31.12.2012

2012'nin en iyi yerli albümleri


Turgut Uyar'ın dediği gibi:
Eylül toparlandı gitti işte
Ekim falanda gider işte
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar...

Koskoca bir yıl daha iyisiyle, kötüsüyle tarihe gömüldü gitti. 2012 yılında ülkemizde yayınlanmış yerli albümlerden kişisel bir seçki hazırlamak istedim. Keyifli yolculuklar ve müzik sizinle olsun. Unutmayın iyi müzik gökyüzünü aşar ve hayat kurtarır.

Korhan Futacı ve Kara Orkestra – Pavurya

2004’te Tamburada’da saksafonları çalan Korhan Futacı, 2006’da DANdadaDAN’da hem saksafon hem de vokal görevini üstlendi. DANdadaDAN’ın ardından Korhan Futacı, KFKO’yu kurdu. Ve grup 2010’da kendi adını taşıyan ilk albümünü yayınladı. Bu ilk albüm, hem enstrümanların kullanımı, hem Korhan’ın vokali, hem de albümdeki o depresif hava ile dikkat çeken bir çalışma oldu. İkinci albüm Pavurya Mayıs ayında yayınlandı. 11 şarkıdan oluşan albümün altı şarkısı daha önce akustikhane’deki performanstan ve konserlerden biliniyordu. Albümün son şarkısı Merdiven de, aslında Tamburada’nın bir şarkısı. Albümde enstrümantal olarak yeniden yorumlanmış hali. Elbette albümde en çok dikkat çeken parça bir Nükhet Duru cover’ı olan “Ben Sana Vurgunum.” Albümün genel ruh halini düşünürsek Pavurya’da melodik öğeler artırılmış ve o ilk albümün karanlık atmosferi biraz geri planda bırakılmıştı. Neticede çıtayı biraz daha yükseğe çıkaran Korhan Futacı ve Kara Orkestra beklentileri boşa çıkarmadı. Bu albüm için çok rahatlıkla senenin en iyi yerli albümü diyebiliriz.

Korhan Futacı ve Kara Orkestra - Ben Sana Vurgunum

Kırıka – Yılların Ettiğini


“Yılların Ettiğini” kuşkusuz senenin en keyifli albümlerinden bir tanesi. Salih Nazım Peker, Orçun Baştürk, Erdoğan Türksever ve Özgür Yılmaz’dan kurulu Kırıka, özellikle dizi ve film müzikleri sayesinde adını duyurdu. 2008 yılında yayınladıkları “Kaba Saz” isimli ilk albümleri hafızalarda hoş bir tat bırakmıştı. Kırıka yaptığı müziği “şehirli halk müziği” olarak tanımlıyor. Bu müzik öyle ki sınırları olmayan bir müzikti. Birbirlerinden kilometrelerce uzak coğrafyaların, tarih içerisinde ya eskimiş ve unutulmaya yüz tutmuş müziklerin buluştuğu bir karnaval yeri. 12 şarkılık “Yılların Ettiğini” albümünü çok rahatlıkla “dünya müziği” kategorisine koyabiliriz. Bizlere zorla sunulan, tekdüze ve kulaklarımızda dar bir alana sıkışmak zorunda kalan dayatılmış müziğe isyandır Kırıka’nın yaptığı evrelsel müzik. Bu çoğrafyadan tatlar, kokular, duygular… Hepsi bu albümde…

Kırıka - Keçi Kalesi

Ceylan Ertem – Ütopyalar Güzeldir



İçinden ütopyalar geçen müzisyen Ceylan Ertem “Soluk” isimli ilk solo albümünden sonra bu yıl bizi “Ütopyalar Güzeldir” ile selamladı. İlk izlenim olarak bu yeni albüm, Soluk’taki müzikal dağınıklığın aksine daha derli toplu bir albüm. Ceylan Ertem’in prodüktörlüğünü Cenk Erdoğan’la birlikte üstlendiği “Ütopyalar Güzeldir”in aranjmanları da Cenk Erdoğan’a ait. Sanatçıya bu albümde Ediz Hafızoğlu, Alp Ersönmez, Gökhan Sürer, Murat Çopur, Ertan Şahin, Aslıhan Güngör, Adam Matta gibi müzisyenler eşlik etti. Ceylan Ertem kendi şarkılarının yanı sıra söz ve müziği Mabel Matiz’e ait olan “Cennetin Irmakları” ve Ferhan Şensoy ‘un bu albüme de ismini veren “Ütopyalar Güzeldir” şarkılarını albüme kattı. Ayrıca sözleri Ömer Hayyam ’a ait “Ne Güzel Gün” şiiri Ertem’in müziği ile yeniden yorumlandı.

