29.11.2014

Şeytan ve Müzik


"Müzik, nesneleri doğrudan doğruya temsil etmez; ama insanın ruhunda onları gördüğümüz zaman hissettiğimiz duyguların aynını uyandırır."
Jean-Jacques Rousseau

Eski Ahit'de yazıldığına göre, Tanrı'nın (daha sonra düşmüş melekler olarak anılacak) kimi oğulları, babadan gizli olarak kadınlarla ilişki kurmuşlar ve bu ilişki(ler)denkötü ruhlar doğmuştu. (Tekvin 6: 1-5) Çölde inzivaya çekilerek yıllarca ekmek, tuz ve otla beslenen münzevi Philon, Platoncu düşüncelerinin de etkisiyle, İbranilerin salt putperestlerin tanrıları olarak lanetledikleri bu kötü ruhların (Daimones'lerin) da gerçekte ikinci derece iyi güçler olduklarını yazıyor ve onları, Yakup'un düşündeki merdiveni ( Tekvin 29: 11-13) inip çıkan melekler arasında sayıyordu. Ama, Philon'un kendileri hakkındaki bu olumlu yargılarının asi meleklere hiçbir yararı olamazdı. Tanrı'nın krallığından kovulmuşlardı bir kez.

Lanetlenmek ve kovulmak, Tanrı'nın gözünden ve gönlünden düşmüş muhalif melekler topluluğuna önderlik eden ve apocalptic yazında kendisinden Jammael ya da Samjaza adlarıyla da söz edilen Stan'ın yüreğini önüne geçilmez bir öç alma duygusuyla doldurmuştu. Önce yılan şeklinde Eden Bahçeleri'ne girerek insanoğlunu bilgi ağacına dokunmaya ve bilginin meyvesini dişlemeye kışkırttı. Sonra da, kuyruklu bir maskara kılığına girdi. Tanrı ve melekleri taklit etti. Şimdi sıra kutsal olan her şeyi makaraya almaya gelmişti ve Satan'ı iflah olmaz bir asi yapacak olan da asıl bu maskara (simia) kimliğiydi. Amacına ulaşabilmek için insanoğulları arasında sapkınlığa en yatkın olan sanatçının ruhuna girdi. Büyük ve kozmik düşlerle erişilemeyen ve görülmeyen bir öte-dünya arayışı içinde olan ve daha da önemlisi, daima düzene kafa tutmuş kahramanlara (Satan da onlardan biri değil miydi? Bakunin, Satan'ın "ebedi ve ezeli başkaldıran, ilk özgür düşünen" olduğunu yazmıştı) hayranlık duyan bu serüvenci ve dekadan ademoğlu da ruhunu şeytana vermeye dünden razıydı. Böylelikle, bu baştan çıkarıcı ruh rehberi ile ozan (Poe ve Baudelaire'in hermetique dizeleri), ressam (Bosch, Fuseli..) ama özellikle müzisyen arasında çağlar boyu sürecek bir dostluk ve işbirliği başlamış oluyordu.


Çok eski çağlardan başlayarak müziği duyguların merkezi olan kalbe diğer bütün sanatlardan çok daha dolaysız işlediğine ve insan ruhunda ani ve köklü değişimlere yol açtığına inanılıyordu. Francis Bacon, Sylva Sylvarum (1627; Ormanlar Ormanı) adlı yapıtında işitme duyusunun ruhlara diğer duyulardan çok daha hızlı ulaştığını yazmıştı. Belki de bu nedenle şeytan, kutsal olanı tersyüz etmede ve insanoğlunu baştan çıkarmada müziği ve müzisyeni öncelikle yeğlemişti. Müzik taşıdığı "okült manyetizma" sayesinde dinleyeni vecd haline getirerek ruhunu bedenden alıp götürüyordu.

