ahmet Tuğsuz'a ait olan şarkı, klasik Leyla ve Mecnun hikayesine modern bir yorum katarak feminist mesajlar içeriyordu. "Artık devir değişti tabi Çelik'de değişti." Pardon yanlış şarkı, doğrusu şöyle olacaktı. "Mecnunu unuttu zamana uydu Leyla..."



Grup Vitamin - İsmail

"İsmail mutfakta biri mi var?"

İsmail için, bir dönem fırtına gibi esen Grup Vitamin'in en bilinen şarkısı desek yanlış olmaz sanırım. Babasının ismi İsmail olan nice yurdum genci, her babalarına kızdıklarında evlerde bu şarkı yankılandı. İnternet çağının yükselişe geçtiği dönemlerde yine girişimci yurdum insanı, açtıkları internet kafelerin ismini "İs-mail" şeklinde yaratıcı bir çözümle şenlendirdiler. Güzel günlerdi. Burası çok kasıyor MSN var mı?




MFÖ - Ali Desidero 

İşte nev-i şahsına münhasır bir kişilik Ali Desidero. Mahallenin bıçkın delikanlısı Ali Desidero, farklı kulvarlarda yarışan bir kıza abayı yakar. Ali kıza bir klark çeker kahvedekiler ıNıNıN derler ve olaylar gelişir. Sonuç mu? Bu işler narin bugün olmaz Ali belki yarın... 




Khaled - Aicha

Bir dönem çok popüler olan Rai müziğin önemli temsilcilerinden biri olan Khaled, 1980'lerde Cezayir'de parlamış, dünya çapındaki ününü ise 90'lı yıllarda Fransa'da yakalamıştır. Aicha isimli bu romantik şarkıda Khaled, eşsiz bıyıkları ve davetkar gülüşü ile hayatının kadınına telekinetik mesajlar gönderiyordu. "Gel evimin kadını ol." Elbette yurdum sanatçıları da bu şarkıya kayıtsız kalmadı. Mutaf isimli Nicolas Cage'e benzeyen dokturumuz şarkının üzerine türkçe sözler yazarak eseri millileştirdi.




Sezen Aksu - Sultan Süleyman

Süleyman Türk müzik tarihinde şarkılarda çok kullanılan bir isim oldu. Barış Manço 'Süleyman', Fikret Kızılok 'Süleyman Hep Başbakan' diye şarkılar yaptı. Sezen Aksu olaya biraz farklı bir boyuttan bakarak Bu dünya ne sana, ne de bana kalmaz diyerek fani dünyaya selam çaktı. Sözleri Aysel Gürel'e, bestesi Onno Tunç'a ait olan bu klasik yıllar sonra Mabel Matiz tarafından tekrar yorumlandı.




BONUS: İlhan İrem - Ali Veli Maria

Ali tamam, Veli'de yabancı değil ama Maria kim? Gizli bir aşk üçgeni mi? Gizemli yaşamı ve fanatik hayran kitlesiyle bir efsane olan İlhan İrem, Ali Veli Maria diyerek sanırım dünya vatandaşlığına ve insanlığa dikkat çekiyordu. İlhan İrem albümlerinde genellikle şöyle bir not olurdu;

Sevecenler, İrem Bağı'na gönderdiğiniz bütün mektuplar, İlhan İrem tarafından okunmakta ve sanatçının özel arşivinde saklanmaktadır. İlhan İrem, seslenişlerinizi mutlaka yanıtlayacaktır. Işık ve Sevgiyle...

O zaman son söz olarak; sevecenler başka şarkılarda tekrar karşılaşmak umuduyla ışık ve sevgiyle kalın. Seslenişleriniz mutlaka cevaplanacaktır.