Ceylan Ertem - Annem Duysa Üzülüyor

Replikas – Biz Burada Yok İken


90’lı yıllar alternatif Türk müzik piyasasının son keşiflerinden bir tanesi kuşkusuz Replikas grubudur. 2000’li yılların başında çıkan debut albümleri “Köledoyuran” batıdan ödünç alınan rock temelli bir müziğe, bu topraklara ait olan değerlerin eklenmesi ile ortaya çıkmış bir çalışmaydı. Elbette bu noktada Türkiye’de alternatif rock müziğin piri sayılacak Nekropsi grubu akla gelecektir. Ama onların yeri bir çok insanın gönlünde çok farklıdır. Kişisel fikrimce Nekropsi müzikal anlamda Türk rock piyasında devrim yapmış bir gruptur.  Replikas’ın altıncı albümleri olan ve Anadolu Rock konseptli  “Biz Burada Yok İken”,  grubun bu toprağın kültürüne ve müziğine olan ilgisinin bir saygı duruşu niteliğindeydi. Albümde yer alan 1965-1975 yılındaki Anadolu Pop bestelerini geçmişteki normlarına sadık kalınarak Replikas müziğine uyarlanması ağızlarda güzel tat bıraktı.

Replikas - Bir Ayrılık Bir Yoksulluk Bir Ölüm

Kafabindünya – Obi


Grubun basın bülteninde şunlar yazar: “Kafabindünya, müzikte deneyler yapmayı seven, post-rock ve noise estetiğinden sinyaller taşıyan kompozisyonlar üreten İstanbullu bir topluluktur. Hipnotik olarak nitelenebilecek sahne performansları ve şaşırtıcı yüksek volümüyle tanınır. kafabindünya’ya göre sıradan sözlü şarkılarla dinleyici, müziği dinlerken kafasında yarattığı hikâyeyi şarkının sözleriyle sınırlamak zorunda kalacaktır. Enstrümantal müzikte ise dinleyicinin kafasında oluşturacağı kurgu sadece şarkının adıyla sınırlanabilir. kafabindünya’nın enstrümantal müzik yapmaktaki amacı da dinleyiciyi bu denli özgür bırakmaktır. Örneğin grubun platonik aşk isimli şarkısını dinleyenler, tamamen kendi kişiliğine ve ruh haline bağlı olarak bu platonik aşk durumunu acı verici bir durum veya hoş bir hissiyat gibi iki ayrı uçta algılayabilirler. Bu da dinleyicinin hayal gücünün sadece platonik aşk ismiyle sınırlanmasındandır.”
 
Yıllardır çıkardıkları demolar ile dikkat çeken,  Burç Tuncer önderliğindeki Kafabindünya nihayet bu sene beklenen o ilk albümlerini çıkardı.  Post-rock türünde Türkiye’de denenmemiş bir işe giren Kafabindünya bu işin içinden başarıyla çıkabileceğini kanıtladı. Eminim yıllar sonra bir nesil, bak bu albüm Türkiye çoğrafyasından çıkmış diyerek hayranlıklarını dile getireceklerdir.

Kafabindünya - Binlerce Özür 

 123 - Lara


123’ün kadrosunun Tamburada ve DANdadaDAN’ın  Korhan Futacı haricindeki elemanlardan oluşuyor olması dikkat çekiyor. Grup iki yıllık suskunluğunu nihayet Şubat’ta yayınladığı ‘Lara’ ile bozdu. Üçlemenin Arve albümünden sonra ikinci ayağı olan Lara; düzenlemeleri, kayıt süreci, aranje ve mastering gibi teknik kısımları ile dikkat çekiyor. Zaten 123′ün de Lara’yı Bodrum’da bakir bir taş evde kaydetmesi, albümün diğer bir ilginç detayı . Kesinlikle üzerinde çok fazla çalışıldığı net bir biçimde hissedilen bir albüm süreci. Belkide insanı rahatsız eden tek yanı, bu tür müziği yabancı eşdeğer gruplardan dinlemeye alışmış insanlar için bir tekrar hissiyatı yaratması. Ama bu söylediklerim kesinlikle “Lara”nın kötü bir albüm olduğunu imasını yapmıyor. Su gibi akıp giden güzel bir çalışma.

123 - So Much To Say 

Mira – Ayda Kahvaltı


İlk albümü "Eve Dönmeliyim"i 2008'de çıkaran, Nada grubundan Miray Kurtuluş ve Portecho'dan tanıdığımız Tan Tunçağ'dan oluşan Mira, ikinci stüdyo albümü "Ayda Kahvaltı" 2012 yılının keyifli çalışmalarından biriydi. Adını ölmekte olan bir yıldızdan alan Mira, yine bu albümde hikayelerini saf melodiler, düşük tempo müzik eşliğinde çarpıcı sözlerle anlatıyor. Özellikle albümün teknik altyapısı ve düzenlemeleri dikkat çekiyor.

