Litost, başka dillere çevrilmesi olanaksız Çekçe bir sözcüktür. Adamakıllı açılmış bir akordeon gibi sonsuz bir duyguyu, başka birçok duyguların birleşimi olan bir duyguyu anlatır: Hüzün, acıma, pişmanlık ve özlem. Sözcüğün ilk hecesi, terk edilmiş bir köpeğin sızlamasını duyuracak biçimde uzun ve güçlü bir biçimde vurgulanır.
Bununla birlikte, bazı hallerde, litost sözcüğü, tam tersine, çok sınırlı, özel belirli ve ince bir anlam taşır, bir bıçağın keskin yanı gibi. Bu sözcük olmadan insan ruhunun anlaşılabileceğini düşünmekte güçlük çekmeme karşın, bu anlamda da bu sözcüğün öbür dillerdeki benzerini boşuna arıyorum.
Bir örnek vereceğim: Öğrenci, bir kız arkadaşıyla ırmakta yüzmektedir. Genç kız sporcudur, öbürüyse çok kötü yüzmektedir. Suyun altında soluk almayı bilmemekte, ağır ağır yüzmekte, başını sinirli bir biçimde suyun yüzünde havaya kaldırmaktadır. Genç kız oğlana fena halde aşıktır ve bu yüzden onun gibi ağır ağır yüzecek inceliği göstermektedir. Ancak, yüzmeleri sona ermek üzereyken, bir an sporcu içgüdüsüne boyun eğer ve hızlı kulaçlarla ırmağın öbür kıyısına doğru yönelir. Öğrenci daha hızlı yüzmek için çaba harcar, ama su yutar. Kendisini küçük düşmüş, fizik güçszülüğü çırılçıplak ortaya konmuş hisseder ve bir hınç duyar. İşte bu çok özel hüznü litost'tan başka bir sözcükle anlatmak olanaksızdır. Hiç spor yapmadan, arkadaşsız ve annesinin gereğinden fazla şefkatli bakışları altında geçen hastalıklı çocukluğunu anımsar ve kendisinden de, yaşamından da umutsuzluk duyar. Sonra, birlikte bir kır yolundan dönerler, ama konuşmazlar.
Oğlan kendini yaralanmış ve aşağılanmış hisseder ve karşı konmaz bir dövüşme isteği duyar. "Ne oluyor sana?" diye sorar kız, oğlan da ona sitem eder: Irmağın öteki kıyısında akıntı olduğunu pekala bilmektedir, bu yüzden orada yüzmemesini, boğulma tehlikesi olduğunu söylemiştir ve kızın yüzüne bir tokat atar, genç kız ağlamaya başlar, oğlan kızın yanaklarından akan yaşları görünce ona karşı yüreğinde büyük bir acıma duyar, onu kollarının arasın alır ve litost'u birden dağılıp gider.
Litost, içimizdeki zavalılığın birden oraya çıkmasından doğan bir acılı durumdur. Kendi iç zavallılığımıza karşı, kullanılan en alışılmış reçete, aşktır. Çünkü gerçekten sevilen bir kişi zavallı olamaz. Çünkü bütün zayıflıkları, aşkın sihirli bakışıyla bağışlanır, böylece kafasını suyun üstünde beceriksizce tutan bir kötü yüzücü kusursuz bir baştan çıkarıcı olabilir.
İnsanoğlunun genel olarak kusuzsuz olmadığı konusunda derin bir deneyim sahibi olduğunda bir tür aşırılıklardan görece olarak kurtulunabilir. Öz zavallılığımızın görüntüsü bize sıradan ve ilgi çekici olmayan bir şey gibi gelir. Dolayısıyla litost, bir deneyimsizlik çağının simgesidir. Gençliğe özgü bir süstür.
Litost, iki zamanlı bir motor gibi çalışır. Bir kaygı duygusunun yerini öc alma istediği alır. Öc almanın amacı, karşısındakinin de aynı biçimde kendi zavallılıüını ortaya koymasıdır. Adam yüzmeyi bilmez, ama tokatlanan kadın ağlar. Böylece kendilerini eşit hissedebilirler ve aşklarını yürütebilirler.
Öc almanın gerçek nedeni, hiçbir zaman açıklanamayacağından (öğrenci, kıza, kendisinden hızlı yüzdüğü için tokat attığını itiraf edemez) yalancı nedenler ileri sürmek gerekir. Yani litost, hiçbir zaman, acıklı bir ikiyüzlülükten geçemez: Genç adam, sevgilisi boğulma tehlikesiyle karşılaştığı için korkudan deliye döndüğünü ileri sürer. Aşık olduğu kızın onu terk ettiğini söylersek, şaşmamanız gerekir. Yüzme biliyor diye tokatlamak hiç de hoşlanılacak bir şey değildir.
"Gülüşün ve Unutuşun Kitabı" Milan Kundera
Sunshower Orphans – Sunnyside Blues
Brothertiger – Wind At My Back
0 yorum:
Yorum Gönder