Oysa başlangıçta müzik, evrensel ahengin şiirsel sembolü sayılıyordu. Sir Thomas Browne, Religio Medic'de (1635) en vülger müziğin bile 'ilk besteciye' (Tanrı'ya9 derin bir bağlılık duygusu uyandırdığını vurguluyordu. Sir Thomas Browne'ye göre müzik, sadece kulağı hoşnut kılan duygusal seslerden oluşmuyordu. Çok daha yüksek düzeydeki bir uyumun anlatımıydı. Kökleri Hermetisme ve evreni matematik bir düzen olarak tasarlayan Sisamlı Pythagoras'ın sayı gizemciliğine dek uzanan düşünceye göre de müzik, varolan tüm varlıkların birliğini sağlayan değişmez yasaların anahtarıydı. Evrenin hiyeroglifik ve karanlık sureti. Müziğin temel ilkeleri keşfedilebilirse evrenin tüm gizleri de çözülebilirdi. İşte tam da bu edenle müzik, matematik, geometri ve astronomi ile birlikte Ortaçağ'ın dört yüksek iliminden birini oluşturuyor ve 'quadrivium'u bütünlüyordu. Güneşin evrenin merkezi olduğu ilkesine dayalı Kopernik öğretisini benimseyen Kepler bile, göksel düzenin ve matematiksel uyumun müzikte duyulan armoniye benzediği yolundaki eski görüşleri terk etmeyecek ve Harmonius Mundi (1619) adlı yapıtında Kopernikçi düşünceyle çelişerek gezegenlerin devinimlerini müziğin dili ve işaretler sistemiyle açıklamayı sürdürecekti.


Kutsal olan her şeyi alt üst etmeye and içmiş olan şeytan, öncelikle müziğin (ve dolayısıyla evrenin) özündeki bu kutsal uyumu bozmayı aklına koymuştu. Çünkü, bilgi ancak kaosda olanaklıydı. Kuşku düzen içinde değil, ancak kaos içinde doğabilirdi. Hristiyan ilahilerinin, takdis ayinlerinin karşısında şeytan da artık karanlık dönemlerin ve büyülü zamanların sesleriyle dokunmuş kendi şarkılarını söylüyordu. Şeytanın müziğine akort edilmiş çalgılar çalınmıyordu. Aynı perdeden (una voce) seslerin yerine karmaşa, kutsal ve meleksi müziğin tam karşıtıydı.

İskenderiyeli Clement, Phion, Arion gibi şarkıcıları birer sahtekar olarak lanetlerken İsa'nın gerçek Orpheus olduğunu yazmıştı. Ortaçağ köy panayırlarında dans müziği çalan minstrel'ler ise, kilise tarafından şeytanın elçileri (Ministri Satanae) kabul ediyor ve katı hiyerarşi üzerine kurulu toplumsal yapıdan dışlanıyorlardı. Dünyevi toplumdaki tabakalaşmanın semavi toplumdaki katmanlaşmaya denk düştüğü ve gezginci halk ozanlarının da, tıpkı şeytanın korosuna katılarak cehenneme giden düşmüş melekler gibi, sapkın insanlar oldukları yönünde bir inanç gelişmişti.


Gezginci halk ozanı, Musica'nın kökenindeki teolojik ve teorik bilgiden yoksundu. O halde, müzik bilgisini özümsemiş Musicus'dan (gerçek müzisyen) ayrılması gerekiyordu. Kilise bununla da yetinmedi: Us dışılığı nedeniyle Minstrel'i hayvanla kıyasladı ve böylelikle şeytan, minstrel ve hayvan arasında, alaycılık yüklü bir fantezi olmanın ötesinde de anlam taşıyan ve zamanla bir kimlik karmaşasına dönüşecek olan hısımlık ilişkisi doğdu. Dans eden kalabalıkları, maskeli baloları, şölenleri betimleyen resimlerde hayvan maskı takmış minstrel sık sık rastlanan bir figürdür. Bu resimlere daha dikkatli bakıldığında çalgıkarın üzerine kazılmış hayvan süslemeleri görülebilir. En gözde müzisyen hayvanların başında maymun (iflah olmaz bir maskara), eşek, ayı, yaban tavşanı ve domuz geliyordu.