Mira - Ayda Kahvaltı

Yasemin Mori – Deli Bando


Bir çok insan tarafından belkide senenin en çok beklenenen albümü oldu Deli Bando. Yasemin Mori’nin, Korhan Futacı ve Barlas Tan Özemek’in katkılarıyla hazırladığı bu albüm, cidden farklılığını hissettiren bir çalışma. 10 şarkılık Deli Bando, “Hayvanlar” albümüne göre sound olarak daha deneysel ve çok daha felsefik sözlerle dikkat çekiyor. Belli ki çok uğraştırmış ama amacına ulaşmış. 
 
Yasemin Mori - Dünya

Senenin bu son gününde hepinize hem Mutlu Pazartesiler hemde Mutlu Seneler. Daha nice pazartesilerde görüşmek dileyiyle.

30.12.2012

Karanlıkta bir kıvılcım


24.bir evden deli gibi birisi fırlıyor. üstüme çullanıyor.
"dostumu öldürdüm abi!" diyor. "sakla beni."
paltomun cebini gösteriyorum. dikişlerinden yağmur girmiş, sabahki yediğim simitin susamları kokan cebimi. girip kayboluyor.
"ismin ne senin?" diye sesleniyorum cebime.
"hidayet"
"neden öldürdün, hidayet?"
"seviyordum be abi!"
"nasıl seviyordun, hidayet?"
"deli gibi be abi! gün onunla ağarıyordu. ben susam helvası satarım abi gündüzleri. cebin de mis gibi simit kokuyor abi. gün onunla ağarır; onunla kararırdı. bir dakkam yoktu onu düşünmediğim. abi, rüyada gbi yaşardım. her laf gelir gider ona dayanırdı. insanlar bana bir laf söylerdi. o ne cevap verebilir, diye düşünürdüm. bir şey alacak olsam o alır mıydı acaba, derdim. bir şey yesem içime sinmezdi. biri yol sorsa o gösterir miydi diye kafama sormayınce ve içimde o yol göstermeyince aptal aptal bakardım. bir güzel şey görsem ona göstermezsem, gösteremediğim için zevk alamazdım güzel şeyden"




"ismi neydi?"
"pakize"
"sonra hidayet?"
"sora abi.. hava kararırdı. susam helvalarını kahveye bırakır, iki bardak şarap içmeye koşardım. afyon mu katardı pezevenk meyhaneci nedir, içer içmez pakize karşıma dikiliverirdi capcanlı, sıcacık."
"sahiden mi?"
"yok be yalancıktan, hülyadan be abi! artık konuşur dururdum be abi."
"sus, gelen var hidayet."
hidayet, paltomun cebinde bir susam tanesi gibi büzüldü.
yağmur dinmişti. ortalık bir parça ağarmış gibiydi.
hidayet cebimden seslendi:
"anlatayım mı ötesini abi?"
"anlatma, yeter bu kadarı."
"peki abi, sustum. nasıl istersen abi. ama anlat beni panco'ya emi?"
"anlatırım hidayet."
"ama ötesi daha kıyak abi."
"ötesini ben uydururum hidayet. sen çık cebimden. palto da ıslandı. ikinizi birden kaldıramıyorum, yoruldum"
"peki abi"
cebimdeki susam pire oldu. fatih camii avlusunun çitlembik ağacının dibine doğru fırladı gitti. karanlıkta bir kıvılcım, kara bir kıvılcım gibi pırıldadı.

"Sait Faik"

Echo & The Bunnymen - No Dark Things

Richard Hawley - Dark Road

29.12.2012

2012′de kaybettiklerimiz: Neşet Ertaş


Serin bir eylül sabahında denizden karaya esen karamsar bir rüzgar misali 25 Eylül tarihinde İzmir’den üzücü bir haber geldi. Büyük saz üstadı, besteci ve söz yazarı “Bozkırın Tezenesi” lakaplı Neşet Ertaş hayatını kaybetti. Her ölüm erken ve her ölüm veda kokar derler. Fakat koca çınarın ölümü yüreklerde derin sızı bıraktı. Bağlama ve türkü denince ilk akla gelen isimlerden biri olan Neşet Ertaş bu coğrafyanın yetiştirdiği en büyük halk ozanlarından biriydi. Doğduğu Kırtıllar köyünde iki ses yükselirmiş hep. Ya biri yoksulluktan ağlar, ya bir diğeri sazının telini titretirmiş. O sazını derin derin ağlatmayı seçti. 1938 Kırşehir doğumlu Ertaş, müzikle Orta Anadolu Abdal Müziği geleneğinin en büyük ustalarından biri olan babası Muharrem Ertaş sayesinde ilkokul yıllarında tanıştı. Önce keman, ardından bağlama çalmayı öğrendi. Babasıyla çocukluğunda düğünlerde saz çalıp türkü söylemeye başladı.



