BirinciBlog ekibimizden sevgili Mustafa duygularıma tercüman oldu.
Hafta içinde size Balmorhea’in geleceği müjdesini iletmiştim yine
buradan. Hatta baya bir methiye dizmiştim; konser Nisan ayında olacaktı,
ben bu Aralık’tan almıştım biletleri falan. Şimdi de aynı şeyi
tekrarlıyorum. Çünkü MONO geliyor hanımlar/beyler.. Geçtiğimiz aylarda
MONO’nun çıkardığı o harika albüm For My Parents’ı incelerken biraz
tanıtmaya çalıştım onları size. Şimdi madem, yeniden Türkiye’ye
geliyorlar, biraz daha derinlemesine bakalım onlara.
Ana akımın dışında kalan (mainstream diyor sanırım ecnebi buna)
müziklere bilhassa önem veriyorum. Bu –ne olur büyük burunluluk olarak
algılanmasın- artık belli bir müzikal birikimden ve her şeyi hemen kabul
edemememden kaynaklanıyor. Post-rock’a sarmam da bununla alakalı ya da
alakalıydı bittabi. Üniversitenin ilk yıllarında farklı bir şeyler
ararken Godspeed You! Black Emperor’a tesadüf etmiştim. Onlarla tanışmak
benim için bir kırılma noktası olmuştu. Bu adamların yaptığı her ne
ise, o zaman ihtiyacım olan şey tam da buydu.
Tabi yeni bir türü keşfetmenin ardından o türün mihenk taşlarına el atarsınız. Çok post-rock grubu dinledim, çoğunu çevremde ilk keşfedenlerdenim; ama hiçbiri bana MONO’nun yaşattığı hisleri yaşatamadı, ki buna GY!BE, buna Mogwai ve God Is an Astronaut da dahil. Saf duygu, hatta çoğu zaman duygu sömürüsüydü MONO’nun yaptığı müzik. İki gitar, bir bas, bir davul, ara ara bir ksilofonun yaptığı bu şey, öyle belirlenmiş rock kalıpları içinde de değildi. Zaten ilgimi çeken ilk şey de bu olmuştu onlarda.
Tabi yeni bir türü keşfetmenin ardından o türün mihenk taşlarına el atarsınız. Çok post-rock grubu dinledim, çoğunu çevremde ilk keşfedenlerdenim; ama hiçbiri bana MONO’nun yaşattığı hisleri yaşatamadı, ki buna GY!BE, buna Mogwai ve God Is an Astronaut da dahil. Saf duygu, hatta çoğu zaman duygu sömürüsüydü MONO’nun yaptığı müzik. İki gitar, bir bas, bir davul, ara ara bir ksilofonun yaptığı bu şey, öyle belirlenmiş rock kalıpları içinde de değildi. Zaten ilgimi çeken ilk şey de bu olmuştu onlarda.
Şu bir gerçektir: post-rock dinleyen istisnasız her dinleyicinin bir
doom metal geçmişi vardır. Ben bunu biraz da post-doom olarak görüyorum
–tabii ki her post-rock grubu için geçerli değil bu söylediğim-.
MONO’daki duygu yoğunluğu buradan kaynaklanıyor sanırım. Bazen gitar
melodileri değil de sinyallerle size bir şeyler anlatıyorlar. Bazen
duymanız için baya bir çaba sarf etmeniz gereken melodiler gönderiyorlar
gitarlarından amfilerine.. Düşük toneli olduğu zamanlar da çok bu Japon
dörtlünün, inanılmaz gürültülü oldukları da.. MONO, sanırım diğer
gruplardan bu yönde ayrılıyor. Çok fazla riff’leri yoktur bu grubun, ana
bir melodi vardır onlarda ve müziklerini bu ana melodiyi çeşitleyerek
sunarlar dinleyicilerine. Ara sıra umut verse de acıdır, hüzündür daha
ziyade MONO. Giden, kaçan, elinizde tutamadığınız şeyleri anımsatır
size.
İşte bu Japon grup, yani MONO, çok uzun bir süre sonra –sanırım sekiz
yıl oldu- ilk defa İKSV Salon’da biz müritleriyle buluşmaya geliyor. 9
Mart’ta, 21:30’da konser. Yine Balmorhea gibi uzun bir süre var
önümüzde. 2013 benim açımdan çok güzel geçecek gibi gözüküyor. Şu ana
kadar benim en önemli anlarıma, aşklarıma, kavgalarıma, kaygılarıma
zemin hazırlamış iki grup, kısmetse cepte.. Ölmez, sağ kalırsak en önden
MONO ile de hasbihal etmiş olacağım, olacağız.. Gelmelerinin şerefine
hayatımın şarkısı olan A Speeding Car’ı çalar mı çalmaz mı bilemem. Ama
en azından bir Moonlight ya da Dream Odyssey dinleyeceğim onlardan!!
Şimdiden tüm müritlere, iyi beklemeler, kolaylıklar efendim.
Evet sevgili dostlar şimdi saatlerimizi ayarlayalım ve o günü bekleyelim...
Mono - Dream Odyssey
Mono - A Speeding Car
0 yorum:
Yorum Gönder