3.05.2017

Anadolu Pop


Herşey 1964 yılında Yugoslavya'da düzenlenen Balkan Melodileri Festivali ile başladı. Türkiye adına yarışan Erol Büyükburç, Tanju Okan ve Tülay German'dan oluşan ekip, milli orkestra eşliğinde türkülerimizi batı enstrümanlarıyla yorumlayarak birincilik kazandılar. Festivalde Tülay German'ın söylediği Burçak Tarlası'nın büyük beğeni kazanması üzerine plak olarak basıldı ve çok iyi satış rakamlarına ulaştı. Bu süreç bizim topraklara ait yeni bir müzik türünün doğuşuna neden oldu. Yerli melodilerin batı enstrümanlarıyla yorumlanan bu türün isim babası ile Moğollar oldu. "Anadolu Pop"


1.05.2017

5 PAZARTESİ ŞARKISI


Bugün 1 Mayıs. İşçi ve Emekçi Bayramı. 5 şarkılık listemizin konusu günün anlam ve önemine uygun şarkılar. Unutmayın ki insan emeği dünya üzerindeki en kutsal değerlerden bir tanesi. Fakat günümüzde çivisi çıkmış bozuk düzen yüzünden emek, sevgi, saygı gibi değerler ayaklar altına alınıyor. İnsanların sömürülmediği, hakkın, hukukun ve adaletin hüküm süreceği bir dünya umuduyla şöyle diyelim: "Sevgi neydi, sevgi EMEK'ti !"

Müzik hiç susmasın, hepinize Mutlu Pazartesiler... 

Cem Karaca - Tamirci Çırağı

Cem Karaca bu şarkı ile sınıfsal çatışma kadar, karşılıksız bir aşkın hikayesini anlatıyor. Tamirci çırağı arabasını tamire getiren zengin kıza bir bakışta vurulur. Ama bir araya gelmeleri asla mümkün değildir. Sınıfsal farklılıklar, karşılıksız aşk geriye tek bir şey kalıyor zaten. İşçisin sen işçi kal.




Alpay - Fabrika Kızı

"Makinalar diken gibi batar her gün kalbine, yün örecek elleri her gün ekmek derdinde..."

Söz ve müziği Bora Ayanoğluna ait olan Fabrika Kızı, Alpay'ı meşhur eden şarkı olarak bilinir.  Aslında Fabrika Kızı bir dönem şarkısıdır. 80'li yıllarda yaşanan hızlı sanayileşme ve ucuz iş gücüne doğru alınan yol. Fakat Neo Klasik İktisat'çılara inat fabrika kızı hayal kurmaya devam eder, tüm insanlar gibi...



Cem Karaca - Yoksulluk Kader Olamaz

"Yoksulluk kader olamaz kader değildir
firavunlar bile böyle gaddar değildir."

1977 tarihli Cem Karaca ve Dervişan imzalı Yoksulluk Kader Olamaz, hem sağlam bir progressive rock albümü olması hem de politik sert sözleriyle dikkat çekiyordu. Gerçekten yoksulluk bir kader midir?



Cartel - Hani Bana Para

"Herkesin aklındaki tek şey para
İnsanlık bile döndü karaborsaya
Var da ona, buna, sana
Yok mu bana?
Şimdi kes tantanayı
Hani bana para?"

İlk parayı kim buldu? Bize öğretilen tarihe göre ilk madeni parayı Lidyalılar kullandı. Moğol kağanı Kubilay Han ise madeni para yerine kağıt parayı cebren kullanmaya zorladı. Sonrası çorap söküğü gibi devam etti. Para için yaşayan, para için tüm değerleri ayaklar altına alan yozlaşmış bir dünya düzeni kuruldu. Kıtanın biri açlıktan ölürken, bir diğer kıta yedikleri fazlalıklardan kurtulmaya çalışıyordu. Oysa ki bu dünya kimseye kalmıyordu. Ne sultanlara, ne fivavunlara ne de karunlara. Yaşadığı tüm şehri mezarına gömen Çin imparatorlarına bile. Geriye sadece biraz taş ve kemik parçası kalıyor sadece...



Marianne Faithfull - Working Class Hero

Bu John Lennon şarkısı, yeni dünya düzenine isyanın bir marşı haline geldi. Onlarca isim bu şarkıyı tekrar yorumladı. Bu yorumlar içinde en beğendiklerimden bir tanesi  Marianne Faithfull'un yapmış olduğu. Şarkının sözleri ise çoğu entellektüel laf kalabalığından daha vurucu.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...