Peki büyük ustayı binlerce saz çalıp, türkü söyleyen diğerlerinden ayıran özelliği neydi. Aslında bu sorunun cevabı çok basit: o yaptığı her çalışmanın içinde samimi ve içten duygularını katıksız bir şekilde yoğuruyordu. Yarım asırdan fazla süren sanat yaşamında, hiçbir zaman medyatik olma gibi bir derdi olmadı, sağ-sol, etnik kimlik ve siyasetlerden bağımsız inandığı değerlerin peşinden ayrılmadı. Tek güvendiği sazı, sözü ve sesiydi. Bu üçü haricinde hiçbir şeyden medet ummadı. Hatta öyle ki Süleyman Demirel zamanında kendisine sunulan ‘devlet sanatçılığı’ unvanını; “Halkın sanatçısı olarak kalmak, benim için en büyük mutluluk” diyerek geri çevirdi. O kendince “içindeki gurbette yaşayan bir garip ozandı.”



Ertaş’ın profesyonel müzik hayatı 1950’li yılların sonunda İstanbul’a gidişiyle başladı diyebiliriz. Bu ilk seyahati Can Dündar’a konuk olduğu bir programda şöyle anlatmıştı. “Cebimde iki buçuk liram vardı. Kırşehir’den Ankara’ya kadar da otobüs iki buçuk lira, ben İstanbul’a gidiyorum. Ankara’da otobüsten indim, çığırtkanın birine gittim dedim ki “ben İstanbul’a gideceğim, param yok”. Elimde sazım var ya, “çal” dedi ben başladım çalmaya… Sırası gelince çığırmaya gidiyor, geri geldiği zaman çal demesine gerek yok, alıştım çalıyorum. Ne zaman vardıysam, ta gece yarısına kadar saz çaldım. En son otobüsün arkasında şöyle bir oyuk yer vardı beni oraya verdi, İstanbul’a kadar ayakta geldim.”



İlk plağı “Neden Garip Ötersin Bülbül” bu yıllarda kaydedildi. Çok sevilen bu kaydın ardından yeni kayıtlar ve konserler gelmeye başladı. Sonraki dönemlerde tekrar yaşadığı topraklara dönen Halk ozanı, bir dönem Ankara’ya yerleşti. Sağlık sorunları nedeniyle kardeşinin yanına, Almanya’ya giden Ertaş, 23 yıl sonra 2000 yılında ülkesine geri döndü. Bu süreçten sonra başlayan medyanın yoğun ilgisi aslında Usta’yı biraz bunalttı diyebiliriz. Bizim ucuz magazin işgüzarları onu Nil Karaibrahimgil’le bile polemiğe girme noktasına getirdiler. Ama o hiçbir zaman mütevazi kişiliğinden taviz vermedi. En güzel sözlerinden birinde şöyle diyordu “İlimsizlik bilgisizlik yüzünden, cehalet hortlayıp çıkar mı çıkar, sevgisizlik saygısızlık yüzünden insan insandan bıkar mı bıkar…”



Mucize denilebilecek olağanüstü yeteneği, gelenekten kopmadan yeniliğe açık olması ile Neşet Ertaş, hep gündemde kalmış bir sanatçıydı. O, ismi bağlama ile özdeşmiş ve adeta bu dünyaya türkü söylemek için gelmiş gerçek bir türkü ustasıydı. Samimi ruh halini bağlamaya en içten duygularla dökebilmeyi başarmış ender bir müzisyendi. UNESCO tarafından “yaşayan insan hazinesi” kabul edilen Ertaş, İTÜ Devlet Konservatuarı tarafından da fahri doktora ünvanına layık görülmüştü.

Hatırlar mısınız adına radyo denen bu bir avuçluk metal yığını, insana çocukluğunun o soğuk ve ıssız gecelerinde kanlı canlı bir insan gibi arkadaşlık ederdi. Radyoda şehirler böyle yer değiştirip diller ve mevsimler birbirine karışırdı. Sonra frekansların birinde gönül telimizi titreten, ruhumuzu ürperten bu esrarlı sesin sahibi aniden belirirdi. “Mühür Gözlüm”, “Zahidem”, “Neredesin Sen”, “Gönül Dağı”, “Kendim Ettim Kendim Buldum” türküleri evin içinde dertli gönüllere sessizce girerdi.


O hep Neşet abi, Neşet emmi, Neşet dayı oldu. Hiçbir zaman “Neşet Bey” olamadı, işin doğrusu olmakta istemedi. Konser biletli mi olsun diye belediye başkanına “ben gençlerin cebindeki cigara parasına göz dikmem” demişliği vardır. Neşet’tir o. Tam 5.000 yıldır bozkırda ne biriktirebildiysek onu söyleyendir. O “gönülden gönüle giden yolların” adamıdır. Karacaoğlan dayısı Yunus Emre emmisi, Pir Sultan dedesidir. Hep duruşunda bir yapayalnızlık vardır. Bir dönem türküleri “tezek kokuyor” diye yasaklanan, “Ah yalan dünyada, yalan dünyada. Yalandan yüzüme gülen dünyada” diyip kimseye küsmeden bu dünyadan göçen bir gönül adamıdır Neşet Ertaş.

