22.07.2011

THE QUEEN IS DEAD



Gitarlı müzik yapan ünlü yada ünsüz bir çok grubun etkilendikleri isimler bölümünün demirbaşlarından biri olan The Smiths müzikal yolculuğuna 1982 yılında başladı. Modern müziğin en tartışmalı figürlerinden biri olan Steven Patrick Morrissey (Mozz) The Smiths’le başladığı yolculuğu şu an tek tabanca olarak sürdürüyor. Rivayet odur ki Johnny Marr kendi bestelerine söz yazacak birisini arar ve karşısında Morrissey’i bulur. Marr , Morrissey’in kaleminin sesi olmuştur. İkili çok iyi bir kimya tutturarak, müzik tarihinin en iyi ikililerinden birini oluştururlar. Daha sonra Marr’ın okul arkadaşları olan basçı Andy Rouke ve davulcu Mike Joyce’un gruba katılmasıyla ekip tamamlanır.

Grubun isminin kaynağı tam olarak bilinmemekle birlikte döneminde ortaya çıkan uzun ve gösterişli grup isimlerine tepki olduğu söylenir. Grubun şarkı sözlerini yazan Morrissey’in çok genç yaştan itibaren Elvis, Oscar Wilde, James Dean hayranlığı biliniyor. Edebiyatı ve şiiri çok seven Morrissey İrlanda katoliği ailesinin yanında içine kapanık, yalnız ve bunalımlı bir çocukluk dönemi geçirmiştir. Kütüphaneci olan annesinin etkisiyle genç yaşlardan itibaren okumaya ve müziğe verir kendisini. Daha 20 sinde New York Dolls ve James Dean üzerine birer kitapçık yazar. Morrissey’in şiir tadındaki şarkı sözlerinde genç ve yalnız bireylerin hislerinden ilişkilerindeki hayal kırıklıklarına, bireysel hüzünlerden pişmanlıklara, okuldaki baskı ortamından çocuk cinayetlerine, hayvan haklarından kraliçeyle dalga geçmeye,hatta Margaret Thatcher’ı giyotine göndermeye kadar uzanan geniş bir duyarlılığın sözcüsü olur. Morrissey’in bu nedenle müzik endüstrisi ve basın ile arası hiçbir zaman iyi olmamıştır. Morrissey üzerine; onun cinsel tercihleri (yada aseksüelliği), ırkçı olup olmadığı, muhalifliği, vejeteryanlığı gibi konularda çok şey söylenip tartışılır. The Smiths canlı performanslarının ilkini 1982 yılında gerçekleştirir. Bu sırada grup Mancunian Records’un önerdiği anlaşma teklifini geri çevirir. London Union Üniversitesinde verdikleri 7. konserlerinde grubu izleme fırsatı bulan Rough Trade Record gruba ilk single olan ”Hand in Glove” için anlaşma teklifinde bulunur. 1984 yılında yayınlanan ilk albümleriyle punk sonrası müziğin yeniden doğuşuna katkı yapmakta ve Thatcher dönemi yaşayan sorunlu ve yalnız bir kuşağın sözcülüğünü üstlenmektedirler.

The Queen is Dead 1986 yılının haziran ayında piyasaya çıkar. Albüm açılışında “elimde bir sünger ve paslı bir İngiliz anahtarı sarayın kapısını kırdım” diyerek İngiliz yerleşik düzenine savaş açmıştır. Günlük olaylara, edebiyata, pop kültürüne göndermelerle dolu albüm manifesto gibidir. Morrissey çok iyi bir hikaye anlatıcısıdır bu albümde, dinleyicilerini değişik öykülerle farklı bir yolculuğa çıkarır. Albümden çıkan ilk single “The Boy With The Thorn In His Side”listelerde 23 numaraya, albüm ise İngiltere listelerinde 2 numaraya kadar yükselir. Aynı zamanda albüm TOP 100’e girerek grubun Amerika’daki ilk adımını atmasını sağlar. ”The Queen is Dead” parçası ile açılan albümde Smiths’in zamanla birer klasiğe dönüşen bir çok parçası vardır. Morrissey’in yazdığı en güzel, en can alıcı, yalnızlığın, umutsuzluğun, acının müzikal anlamda can bulmuş hali “I Know Its Over” Morrissey’in kendine has bir öykü anlattığı şairli, şiirli şarkısı“Cemetry Gates” Sevdiğiniz birini kırmanın sizi ne hale getirdiğini anlatan en güzel şarkılardan biri olan Bigmouth Strikes Again” Büyüklük kavramının irdelenip büyüklüğünün kalp büyüklüğü olduğunu şüphelendiren eğlenceli “Some girls are Bigger than others” Morrissey’in Top of the Pops’un bildik dekorunda arka cebinde kır çiçekleri, boynunun sol tarafında siyah büyük harflerle “Bad” yazılı bir şekilde söylediği “The Boy With The Thorn In His Side”. Belkide tüm zamanların en güzel parçalarından biri olan “There Is A Light That Never Goes Out” Tom Yorke’un keşke ben yazabilseydim dediği bu şarkı; şehir ızdırabını anlatan bir yabancılaşma şarkısı, korkutucu derecede gerçek bir yol şarkısı, aşkın ve umudun müziksel açılımı. Önüne sıfat koymanın sınırı olmayan hem umudu hem hüznü aynı anda yaşatan bir yağmurlu gün parçası. NME dergisinin bu albümün 20.yıl şerefine özel bir sayı hazırladığın hatırlatarak kapanışı yapalım.

Arkasında inanılmaz bir müzikal miras bırakan Smiths’in bir çok şarkısı ancak defalarca dinlendikten sonra anlaşılabilecek karanlık, hüzünlü ve benzersiz bir grup. Dünya üzerinde hiç kimse kendini Morrissey kadar mutsuz, yalnız ve melankolik hissetmedi. Bir nesil Morrisey’le hayatı tekrar yorumladı ve karanlıktan aydınlığa çıktığımız anların çoğunda Morrissey bizzat yanıbaşımızdaydı.




The Smiths - The Queen Is Dead


2 yorum:

Ali Ece dedi ki...

The Smiths'in zaman ötesine taşan güzelliği, klası bir yana... Yine klasik bir Manchester'lı İrlanda göçmeni olan Johnny Marr, Ada gitar sound'unu yeniden biçimlendiren, 6 telin devrimini yapan bir gitar peygamberi sanki... Tabii Marr'ın da dediği gibi: "Solist varken gitarı sadece 3-5 kafayı tamamen çizmiş doğuştan kaybeden ama doğuştan kaybetmeyi hiç umursamayan deliler dinler"

Mehmet Erdogan dedi ki...

Kesinlikle zaman ötesine taşan bir güzellik. Johnny Marr ve Morrissey'in kimyası kurufasülye ve pirinç pilavı bütünlüğü gibi birşeydi :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...