Doğada yalnız ve korumasız olan ilk insan; fırtına, rüzgar ve suya düşen taş sesinin kötü ruhlara ait olduğuna inanarak ürkmüştü. Daha sonraki çağlarda, çalgıdan yükselen tınıların şeytanın tutsak aldığı ve işkence ettiği ruhun çığlıkları olduğuna inanıldı. Platon, bazı çalgıların erkeksi ve iyi müzik, bazılarının ise kadınsı, kötü müzik, sefahat müziği için olduğunu ileri sürmüştü. Ortaçağ gecelerinin koyu karanlığında kilise çanları kötü ruhları uzaklaştırmak için yankılandı. (Oysa aynı sesler sonraki yüzyılların gelişkin müziğinde romantik çağrışımlar uyandırmak için kullanılacaktı.) John Chrysostom (m.s. 400 dolaylarında), kirata ve flütün şeytanıntörenlerinde ve sefahat alemlerinde çalındığını savlıyordu. Hieronymus Bosch'un astroloji, büyücülük ve simya ile ilgili simgelerin zengişleştirdiği ve karabasanlardan fırlamış garip, korkunç kurmaca canavarların cehennem korkusu uyandırdığı resimlerinde, çalgılar lanetlenmişlerin üzerinde ezaya uğradıkları infaz ve işkence aletleri olarak çizilmiştir. German folklorunda ise şeytan, büyücülerin ölümü üzerine ahenksiz sesler çıkaran trombonlar çalar.


Müziğin şeytansı bir tutku olduğuna ilişkin söylenti çağlar boyu kulaktan kulağa dolaştı. Heretik düşünceleri geliştirdi ve özellikle düşgörücüler ve okült feylezofları tarafından zengişleştirilen bir yazın doğdu. Şarkılarıyla ağaç ve kayaları yerinden oynatarak Pluto'yu cezbeden Orpheus'un büyüsünü yakalamayı amaçlayan besteler de yapmış olan Marsilio Ficino'nun metinlerinde müziğin dünya ruhunu etkileme ve taşıma gücüne sahip olduğu örtük olarak belirtilmişti. Ficino, Mısırlı teolog Hermes Trismaqistus'a ait Asclepius başlıklı metni tefsir ederken bu görüşü daha açık bir anlatıma kavuşturmuş ve sözü geçen metinde tılsım, koku ve müziğin katkılarıyla ikonlara can verme sanatının ayrıntıl anlatımını okumuştu. Aqrippa ise, evreni Pythagorasçı sayılar biliminin ve İbrani harflerinin Kabbalacı çözümleriyle açıkladığı De Occulta Philosophia (Gizlici Felsefe) adlı yapıtında Tanrı ve doğayı anlamada en iyi yolun büyü olduğunu savunuyordu.

17. yüzyıl sonlarında Kopernik'in heliocentric öğretisi egemenlik kazanmıştı. Artık evrenin merkezinde güneş vardı. İnsanoğlu kendisini fragmanlara ayrılmış çok geniş bir mekanda yapayalnız buldu. İçinde yaşadığı dünya ile cennet arasındaki ilişki iyiden iyiye kopmuştu. Müzik de evrenin özündeki ahengin imgesi olma özelliğini yavaş yavaş yitirdi. Sadece akustik olarak ölçülebilir ses idi, artık. Sofistike ve retorik figür olarak şeytan da sahneden çekilebilirdi. Misyonunu tamamlamıştı. İnanç çağı yıkılmış, kuşku çağının kapıları aralanmıştı.

"Halil Turhanlı, Meleklerin Düştüğü Yer"

27.11.2014

İnsanlar ve Hayvanlar


Fotoğraf sanatçısı Katerina Plotnikova, 'Wildlife Pose' ismini taşıyan çalışmasında vahşi doğa, hayvan ve insan ilişkisine farklı bir anlam yüklemiş. İşte o çalışmadan bir birinden güzel kareler.
















Hayvan Hakları


Norveç Sağlık Bakanlığı hayvan hakları konusunda yeni bir genelge yayınladı. Yayınlanan genelgeye göre köpek sahipleri köpeklerini günde en az 3 kez gezdirecek, kedi sahipleri kedilerini ensesinden tutarak kaldıramayacak. Hayvanlar evde yalnız bırakılıp seyahate çıkılmayacak. Köpeklerin küçük alanda bulunması önlenecek, buna göre bu alan köpeğin ayağa kalkıp, yatabileceği ve dolaşabileceği büyüklükte olacak. Ayrıca her zaman içinde su dolu bir kap olacak. Yine kediler derisinden veya kuyruğundan tutulmayacak. Ev hayvanı besleyenlerin kontrolü Gıda Maddeleri ve Hayvan Sağlığı Kontrol Dairesi tarafından yapılacak...

Darısı bizim başımıza diyeceğim ama, milyon ışık yılı uzaklığında bir ütopya. Biz daha insan sevmesini beceremiyoruz. Ne diyelim hayvan sevmeyen, insan nasıl sevebilir ki?


Barış Manço - Kalk Gidelim Küheylan

26.11.2014

Ekonomi!