Nur içinde yat büyük usta…

Neşet Ertaş - Gönül Dağı

Neşet Ertaş - Neredesin Sen

28.12.2012

Pulp’tan veda busesi: “After You”


Bu yaz Pulp İstanbul semalarında alçaktan uçuş yaparak bize büyük bir heyecan yaşatmıştı. Çok keyifli bir konser izlemiştim. Sonra üzücü haber geldi Pulp bir kez daha dağıldığını açıkladı. 3 gün önce ise, Pulp'tan hayranlarına bir yılbaşı armağanı sunuldu. 2001 tarihli Pulp albümü “We Love Life”ın kayıt aşamasında hazırlanan, fakat dinleme fırsatı bulamadığımız "After You",  James Murphy’nin dokunuşlarıyla huzurlarımızda...



İstanbul Twilight


Bir cigara yaksam daha iyi hatırlar mıyım dersin
Seni, Köprü'yü, kısaca İstanbul'u
Geçerler mi önümden sırasıyla Cibali işçileri
Fatih, Şehzadebaşı, Küçükpazar kahveleri
Görür müyüm lodoslu denizini İstanbul'un...

"İlhan Berk"

Büyük, çılgın ve uykusuz bir şehrin, müzikleri, videoları ve fotoğrafları. İşte İstanbul Twilight.. 2 Cd'lik bu albüm Doublemoon etiketiyle 2007 yılında yayınlanmıştı. Albümde; Burhan Öçal, Kazım Koyuncu, Orient Expressions, Mercan Dede, Baba Zula, Shantel başta olmak için birçok isim daha bulunuyor.

Baba Zula & Brenna MacCrimmon - Cecom 

Orient Expressions - Şehristan

27.12.2012

Postcard from İstanbul


İstanbul. The city of cities.

My friends left me in their apartment in Üsküdar for a few days, alone with a talking cat and a piano. I'll feed the cat in the morning and then play the piano 'til noon, having no idea how that instrument works but enough time to make errors and more errors until uncontrollable sounds turn into melodies.


The balcony overlooks the Bosphorus.
I have dinner watching ferries cross from Asia to Europe and back, hear seagulls screaming, unaware of continent borders. Back home, over there, in the West there are things waiting for me, unresolved stories, but I keep lingering over here, far away and out of reach from everything.

İstanbul is the loudest city I know, the most restless one, crowded, big and dirty and unbearable, but I love it more fiercely than any other. I've thrown myself right into its very core, got lost in the maze of its streets, talked to people in a language I don't understand. To then come back to a place I call my temporary home, my ivory tower, with the talking cat and the piano, and cast current desires and confusions into songs.


These are the first songs I ever made on that instrument which I still cannot play, right in that city I cannot shake. İstanbul, you‘ll have me back. Soon.

İstanbul, June 2011

"Entertainment For The Braindead"

Entertainment For The Braindead - Clockwork Heart

Entertainment For The Braindead - Lighthouse

Beni seviyor musun?


Birisine şu soruyu sorduğunuzda yanmışız demektir: "Beni seviyor musun?". Bu soru umutsuzluktan köken almaya meyilli bir sorudur. Kendimizi bir anda karşımızdakinin yargısının esiri olarak buluveririz. Bu soruyu çeşitli olumsuzlamalar yaparak şu şekilde de sorabiliriz: "Beni neden sevmiyorsun?" ya da "Beni hiçbir zaman sevmeyecek misin?". Ne türde sorarsak soralım bu soru bir esaretin, bir tutulmanın işaretidir. Ve kızgın bir çocuk şu cevabı yapıştırıverir: "Bende seni sevmiyor(d)um zaten!"


Aşktan kaçamayız herhalde ve bu sorunu mutlak halinde ortaya koymaya çalışacak olursak, aşk bizim hakkımızda verilen hükmü bilme merakımızın nişanıdır. Bunu herkes bilmek ister, çünkü bu hüküm varoluşumuza verilmiş bir cevaptır. İnsanlar cevapsız sorulardan rahatsız olurlar. Bu yüzden "Beni seviyor musun?" sorusu tekrar tekrar sorulur ve yanıtlar hiçte tatmin edici değildir. Aşkı ayıramayız, parçalayamayız, yokedemeyiz. Aşk çok büyük bir faildir. Vardır. Bazı insanlar hiç aşık olmadıklarını, aşk nedir bilmediklerini söylediklerinde yanılıyorlardır; bu kişiler aşkın gerçek esirlerdir. Çünkü aşkın sonundaki ölüm ihtimalinden korkarlar, ne de olsa ölüm aşkın nihayi sınırıdır. Aşkı elde edemediklerini duyumsadıkları için en kolay şeyi seçerler, kendilerini severler. Ama bu gerçek bir vazgeçiş değildir...

