BirinciBlog ekibimizden sevgili Burcu BirinciBlog için Morrissey konserini izledi ve yazdı. Biliyormusunuz ben Morrissey'i Efes One Love Festivali'ninde izlediğimde bir kadına köpekler gibi aşıktım. Şimdi buyrun o yazıya..
Tarih 19 Temmuz 2012 idi. Günlerden ‘Morrissey’ olarak tarihte kayda geçti. Aylardır beklediğim, aylardır beklediğimiz konser nihayet Harbiye Açıkhava’da başlayacaktı. Bütün bir kışı “Haydi bugün de bir değişiklik yapayım, Morrissey dinleyeyim” diyerek geçirdiğim, The Smiths’in kurucusu, enfes şarkıların söz yazarı, yorumcusu, dünyanın en duyarlı ve aktivist kişilerinden kahramanım, İrlandalım Morrissey, karşımda canlı canlı söyleyecekti, tüm kış boyunca kulağıma söylediği şarkıları.
Açıkhava’da boş koltuk yok. Hava nefis, nem yok. Birisi bize Britanya’nın havasından bir esinti getiriyor belli ki… Ve ışıklar açılıyor… Sahnede mini mini bir kız. Önce sahneye tüm turne boyunca kendisine eşlik etmesi için bizzat Morrissey’den davet alan Kristeen Young çıkıyor. Yaklaşık 45 dakika boyunca enfes bir performans sergileyen genç şarkıcı, benim ve sanırım birçok seyircinin ‘En kısa zamanda dinlenecekler listesine’ giriyor. Tarz olarak Björk’e benzettiğim Young, çok değil 2-3 yıl içinde adını daha sık duyacağımız kadın vokallerden biri haline gelecek gibi duruyor.
Ve saatler 22:00’ı gösterdiğinde Morrissey ve orkestrası sahnede. Sahneye Türk bayrağıyla çıkan ve bizi bir hayli şaşırtan Morrissey, önce bayrağı bir sallıyor, ardından da seyirciye atıyor. (O sırada, aramızda “Aman abicim bizim ülkede öyle bayrak falan atarsan başına geleceklerden haberin yok” esprileri de geçmedi değil.)
Ve saatler 22:00’ı gösterdiğinde Morrissey ve orkestrası sahnede. Sahneye Türk bayrağıyla çıkan ve bizi bir hayli şaşırtan Morrissey, önce bayrağı bir sallıyor, ardından da seyirciye atıyor. (O sırada, aramızda “Aman abicim bizim ülkede öyle bayrak falan atarsan başına geleceklerden haberin yok” esprileri de geçmedi değil.)
‘How soon is now’ ile giriş yapan Morrissey, belli ki İstanbul konseri için belli bir konsept oluşturmuştu sahnede. Zira tüm orkestra üzerinde ‘Assad is shit’ (Esad kötüdür diye çevirelim) yazan kırmızı tişörtleri giymiş. Davulların üzerindeki ay yıldız amblem de dikkat çeken bir ayrıntıydı.
Bu yaklaşım Bono’nun Egemen Bağışla birlikte yaptığı “You’re the best” popülizmiyle sırtımızı sıvazlama klişesinden çok uzaktaydı bana göre… Hepsi bir bütün olarak düşünüldüğünde biraz da Morrissey’in felsefesine inildiğinde O bizlere “Savaşmayın” diyordu açık açık.
Neyse işin siyasi kısmını geçelim, gelelim konsere… Evet arka fonda Oscar Wilde “Who is Morrissey?” diye sorarken O yaklaşık 1,5 saat boyunca nefis bir performans sergiledi. Kabul edelim, beklediğimiz çoğu şarkıyı söylemedi. Let me kiss you, Every day is like sunday, you have killed me ve son olarak Bis’te söylediği I will see you in far off places dışında.
Neyse işin siyasi kısmını geçelim, gelelim konsere… Evet arka fonda Oscar Wilde “Who is Morrissey?” diye sorarken O yaklaşık 1,5 saat boyunca nefis bir performans sergiledi. Kabul edelim, beklediğimiz çoğu şarkıyı söylemedi. Let me kiss you, Every day is like sunday, you have killed me ve son olarak Bis’te söylediği I will see you in far off places dışında.
Farkeder mi? Fark etmez. Çünkü O, zaten söylediği her şarkıda bizi yaşadığımız boyuttan alıp, başka yerlere götürdü. Elini tutmak isteyen hiçbir seyirciyi kırmadı. En önemlisi “Sizi seviyorum” dedi, daha ne desin?
Bu arada bir parantez açalım: Grubun gitaristinin de kadın kılığında sahneye çıkması büyük sempati topladı ve gerçekten çok ama çok sempatikti.
Konserin en çarpıcı bölümü “Meat is murder” şarkısı eşliğinde, arkada dönen görüntülerdi. Sıkı bir hayvan hakları savunucusu aynı zamanda vejetaryen olan Morrissey, et obur dünyada en az bizim kadar yaşam hakkı olan tavukların, ineklerin, hindilerin, kısacası midemize afiyetle indirdiğimiz tüm canlıların, hangi koşullarda kesildiğini en çarpıcı ve çoğu zaman sarsıcı görüntülerle yaklaşık 4 dakika boyunca gösterdi.
Konserde yaşadığım en büyük hayal kırıklığı ise Bis’te sadece tek bir şarkı söylemesiydi. Nerede bir Irish blood English heart, nerede bir The father who must be killed, nerede bir I have forgiven Jesus, nerede bir First of the gang to die, nerede bir There is a light that never goes out?
Konserde yaşadığım en büyük hayal kırıklığı ise Bis’te sadece tek bir şarkı söylemesiydi. Nerede bir Irish blood English heart, nerede bir The father who must be killed, nerede bir I have forgiven Jesus, nerede bir First of the gang to die, nerede bir There is a light that never goes out?
Tabi ki, bunların hiçbiri benim hayatımın en güzel konserini yaşamasına engel olamadı. Çünkü O Morrissey’di, ne yapsa yeriydi. İstanbul’dan dün gece büyük bir adam geçti, sözleriyle, müziğiyle yaşadığımız yüzyılın en önemli ozanlarından Morrissey, kulağımızın pasını silerken “Haydi biraz içinize dönün, ruhunuzu dinleyin” dedi. Konserden sonra hayatı yeniden gözden geçirmek gerektirdiğini gösterdi…
Senin bize dün akşam dediğin gibi, “Kalbimi hissetin mi Morrissey? Çünkü sana verebileceğim bir tek o vardı…”
Morrissey - Do Your Best and Don't Worry
0 yorum:
Yorum Gönder