Bir dostum, sevgilisine ”Şişmanlıyorum! ”deyince demiş ki sevgilisi: ”Ne güzel! Seveceğim alan artıyor! Dokunacağım yerler çoğalıyor...

"Ece Temelkuran"

 
Broken Bells - Holding On For Life

Fosforlu Kedi Gözleri


Kedi sever bir Japon kardeşimiz, kartondan yapmış olduğu gözlerle kedileri değişik pozlara sokmuş. Ortaya ise keyifli bir çalışma çıkmış...














Günün Şarkısı


İnsan en az üç kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın.

"Emrah Serbes"


24.11.2014

Turist Ömer Uzay Yolunda


Hafta sonu şu aylardır beklenilen, niihayetinde gösterime girip herkesin gözünü boyayan Interstellar (Yıldızlararası) filmini, büyük bir hayal kırıklığı içerisinde izledim. Olabildiğince insani mesaj kaygısı olan filmin hiç de "insani" olmadığını net bir şekilde ifade edebilirim. Mesela ana karakter Cooper'ın öz oğluna yaptığı üvey evlat muamelesini film dünyaya yapyor, "enkaz" haline dönüştürülen dünyaya.. Biliyoruz ki bu konuda Amerika'nın payının da hiç az olmadığını.

Film, izledikten sonra 70'li yıllarda, Türkiye'de tek kanalın siyah beyaz TRT olduğu günlerde, sonradan bütün dünyada bir kült haline gelen Star Trek (Uzay Yolu) dizisini aklıma düşürdü. Uzay sevdamız o sıralarda kanımıza işlemişti tam da, dizinin gösterime girdiği saatlerde sokaklar nerdeyse boşalıyor, ertesi gün biz çocuklar arasında oynanan oyunlar genellikle Mr. Spock'lı, Kaptan Kirk'lü rolleri içeren oyunlar oluyordu. 

 - Işınla bizi Scoty..
 - Mantıksız bir olay, Kaptan..
 - Torpidoları ateşlemeye hazır olun, Mr. Spock..

İşte işin en ilginç yanı ise, televizyon dizisi Star Trek'in ilk sinema uyarlamasının Hollywood'tan değil de Yeşilçam'dan çıkmasıdır: Turist Ömer Uzay Yolunda. Hollywood ise Star Trek'i geniş perdede ilk kez 1979'da değerlendirecektir, Robert Wise'ın yönettiği Star Trek - The Movie (Uzay Macerası) ile.

Turist Ömer Uzay Yolunda'nın yapımcısı ve yönetmeni Hulki Saner halkın, özellikle çocuk izleyicilerin Star Trek dizisine olan ilgisini fark ederek bu ilgiyi arttırmak için dizinin kahramanlarına Sadri Alışık'ın Turist Ömer tiplemesini de katmıştır. Bilimkurgusal ajan ya da süper kahraman filmlerimizde uzay geri planda kalmıştır ama işte bir yerden sonra sevimli Turist Ömer yetişmiş Atılgan (Enterprise) gemisiyle uzaya açılmıştır.



Nasıl ve neden?

Birleşik Gezegenler Federasyonu Uzay Araştırma Gemisi Atılgan, "Orin 7" gezegeninin yörüngesine girmiştir. Mürettabatın görevi, yıllardır burada yaşamakta olan Prof. Krater'den (Kayhan Yıldızoğlu) bazı bilimsel bilgiler almaktadır. Gezegende Krater ve eşi Nancy'den (Şule Tınaz) başka canlı yoktur. Onlara "android" adamlar ve kadınlar yardımcı olmaktadır. Uzun kulaklı Mr. Spock (Erol Yamaç), Dr. McCoy (Ferdi Merter), tayfalardan Darnel (Necip Koçak) ve Green (Oytun Şanal) gezegene ışınlanırlar. Nancy bir hayli garip yaratıktır; istediği kişinin kılığına girebilmekte, aynı anda farklı kişilere farklı şekillerde görünebilmektedir. Tuz ile beslenen Nancy'nin bu korkunç özelliklerini sadece kocası bilmektedir.