"Özgür Öğütcen"

Anita Lane & Nick Cave - I Love You Nor Do I

Peter, Bjorn and John - I Know You Don't Love Me

26.12.2012

Levent Kırca'nın Ayıbı


İşçi Partisi ve Aydınlık gazetesinin desteklediği Sanatçılar Girişimi’nin Bostancı Gösteri Merkezi’nde düzenlediği “Reddediyoruz”  isimli toplantıya, İşçi Partisi MYK üyesi ve Aydınlık gazetesi yazarı Levent Kırca’nın ayıbı damgasını vurdu.

Toplantıyı izlemeye gelen CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, başka bir programının olmasından dolayı etkinlikten erken ayrılınca CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yüzünden konuşma sırasının değiştirildiğini ileri süren Levent Kırca, "Bu geceye geliyorsan, bekleyeceksin. İşi varmış diye gidiyormuş. Benim de işim var, belki bir karı buldum gidip onu düzeceğim" şeklinde konuşunca organizasyonun düzendiği salonda ortalık buz kesti. 

‘Karı bulmak’ve ‘düzmek’  ifadesini kullanarak kadınlara ve ikili ilişkilere bakışının bir kanıtını sunan Kırca, aslında ne kadar düz varlık olduğunu ispat etmiş. Geriye doğru giden ve çöküşe geçen bir kariyer sadece çeneye vurunca bir insanın toplum içinde ne çirkinleşilebileceğini görkemli! bir şekilde ispat etti.

Bir partinin genel başkanının davet edildiği etkinlikten erken ayrılmasını eleştirmekte bir sorun yok. Ama bunu espirili bir şekilde yapıp salonda gülüşmelere neden olmak varken, o ne yaptı? Kadını aşağılamayı tercih etti. İçindeki gizli kadın düşmanlığını gün yüzüne çıkardı. Demek ki bu ülkede aydın olmak, sanatçı olmak, okumuş olmak erkeğin kadına bakış açısını değiştirmiyor. Çok affersiniz hala çoğu erkek kadını "düzülecek bir varlık" olarak görmeye devem ediyor. Bilmem dünyanın kaçıncı gelişen ekonomisi falan olun ama insan olmadıktan sonra hepsi boş.

Kusura bakma Levent Kırca, senin yaşadığın bu başka türlü ergenlik bunalımların, kariyeri bitmiş bir adamın son çırpınışlarıdır. Artık isminin başına koyduğun sanatçı sıfatının birçok insan tarafından bir anlam ifade etmediğini bil. Her ne kadar hala kendini bir aydın olarak görüyor olsan da artık geçmiş olsun. Seninde o kadın öldüren, kadın döven insanlardan bir farkın kalmamıştır. Artık emekli ol ve kahvede okeye dördüncü ol. Elbette seni aralarına kabul eden birileri olursa.

Robots In Disguise - The Sex Has Made Me Stupid

New Model Army - Stupid Questions

Dünyanın son 36 pozu


Magnum fotoğraf ajansının üyesi olan ve tüm dünyada "Afgan Kızı" fotoğrafıyla tanınan fotoğrafçı Steve McCurry Kodak'ın üretimini durdurduğu Kodachrome filmiyle tarihin son 36 karesini çekti. Kodak firması, uzun yıllardır fotoğrafçıların en gözde filmi olan; renkleri yansıtmadaki kalitesi ve dayanıklılığı ile ün yapmış Kodachrome filminin üretimine 2009 yılında artık son vereceğini duyurmuştu. Bunun üzerine bugüne kadar 1 milyon civarında fotoğraf karesinde hep Kodachrome kullanmış McCurry firmadan son filmi istemiş ve 36 pozluk son filmiyle yaşadığı New York, yıllarını geçirdiği Hindistan ve İstanbul'dan insan portreleri ağırlıklı bir konpozisyon oluşturmuş. İşte bu 36 pozluk karelerden bazıları.

Sinemanın dev oyuncusu Robert De Niro:



Steve McCurry'in hayatımın tüm renklerini bulduğum tek yer dediği Hindistan'ın Mumbai şehrinden bir genç:


Hindistan'ın en ünlü aktörü Amitabh Bachchan:


Bizden bir isim; ünlü fotoğraf sanatçımız Ara Güler:


Bir Rabari büyücüsü:


 Hindistan'dan bir çocuk portresi:

Hintli bir kadının gözlerinden dünyaya derin bir bakış:


Yine Hindistan ve başka bir Hintli:


New York sokaklarından bir manzara:


Ve albümün son resmi Parson Kansas'tan; renklerin tükenişi sembolize eden bir mezarlık bir karesi:



A Flock Of Seagulls - Wishing (If I Had A Photograph Of You)

Pinback - Non Photo Blue

25.12.2012

Madam Tutli-Putli


Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki, bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamını sürdürürler. Evet, biraz ürkekçe, ama bir o kadar da özgürce...