Atılgan'dan gelenler Krater ile temastayken Nancy, Darnel'in vücudundaki tuzları emerek ölümüne neden olur. Ceset Spock, McCoy ve Green tarafından bulununca, Krater ve Nancy bunun gezegende bulunan bir tür bitkiden kaynaklandığını, Darnel'in bu bitki yüzünden zehirlendiğini söylerler. Bu açıklamalara rağmen arkadaşlarının ölümünü şüpheli bulan Atılgan ekibi ölüm nedenini araştırmaya başlarlar.



Prof. Krater panik içindedir, eşinin cinayetini örtbas etmek için zaman makinesini kullanarak geçmiş çağlardan bir canlıyı "Orin 7" ye çekmeye planlar. Şans, istemediği bir kadınla silah zoruyla evlenmek üzere olan Turist Ömer'e güler. Nikah masasında soğuk terler dökmekteyken Turist Ömer birden gezegene ışınlanıverir. Krater onu katil zanlısı olarak Atılgan ekibine teslim eder.


Uzay gemisine getirilen ve Kaptan Kirk ile karşı karşıya gelen Turist Ömer davranışları ve Kasımpaşalı ağzıyla herkesi şaşırtır, çılgına çevirir. Bu garip dünyalı bir katil zanlısına hiç benzememektedir. Bu ara Green'i de öldüren ve onun görüntüsünü alan Nancy kendini Atılgan'a ışınlatır ve yeniden kişilik değiştirir. Turist Ömer cinayetlerden birine tanık olur, Kirk'e anlatır. Kirk, Mr. Spock, McCoy ve Ömer yeniden "Orin 7" ye dönerler. Yapılan araştırmada Green'in cesedini bulurlar ve gemiye alarm verirler: katil Atılgan!da bulunmaktadır.

Olaylar birbirini izler; gezegende Spock, fazer tabancasını kullanarak ateş saçan bir canavarı öldürür; Nancy, McCoy'un kılığına girip Kirk'ü öldürmeye çalışır fakat gerçek McCoy tarafından öldürülür. Prof. Krater'in de ölmesiyle olay kapanır; Turist Ömer yeryüzüne ve çağına ışınlanır, Atılgan gemisi ise bir başka maceraya yol alır..

Sonuç itibari ile Holyywood'un milyonlarca dolar harcayıp çektiği, içerisine de mutlak bir "sevgi mesajı" eklediği bilimkurgu filmleri, Amerika'nın zihin yapısını aşmadığı sürece hiçbir değişiklik göstermeyecek, insanın kendini değiştirmeden berbat edeceği başka bir gezegen arayışı ise ne çözümsüz bir şey, insan olamayıp elimizdekinin değerini bilmediğimiz sürece göğe bakıp daha fazlasını istemenin vicdani boyutu nerede?

Ne diyordu Turist Ömer?

"Spak, üç çay çek bize ordan demli olsun."

*Kaynak : Giovanni Scognamillo,  "Fantastik Türk Sineması"


21.11.2014

Vefasızlık


Gün geçmiyor ki şu dünyada tuhaf bir olay yaşamayalım. İspanya'nın Avila mezarlığındaki mezar taşını görenler şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar. Bir İspanyol baba, ölmeden önce mezarlık yetkililerinden tuhaf vasiyetinin yerine getirilmesini istedi. Hayattayken çocuklarının vefasızlığından yakınan baba, önce onları mirasından mahrum bıraktı. Hızını alamayan baba, daha sonra mezar taşına "babayı aldınız" yazısı ile el işaretinin bulunduğu bir mezar taşı yaptırdı.


The Drums - Money

17.11.2014

5 PAZARTESİ ŞARKISI


Bugün günlerden Pazartesi. Pazartesi sendromunu atlatmak için yine müzik diyoruz. Bugün listemize giren şarkılar İngiltere’nin buhranlı sanayi kenti Sheffield’den çıkmış gruplardan geliyor. İşte 5 şarkılık listemiz:

Arctic Monkeys – Fake Tales Of San Francisco

Alex, Jamie, Andy ve Matthew isimli dört genç bir araya gelip bir grup kuruyorlar. Gruba buldukları isim, grup elemanlarından Jamie’nin amcasının 70’lerde kurduğu bir grubun ismi oluyordu. Yani Arctic Monkeys. Ada coğrafyasının sanayi kenti Shelffield’da başlayan maceraları, onları kısa sürede rock müziğin yeni kurtarıcıları yaptı. Özellikle Alex Turner’ın sesi ve insanları derinden etkileyen şarkı sözleri kısa bir sürede fenomene dönüştü. Bir EP ve iki single ardından 2006 senesinin başlarında yayınlanan ve ismini Karel Reisz’in meşhur filmi “Saturday Night And Sunday Morning” filminde geçen bir replikten alan “Whatever People Say I Am, That’s What I Am Not” albümü yayınlanıyor. Albüm gerçekten bomba gibi patlıyordu. Dehşet verici bir satışla Britanya’nın en hızlı satan debut albümü ünvanını alıyordu.

Ada çoğrafyasında bir barın tuvalet kuyruğunda bir araya gelen her 4 kişinin bir grup kurduğunu düşünürsek, Arctic Monkeys bu başarısıyla ezberleri bozuyordu. Arctic Monkeys müziği demek; bir tutam punk, enerjik gitar ritimleri, biraz Oasis, abileri Strokes ve Franz Ferdinand’ın rock’n roll ruhu ve elbette Shelffield’dan çıkmış en büyük grup olan Pulp’ın o saf hamuru.



Pulp – Common People 

İngiltere’den çıkmış en önemli gruplarından biri olan Pulp, 90′lı yıllarda İngiltere’de Brit-Pop patlamasına paralel olarak hayran kitlesini artırarak sesini duyurmaya başladı. Pulp’ın kendine özgü müziğinin yapısı David Bowie’yle Roxy Music’in karışımı ekseninde; glam rock, disco, new-wave, 60’lar Avrupa Pop’u ve İngiliz indie rock’ının bir sentezi diyebiliriz. Grubun basit ama etkili synthesizer kullanımı, geniş içeriğe sahip olan melodileri ve solist Jarvis Cocker’ın saplantılı şarkı sözleri karakteristik Pulp eksenini oluşturuyordu. Pulp kimi zaman eğlencelidir, kimi zaman ise karamsarlık ve melankoli doludur. Jarvis’in şarkıcı kimliği dışında, onu ayakta tutan ve ölümsüz yapan özelliği ise gerçek bir ozan olmasıdır. Nev-i şahsına münhasır bir hikaye anlatma yeteneği olan Jarvis Cocker şarkılarındaki karakterlere bir anlamda can veriyordu. 3 dakikaya sığan bu pop şarkılarının içinde aslında hayatın küçük bir özeti vardır. Bu yüzden Pulp için pop’un sahici yüzü de diyebiliriz.

Listemizdeki yer alan şarkı tüm zamanların en iyi Britpop albümlerinden biri olan 1995 tarihli ‘Different Class’ albümünden geliyor. Ne yazıyordu bu albümün arka kapağında? 

“Bela istemiyoruz, sadece farklı olma hakkımızı istiyoruz. Hepsi bu.” 




Richard Hawley – Tonight The Streets Are Ours

Pulp, Longpigs gibi gruplarda başlayan kariyerini solo çalışmalarla sürdürenRichard Hawley, 90′lı yılların Britpop sahnesinin yetiştirdiği en önemli müzisyenlerden biri olarak dikkat çekiyor. Richard Hawley bu şarkısında özgürlük sokaklardadır diye haykırırken, sivil itaatsiz gerilla graffiti’ci Banksy kendini sokaklara atıyor.

Hayat sokaktadır…




The Human League – Don’t You Want Me


1977 tarihinde kurulan The Human League, New Wave ve elektronik melodiler üzerine kurulmuş müziğiyle 80′li yıllarda adından söz ettirmiş bir ekip. Grubun müzikal anlamda dönüm noktası, kurucu üyelerden Martyn Ware ile Craig Marsh’ın Heaven 17′i kurmak için gruptan ayrılmasıyla başlıyordu. Vokalist Phil Oakey cesurca bir kararla onların yerine Sheffieldlı iki okullu kızı getirdi ve 1981 yılında ‘Dare” albümü çıktı. Albüm Giorgio Moroder tarzı dans ritimleriyle dikkat çekiyordu. Özellikle ‘Don’t You Want Me’ listelerin zirvesine çıkarak, diskoların marşı haline geldi. Bütün bu eğlenceli şarkılara sağmen albümün karamsar havası gözden kaçmıyordu. Bu kasvet ve karamsarlığın en büyük kanıtı; efsane müzik yazarı gazeteci Lester Bang’in dinlediği son albümün bu olmasıydı. New York’taki dairesinde cansız bedeni bulunduğunda pikabı albümün B yüzünün sonuna gelmişti.