Chris Lavis ve Maciek Szcerbowski imzalı bu animasyon Madame Tutli-Putli'nin tek başına yaptığı bir tren yolculuğuna odaklanıyor...

El Perro Del Mar - Hold Off The Dawn

El Perro Del Mar - Dark Night


 

24.12.2012

Huzursuz bir sabah




Soğuk bir kış günü sabahı. Sıradan bir sabah vakti. Başka günlerden farkı olmayan bir sabah. Herkes işine gücüne gitmeye hazırlanıyor. Pencereler açılıp kapanmakta, belki bir masa örtüsü bir pencerenin açık pervazından dışarıya silkeleniyor. 

Yaşını almış bir adamın yirmi yaşındaki çocuk kederlerini, sevinçlerini yaşaması ne demektir, diye düşünüyorum: Belki bir geç olma hadisesi. Belki de bir çeşit hazları, kederleri, çocuklukları uzatma temayülü.
Sizi bekliyorum. Sizi göreceğim; içimde bir şey koşacak. Siz görmeden geçeceksiniz. Ben kederle sevinci duyup dalacağım istemediğim aleme. Dünyayı yeniden kederlerle kuracağım. Sonra çarşıdan çarşılara, insan sesleri arasında, her şeyi sizinle kurulmuş bir şehirde dolaşacağım. Herkesler geçti, siz geçmediğiniz. Yüzünüzü göremedim. Bayramamım, çocukluk bayramım salıncaksız geçmiş gibi gözüme yaş doldu. 


Soğuktan mı titriyordum, yoksa heyecandan, üzüntüden mi, bilmem. Havuzun suyu donmuş. Kapının saatleri on ikiyi geçmiş. Banklarda kimseler yok. Tramvay ne fena gıcırdadı! Tramvaydaki adam bir tanıdık mıydı, acaba? Ne diye öyle dönüp baktı?... Tanıdık yüzler görmeyi özledim. Kimseler aşık değil mi bu şehirde? Kimseler, bir meydanın kanepesinde kimseyi beklemeyecek mi, yüzünü bir dakika görmek için kimsenin? 

"Sait Faik Havuz Başı hikayesinden ortaya karışık" 

Glass Candy - Morning Mist

Coldreams - Morning Rain

Anılar yok bu şehirde


Bir şey sona ermek üzere. Oturmuş sigarasını tüttürürken, içini kemiren, seni tedirgin eden bir şey olduğunu seziyorsun. Gündelik hayatın dertleri mi seni korkutan? Hayır. Seni korkutan içindeki boşluk.

Anılar yok bu şehirde...

"Cesare Pavesa"

Günün dinleme önerileri:

- The Shins "New Slang"
- Carbon/Silicon "Why Do Men Fight"
- Tindersticks "Patchwork"
- New Order "Ceremony"
- Puressence "Walking Dead"

Günün filmi:


"No" Yön: Pablo Larrain (2012)

Şili'de General Augusto Pinochet yönetimi, 1998 'de uluslararası baskıya karşı koyamayıp diktatörün sekiz yıl daha başkalıkta kalmasını önererek referanduma başvurdu. Oy pusulasında iki şeçenek vardı: Evet (Pinochet'in başkanlık süresinin uzatılması), Hayır (Pinochet, buraya kadar). Halkın çoğunluğu referanduma hile karıştırılacağına ve referandumun uluslararası kamuoyunu yatıştırmak için bir paravan olarak kullanılacağına inanıyordu.

Bir bilgenin dediği gibi "Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun."

Hepinize Mutlu Pazartesiler...

Tindersticks - Bathtime

Tindersticks - Travelling Light

23.12.2012

Mutlu aşk var mıdır?


Aragon "Mutlu Aşk Yoktur" der ve şöyle devam eder..

Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin
Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara
Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda
Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da
Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin
Mutlu aşk yoktur ama
Böyledir ikimizin aşkı da...


"Mutlu aşk" neden olmasın? İsviçreli bilim insanlarından en kısa zamanda bunun formülünü bekliyoruz!  O zamana kadar haydi eller havaya...


Füsun Önal - Dünya Benim Oldu

Osman İşmen Orkestrası - Diskomatik Katibim Kısım 1

Rüyalar gerçek oldu: MONO geliyor


BirinciBlog ekibimizden sevgili Mustafa duygularıma tercüman oldu.