Moloko – The Time Is Now

Moloko, Róisín Murphy ve Mark Brydon ikilisinden oluşan pop-elektronik ekseninde müzik yapan bir ikili. Özellikle güzelliği ve buğulu sesiyle dikkat çeken Róisín Murphy için grubun temel direği diyebiliriz. Moloko kelimesinin kökeni  Stanley Kubrick tarafından beyaz perdeye de aktarılanAnthony Burgess’in ünlü romanı Otomotik Portakal’da geçen süttür. Moloko, kitabın kahramanı Alex ve tayfasının kullandıkları uyuşturucuyla beraber aldıkları sütlü içeceğin ismidir. Ayrıca Moloko, rusça’da da “süt” demektir.

Hepinize Mutlu Pazartesiler….


15.11.2014

Kumgüzeli



En elde edilmemiş şiirdin sen. Kuşluk vakti yazılanlardan... Bıkkın bir rahibin, bir sabah, yorgun bir vezirin akşamın alacakaranlığında muhtemelen yazacağı... Masadan doymadan kalkmış gibi okunmalı... güzelsin...

Uzaktan zor seçilebilir bir harf... Hayır hayır! Şimdi anlıyorum... Gizli bir rakam, Kabala'dan... kumun üzerine çizilen... Çöldeyiz ve başka bir yerde değiliz... ama güzelsin...

Dansederken göğüsleri sallanan kadınlardan, karadelikleri saatlerce uçuşup duranlardan, sessiz sitemleri kargaşada bile belli olanlardan tırsma öyle kolay kolay... Öyleyse bu bir nasihat... çünkü güzelsin...

Onlar bitecekler: Çizgi roman gibi kolayca, tatile çıkarken boşanan yağmur gibi apansız, menemen pişirmek gibi aceleyle... hâlâ güzelsin...

İskemle hasır ve ayaklarında yatay, ayaklarını dizlerini böğrüne çekmeye razı olarak basabileceğin yatay tahta çubuklar... Rahatına düşkün keyiften uzak Osmanlı "effendi"sinin (ephendi?) garip kahvehane illeti bu iskemleler... Otur o illete gerçekten, çekinmeden, sereserpe... orada güzelsin...

Yılgın geçilir sokaklardan, kuş gibi değil, işportacı kertenkeleler gibi de değil... Ağır aksak, akşam dörtten sonra yaz günü... Akşam mı? O kayıtsızdır... Bildiği gibi değişir, geçer, gider... güzelsin...

Kes kulakları, geçir bir sicime... Ama kaybetme... Başka ne göstereceksin savaşa dair? Kara delikler işitmiş bu öyküyü... Islanarak... Ama güzeller...

Kalp kalbe karşı... Bir arkadaşın evinde... Çiçekmiş... Hemen uzmanı geçindim. Ah! O güneş ister. Ah! Bol su asla olmaz. Oysa hiç anlamam çiçekten... Devetabanını pazı sanabilirim... Neden yaptım bunu? Çiçeğin adı sardı beni... Çünkü güzelsin...

Sözlerine delik kulağım... Özürlere sağır... Kör bir kuyu olacağım... Sen ise, güzelsin...
Güzel sözcüğünü senden başkasına lâyık göremem... Ama bir önceki cümlede görmüş olabilirim... Aldırma, güzelsin...

Mikroskop mucidi Leeuwenkoek dostu ressam Vermeer'e "su böyle işte ve başka türlü değil" demiş... Bir öpüş damlasında milyarlarca gözle görülmez yaratık... Ressamın tarafını tutuyorum... Çünkü, güzelsin...

Birkaç tel beyaz... Bizi gazlamaz... Sakınmazsın görüntünü, biliyorum... Çünkü güzelsin...

Mikroskopun mucidi Leeuvvenhoek, aynı günde doğdukları, hep komşuluk yaşadıkları dostu ressam Vermeer'e bir su damlası gösterip, "su işte böyle ve değil başka türlü" demiş... Bir öpüş damlasında kanyuvarları... Mucidin tarafım tutsam da... Sen güzelsin...

Teleskopla bulamadım... Mikroskopla bulacağım... Ayın yüzeyinin de bir dokusu var elbet... Gözenekler, sivilceler... Onlarla çok güzelsin...