Hafta içinde size Balmorhea’in geleceği müjdesini iletmiştim yine buradan. Hatta baya bir methiye dizmiştim; konser Nisan ayında olacaktı, ben bu Aralık’tan almıştım biletleri falan. Şimdi de aynı şeyi tekrarlıyorum. Çünkü MONO geliyor hanımlar/beyler..  Geçtiğimiz aylarda MONO’nun çıkardığı o harika albüm For My Parents’ı incelerken biraz tanıtmaya çalıştım onları size. Şimdi madem, yeniden Türkiye’ye geliyorlar, biraz daha derinlemesine bakalım onlara.

Ana akımın dışında kalan (mainstream diyor sanırım ecnebi buna) müziklere bilhassa önem veriyorum. Bu –ne olur büyük burunluluk olarak algılanmasın- artık belli bir müzikal birikimden ve her şeyi hemen kabul edemememden kaynaklanıyor. Post-rock’a sarmam da bununla alakalı ya da alakalıydı bittabi. Üniversitenin ilk yıllarında farklı bir şeyler ararken Godspeed You! Black Emperor’a tesadüf etmiştim. Onlarla tanışmak benim için bir kırılma noktası olmuştu. Bu adamların yaptığı her ne ise, o zaman ihtiyacım olan şey tam da buydu.


Tabi yeni bir türü keşfetmenin ardından o türün mihenk taşlarına el atarsınız. Çok post-rock grubu dinledim, çoğunu çevremde ilk keşfedenlerdenim; ama hiçbiri bana MONO’nun yaşattığı hisleri yaşatamadı, ki buna GY!BE, buna Mogwai ve God Is an Astronaut da dahil. Saf duygu, hatta çoğu zaman duygu sömürüsüydü MONO’nun yaptığı müzik. İki gitar, bir bas, bir davul, ara ara bir ksilofonun yaptığı bu şey, öyle belirlenmiş rock kalıpları içinde de değildi. Zaten ilgimi çeken ilk şey de bu olmuştu onlarda.

Şu bir gerçektir: post-rock dinleyen istisnasız her dinleyicinin bir doom metal geçmişi vardır. Ben bunu biraz da post-doom olarak görüyorum –tabii ki her post-rock grubu için geçerli değil bu söylediğim-. MONO’daki duygu yoğunluğu buradan kaynaklanıyor sanırım. Bazen gitar melodileri değil de sinyallerle size bir şeyler anlatıyorlar. Bazen duymanız için baya bir çaba sarf etmeniz gereken melodiler gönderiyorlar gitarlarından amfilerine.. Düşük toneli olduğu zamanlar da çok bu Japon dörtlünün, inanılmaz gürültülü oldukları da.. MONO, sanırım diğer gruplardan bu yönde ayrılıyor. Çok fazla riff’leri yoktur bu grubun, ana bir melodi vardır onlarda ve müziklerini bu ana melodiyi çeşitleyerek sunarlar dinleyicilerine. Ara sıra umut verse de acıdır, hüzündür daha ziyade MONO. Giden, kaçan, elinizde tutamadığınız şeyleri anımsatır size.

İşte bu Japon grup, yani MONO, çok uzun bir süre sonra –sanırım sekiz yıl oldu- ilk defa İKSV Salon’da biz müritleriyle buluşmaya geliyor. 9 Mart’ta, 21:30’da konser. Yine Balmorhea gibi uzun bir süre var önümüzde. 2013 benim açımdan çok güzel geçecek gibi gözüküyor. Şu ana kadar benim en önemli anlarıma, aşklarıma, kavgalarıma, kaygılarıma zemin hazırlamış iki grup, kısmetse cepte.. Ölmez, sağ kalırsak en önden MONO ile de hasbihal etmiş olacağım, olacağız.. Gelmelerinin şerefine hayatımın şarkısı olan A Speeding Car’ı çalar mı çalmaz mı bilemem. Ama en azından bir Moonlight ya da Dream Odyssey dinleyeceğim onlardan!! Şimdiden tüm müritlere, iyi beklemeler, kolaylıklar efendim.

Evet sevgili dostlar şimdi saatlerimizi ayarlayalım ve o günü bekleyelim...

Mono - Dream Odyssey

Mono - A Speeding Car

Psych Funk A La Turkish


Yabancıların eski Türk plaklarına karşı olan ilgisi hiçbir zaman eksik olmuyor. Bir plak sever ve kolleksiyoner olarak sevdiğim plakların peşinden koşmayı seviyorum. Görüldüğü gibi bu plakların peşinden sadece ben koşmuyorum. Juno Records online albümler satan kaliteli bir record store. Psych Funk A La Turkish serisi altında Vol 1 ve Vol 2 ismiyle iki tane toplama albüm satışa çıktı. Toplamlarda yer alan isimler şu şekilde. Değişik ve güzel seçki olmuş.

Vol 1 arka kapağı:


Vol 2 arka kapağı:



Şakir Öner Günhan - Deli Deli

Rana-Selçuk Alagöz - Ateş Bacayı Sarmış

Serter Bagcan - Nalina Da Vur Mihina Da Vur
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...