Neo-liberalizm, ruhçuluk, tarikat, entellektüel, ordu, çok-insansız şirketler, öykü yazarları, kestaneyi çizdirenler, uzaktan bakanlar, Şemdinliler, tavşan falcıları, kurban sömürgenleri, onmaz kuşkuculuk, araba tamircileri, taksitle alın tutkumu, hadi... Kazık ve pazarlık... Ama son kumarım sensin... Sen, güzelsin...

Sen, güzelsin... Kuraldışı... Bastıbacak... Minicik... Ama sen, güzelsin...

Kapımın eşiği, gözümün bakışı, son ruhsal tatil, duruşum, bozuluşumsun... Pazarlık etmem... Markette yoksun... Reklamın yok! Gerçekten... Güzelsin...

Kedi sakladım senden, öykü sakladım, belki bunu da saklayacağım... İhanet... Ama sen, güzelsin...

Ruhumu saran sacayağı, gözümün bağı, son ruhsal kaatil, ölümüm, mahvoluşumsun...

Cazgırlık etmem... Gönlünde yokum... Aşkımız, yok! Gerçekten... Güzeldin...

"Ulus Baker"

14.11.2014

Metafor


"Bir ayna karşısında duranı yansıtır."


En ucuza getirilmiş “aşk”, bedelinin bir başkasının ödediği aşktır!
Böylesi bir “aşk” da “ucuz”dur doğrusu.


Beyaz bir Akdeniz evinin duvarında, kanatlarını kaşırken; bir insanoğlunun ölümcül bir hareketi; elini kaldırdığı anda; o ele yakalanmadan uçup kaçabilen bir böcek..
"Sinekler"
360 derecelik görüş açısına sahiptirler.
Yani biz insanoğlunun tabiri ile “arkalarını da” görürler.
Kıskanılacak bir durum olabilir.

Kim bilir, nasıl olurdu dünya?
“Arkamızı da” görebilseydik…

Geri kalmış ülkelerde açlıktan ölmek üzere olan insanların; ağızlarının, gözlerinin içinde görürüz onları… Gelişmiş ülkelerin sefalet simgeleridir onlar; Bir “Ne zaman bitecek bu sömürü?” sorusudur.

Onlar; aklın her zaman işe yaramayabileceği gerçeğinin, somutlaşmış örneğidir…
İnsanoğlu doğada ki en zeki canlı olsa da ; bir “sinek” kadar kolaylaştıramadıktan sonra hayatını, bu neye yarar ki ?

Belki de bir sinek kadar mutlu olmak vardı; mutluluk diye bir düşünce olmasaydı..

Eğer düşünceyse yaşam, güçse ve soluksa ve yokluğu ölümse düşüncenin; öyleyse ben mutlu bir “sineğim”; ister yaşayayım; ister öleyim..

M. Kutay Yılmaz'ın Metafor isimli kısa filmi, gerçeği Kafkavari bir anlatımla bizlere yansıtıyor..


13.11.2014

Sylvia Plath'in resim yüzü


"Benim için şimdi sonsuzdur, sonsuz da sürekli olarak değişir, akar, erir. Yaşam bu andır. Geçip gittiğinde, ölüdür artık. Ama her yeni anla birlikte yeniden başlayamazsınız, ölü olana göre yargılamak zorundasınız. Bataklık kumu gibi tıpkı, daha başından umutsuz. Bir öykü, bir resim, heyecanı biraz yenileyebilir, ama yeterince değil, yeterince değil. Şimdinin dışında hiçbir şey gerçek değildir, daha şimdiden yüzyılların ağırlığının beni boğduğunu duyumsuyorum. Bir zamanlar, yüz yıl önce bir kız yaşamıştı, şimdi benim yaşadığım gibi. Sonra öldü. Ben şimdiyim, göçüp gideceğimi de biliyorum ama. Doruktaki o an, o parıltı gelip geçiyor, sürekli bir bataklık kumu. Ama ben ölmek istemiyorum."

Sylvia Plath

Sylvia Plath; yirminci yüzyılın en önemli şairlerinden ve buhranlı  romancılarından, derinlikli yaşamı sadece bunlarla sınırlı kalmamış, "ilhamın en derin kaynağı" olarak nitelenen kalem ve  mürekkeple çizdiği resimleri ile de bir diğer gizemli yanını ortaya çıkartmış, yaşama tutunmak adına terapi ama ne kadar tutanabilmiş hayata?
















Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...